GÜVENİRLİĞİNİ YİTİREN DEVLETLERİN AKIBETİ?!! (X)
Eklenme: 2/4/2015 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.
Her zaman olduğu gibi bugün de aynı tarzda “Bediüzzaman’a selam olsun” diyoruz.
Bediüzzaman Hazretleri’nin, nerede ise yüzyıl önce bu memlekette İslami ilimler uğruna maddi ve manevi çalışmaları tarih sayfalarına geçmiştir.
Ta Van’ın sarp dağlarındayken, dönemin Van Valisi, bir gazetede bir gün İngiliz avam kamarasında yani İngiliz Büyük Millet Meclisi’nde konuşan müstemleke bakanının (Sömürge Bakanının) şu konuşmasını Bediüzzaman’a iletiyor.
Avam kamarasında konuşan İngiliz müstemleke bakanı şöyle diyor;
“Biz Osmanlılarla, İslam dünyasıyla mücadele ederken topla tüfekle onları mağlup edeceğimizi zannediyoruz.
Oysaki bu yanlış bir yoldur”
Eline Kur’an-ı Kerim’i alıp meclis üyelerine gösteriyor ve diyor ki: “Arkadaşlar elimde gördüğünüz bu kitap, Kur’andır.
Bütün düşmanlığımız burada yazılmıştır.
Bu Kur’anla mücadele etmek lazım, biz bu kitabı Müslümanların arasından kaldırmazsak, İslam dünyasıyla başa çıkamayız.
Topla tüfekle sıcak savaş, fayda vermez.
Bundan sonra en büyük harp stratejimiz; ne yapıp yapıp bu Kur’anı İslam dünyası arasından kaldırmaktır.
Ve İslam dünyasını Kur’andan uzak tutmak için çalışmamız gerekir.
Ne vakit ki İslam dünyasıyla bu kitap arasında uzaklık mesafesini kazanırsak, o zaman savaşımızda başarılı oluruz ve hedefimize ulaşırız”
Bediüzzaman, bu ifadeyi duyar duymaz Van Valisine şöyle diyor:
“Bütün kâinat şahidim olsun, yemin ediyorum bundan böyle bütün mevcudiyetimle bu Kur’anın gerçekçiliğini, ilahi kelam olduğunu, tüm beşeriyetin sadece ve sadece bununla yaşam kazanabileceğini ve insanlığın yegâne can suyu olduğunu bütün dünyaya ilan ediyorum”
* * *
Ondan sonra Üstat Bediüzzaman İstanbul’a giderken Esile-i Sitte (Altı sual) adı altında şöyle bir açıklamada bulunuyor;
“İstikbalde gelecek nefret ve tahkirden sakınmak için, şu mahremzeyl yazılmıştır.
Yani, ‘tüh o asrın gayretsiz adamlarına’ denildiği zaman, yüzümüze tükürükleri gelmemek için veyahut silmek için yazılmış bir konudur.
Avrupa’nın, insaniyetperver maskesi altında vahşi reislerinin sağır kulakları çınlasın ve bu vicdansız gaddarları bize musallat eden o insafsız zalimlerin görmeyen gözlerine sokulsun.
Ve bu asırda yüz bin cihette zalimler için yaşasın cehennem dedirten mimsiz medeniyetperestlerin (alçalmış bir dünya görüşünün) başlarına vurmak için yazılmış bir arz-ı haldir.
Bu yakınlarda ehl-i ilhadın perde altında tecavüzleri gayet çirkin bir suret aldığından, çok biçare ehl-i imana ettikleri zalimane ve dinsizcesine tecavüz nevinden bana hususi ve gayri resmi kendim tamir ettiğim bir ibadethanemde hususi bir iki kardeşimle, hususi ibadetimde, gizli ezan ve kametimize müdahale edildi.
Niçin Arapça kamet ediyorsunuz ve gizli ezan okuyorsunuz? Diye bizi sorguladılar.
Buna karşı sükût etme sabrım tükendi, kabil-i hitap olmayan (kendime muhatap görmediğim) öyle vicdansız alçaklara değil, belki milletin mukadderatıyla keyfi istibdat ile (zulüm ile) oynayan firavun anlayışlı komitenin başlarına derim ki:
Ey ehl-i bid’a ve ilhad!
Altı sualime cevap isterim.
Dünyada hüküm süren her kavmin her milletin hatta insan eti yiyen yamyamların, hatta vahşi canavar bir çete reisinin bir usulü var, bir ilkesi var, bir kaide kuralı ve bir düsturu vardır.
O ilkeyle kendi mahiyetindekilere hüküm sürer, sizin gibi bizim inancımıza, düşüncelerimize ve kişisel fiili ibadetlerimize karşı almış olduğunuz yasaklama tavrınız, hangi usul ile bu acayip tecavüzü, saldırganlığı yapıyorsunuz?
Kanununuzu ibraz ediniz.
Gerçekten insan şeref ve hürriyetine yakışır bir yönü var mıdır?
Yoksa bazı alçak kem gözlü görevlilerin keyiflerini, cebri dayatmalarını, kanun mu kabul ediyorsunuz?
Böyle hususi ibadetlerimize karşı tavrınız kanun olamaz.
Olsa olsa zulmün ve alçalışın bir usulüdür.
Nev’i beşerde çalışma hürriyeti, bu hürriyet asrında ve bilhassa medeniyet dairesinde hemen hürriyet-i vicdan düsturunu kılmak ve istiğfaf etmek (hafife almak) ve dolayısıyla nev’i beşeri insan cinsi içinde küçük düşürüp, istihkar etmek (hakarette bulunmak) ve itirazını hiçe saymak kadar dayatma cüretinizle hangi gücünüze dayanıyorsunuz?
Hangi kuvvetiniz var ki siz kendinize dinsizlik ismini vermekle, ne dine ne de dinsizliğe ilişmemeyi laiklik adı altında ilan ettiğiniz halde, dinsizliği müteassibane kendine bir din ittihaz etmek tarzında İslam dinine mensup ibadet yapanlara karşı tecavüz ediyorsunuz, saldırıyorsunuz?
Elbette saklı kalmayacak, yanınıza kar kalmayacak.
Sizden bir gün sorulacaktır, ne cevap vereceksiniz?
İslam’ın 20 hükmünün en küçüğünün itirazına karşı dayanamadığınız halde, nasıl bu 20 hükmün birden itirazını hiçe sayar gibi hürriyet-i vicdaniyeyi cebri bir surette bozmağa çalışıyorsunuz?
Bizim yaptığımız hiçbir yanlış yoktur, İslam’ın ana çizgileri ne ise biz onu yaşıyoruz”
* * *
Evet, Üstat Bediüzzaman Hazretleri Van’dan gelip İstanbul’a yerleşirken önce o müstevli (zalim) devletlerin saldırganlığına karşı dururken;
“Bir zaman İngiliz devleti, İstanbul Boğazının toplarını tahrip ve İstanbul'u istilâ ettiği hengâmda, o devletin en büyük daire-i diniyesi olan Anglikan Kilisesinin Başpapazı tarafından Meşihat-ı İslâmiyeden dinî altı sual soruldu. Ben de o zaman Dârü'l-Hikmeti'l-islâmiyenin azasıydım. Bana dediler: "Bir cevap ver. Onlar, altı suallerine altı yüz kelimeyle cevap istiyorlar."
Ben dedim: "Altı yüz kelimeyle değil, altı kelimeyle de değil, hatta bir kelimeyle dahi değil, belki bir tükürükle cevap veriyorum. Çünkü o devlet, işte görüyorsunuz, ayağını boğazımıza bastığı dakikada, onun papazı, mağrurâne üstümüzde sual sormasına karşı, yüzüne tükürmek lâzım geliyor. Tükürün o ehl-i zulmün o merhametsiz yüzüne!" demiştim. Şimdi diyorum:
Ey kardeşlerim! İngiliz gibi cebbar bir hükümetin istilâ ettiği bir zamanda, bu tarzda matbuat lisanıyla onlara mukabele etmek, tehlike yüzde yüz iken hıfz-ı Kur'ânî bana kâfi geldiği hâlde, size de yüzde bir ihtimalle ehemmiyetsiz zalimlerin elinden gelen zararlara karşı, elbette yüz derece daha kâfidir”
* * *
Evet, sevgili okurlar.
Bediüzzaman gibi bir İslam düşünürü ve 20. yüzyılın İslam simgesi olarak bilinmekte olup, tüm mevcudiyetiyle küfür dünyasından, “yani haçlı emperyalist ile Siyonizm’den” gelen zulüm istilasına karşı tüm mevcudiyetini feda ettiği halde, tüm nur camiasıyla böyle yola çıkarken, ne yazık ki cumhuriyetten sonra kurulan müstebit bir cumhuriyetçi anlayış tarafından, hayatı boyunca tarassut altına alınıyor, gözaltında, hapishanelerde, nezarethanelerde, esarethanelerde kalmadık mezalimle karşılaşıyor.
Ve Eskişehir, Afyon, Denizli mahkemelerine karşı savunmasında hep şu ifadeyi kullandı;
“Zilletle yaşamaktan ise izzetle ölmeyi tercih ediyorum.
Zalimler için yaşasın cehennem, diyorum”
Van Valisine karşı söylemiş olduğu “Allah şahidim olsun, bundan sonra bütün mevcudiyetimle Kur’an gerçeğini bütün dünyaya ilan ediyorum” sözünü yerine getirmek için hayatını feda ediyor.
Ve gerçekten Risale-i Nur eserleriyle Kur’anı tüm dünyaya ilan etmiş durumdadır.
İşte, vermiş olduğu manevi cihattan dolayı “Bediüzzaman’a Selam olsun” diyoruz.
Biz de burada diyoruz ki bugün yeryüzünde yapılan mezalim ve bu mezalimi uygulayanların ana hedefleri, temel stratejileri İslam dünyasına karşı alınan tavırdır.
O zalimlerin yüzüne karşı dik duramayan bir İslam dünyası daha ne zamana kadar uyanacak acaba?
Bu sorumuza cevap ararken, ümitsizlikle değil, ümitli olarak yaşamak gerekir düşüncesindeyiz.

En derin saygı ve sevgilerimle.