HAÇLI, KOMÜNİST, MARKSİST VE MÜNAFIK İTTİFAKI!
Eklenme: 5/5/2017 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

"Hukukun Üstünlüğü Paralelinde Yargıda Değişim Olmalı!" başlıklı yazı serimizi noktalıyoruz…

Yeni bir başlıkla; "ülke ve dünya" meselelerini, sizlerle hasb-i hal edeceğiz…

Tabi yeni mevzuya dâhil olmadan önce, dünkü sohbetimizden biraz söz etmek istiyorum…

Özellikle; toplumun beklentisi açısından…

Yazı serimizde, "yargıya" dikkat çekerek, toplumsal hassasiyetleri aktarmıştık…

Öyle ümit ediyoruz ki…

Sayın Cumhurbaşkanımız büyük bir hassasiyet göstererek, yargı erkinin uygulama mekanizmasına ivedi bir şekilde, el atacaktır…

Başta Barolar Birliği dahil olmak üzere Baroların bünyesinde “Hukukun ve Adaletin üstünlüğü” zırhı altında, mesleğini adeta ranta çeviren ve savunma erki olan teru taze Avukatlık mesleğinin Adalet cübbesine şahsi çıkar uğruna gölge düşürenler…

Kendilerini maskeleyip, gayri ahlaki uygulamalarına kirli şal çekenlere "dur" diyecektir…

Yani yargının üçüncü sacayağı durumunda olan Avukatlık mesleğinin daha şeffaf, daha ahlaki, daha güzel bir çizgiye çekme gayreti içerisinde olacağını, düşünüyoruz…

Çünkü vaziyet hayli tahribat içermektedir...

Yoksa yargıdaki yapılan yanlış rantiyecilik faaliyeti sürdürüldüğü müddetçe, adalet mekanizması ve terazisi hiçbir şekilde "doğru" ölçmeyeceği gibi, daha beter yörüngesinden çıkar…

En vahimi de, zulme ve manevi işkenceye dönüşür…

Bize göre ilk olarak yapılması gereken; yargı erkinin üç sacayağından iddia makamı, yargılama ve savunma mekanizması, tam manasıyla istenilen hukuk ve yargı erkinin şeref ve haysiyetine yakışır bir biçimde "yenilenmesi" gerekir.

Yoksa rastgele Hukuk Fakültesi’nden diploma alıp, adalet cübbesini omuzlarına çeken herkes, hukukun üstünlüğü düşüncesinden daha fazla “Üstünlerin hukukunu” düşünerek yola çıkarsa, yargı mekanizmasının vay haline…

Herşey alt üst edilir.

Zira “hukukun üstünlüğü” değil, “üstünlerin hukuku” söz konusu olur ki tümüyle rant ve çıkar üstünlüğü meydana gelir.

Toplumun tabiri caizse; "dibine" dinamit konulmuş olunur…

Toplumsal dengenin altı üstüne gelir.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Bu faslı, burada noktalarken, bugünkü yazı başlığımızın muhtevasına dönelim...

Bilindiği gibi Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rus lideri Vladimir Putin ile görüşmek üzere Soçi’ye gitmişti.

Beraberinde götürdüğü proje Suriye ile ilgiliydi.

Çünkü PYD/YPG/PKK, Esed, Amerika ve Rusya’nın Kuzey Suriye üzerinden Türkiye’ye karşı kirli bir ittifakın varlığı, söz konusuydu…

Erdoğan, işte bu kirli görüntüyü Rus lideri Putin’le paylaşmak üzere Soçi’ye gitmişti.

Keza 16 Mayıs tarihinde de Beyazsaray’a gidecek…

Ve burada Donald Trump’a aynı projeyi aktarıp, hesap soracaktır…

Hiç çekinmeden, mertçe, dik durarak, “hop hop” dercesine “Bu ne manzara Sayın Trump?" diyecektir…

Ki şöyle seslenecektir…

"Sizin Kuzey Suriye’de askerlerinizin, bayraklarınızın YPG ve PYD ile iç içe olduğunu görüyoruz.

Bizim gördüğümüz gibi, tüm dünya kamuoyu görüyor.

Siz hem nalına vuruyorsunuz, hem mıhına vuruyorsunuz.

Böyle siyaset mi olur, böyle politika mı olur, sizin dostluğunuz nerede, düşmanlığınız nerede?

Kendinizi göstermeniz lazım…”

Erdoğan tarihsel bir duruşla, ayıplarını makamlarında yüzlerine vuracaktır…

Tıpkı Putin’e yaptığı gibi.

***

O'nun için diyorum ki…

Türkiye artık kendini tanımalıdır, nerde olduğunun yerini tespit etmelidir?

Türkiye’deki satılmış bazı siyasi anlayışların münafıkça gâh haçlıların şemsiyesi altına girmelerini, taşeronluk yapmalarını, gâh müşriklerin yanına yaklaşmalarını iyi görmeli ve bilinmeli…

Çünkü böylesi karaktere sahip münafıklık kimlikler, yıllar yılıdır, Türkiye'yi sırtından hançerliyorlar…

Dün gizliden gizliyeydi; "hainlikleri" ama bugün alenice, büyük bir hıyanetlik, ihanetlik ve delalet içerisinde, saldırmaktadırlar…

Türkiye insanı, artık yerini bu noktada tespit etmelidir…

Pek tabi ki Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın etrafında da kenetlenmelidir.

Şu FETÖ’ymüş, şu PKK’ymış, şu PYD’ymiş, şu DHKP-C'ymiş her ne ise…

Tüm bunlar laf-ı güzaf.

Gerçek manada herkes yerini görmelidir…

İttifakla Türkiye’nin bayrağını, devletini, milletini, ülkesini, coğrafyasını savunmalıdır.

Bu da ancak Recep Tayyip Erdoğan’ın misyonuyla gerçekleşebilir.

Aksi halde üçlü veya dörtlü ittifaklar her daim Türkiye’ye zarar vermiştir ve bundan sonra da zarar vermeye devam edebilir.

Sayın Erdoğan bugün değil, siyasete ayak bastığı ilk günden beri bu projeleri çok okumuş, her şeyi ezberlemiş bir insan.

Ama bazı şartlar gereğince her şeyi her an için her yerde söyleme zorunluluğu yoktur.

Günü gelince her şeyi deşifre ediyor, yakalıyor ve davasını kazanıyor.

Ama içimizdeki haçlılarla, Marksist komünistlerle, satılmış, laikçi Kemalist anlayışlarla ittifak edenlerin yeri yavaş yavaş Türkiye insanının siyasetinden silinecektir, hatta silinmiş durumdadır.

* * *

Bakınız, sevgili dostlar.

Erdoğan ve davası ortada görüntü vermemiş olsaydı, eski iktidarlar gibi zaten haçlı küfür dünyası malı götürmüş olurdu.

Türkiye’yi diğer İslam coğrafyasındaki devletçikler gibi küçülterek, ufak bir lokma durumuna getirerek, çiğnemeden yutabilecek duruma getireceklerdi…

Bu itibarla iyi ki Erdoğan var diyoruz.

Dua ediyoruz.

Ve Türkiye başta olmak üzere tüm İslam dünyası onu peşinen lider kabul etmiştir ve bundan sonra da edecektir.

Gerçekten bunu buraya yazmadan geçmek istemiyorum.

Evet, Erdoğan ancak Allah’tan korkar ve huzur-i ilahide namaz duruşu gibi durur…

Rükûa eğilir, secdeye eğilir ve böylece en büyük kulluk şerefini kazanmış olur.

İnsanların putperestlik hegemonyasına boyun eğmemiştir ve eğmez de.

Hiçbir dünya keferetül fecerelerinin elini öpmemiştir ve öpmez, eğilmez, daima diktir.

İmanı gereği bunu yapar.

Tüm ümmet bunu yapmalıdır, anlamalıdır ve bilmelidir.

Hele hele Türkiye artık eskilere dayalı "sen ben kavgası" değil, bir devletin ve milletin varlığıyla; şiar olunmalı…

Onu da zaten kişisel fedakârlıkları esirgemeyen Erdoğan gerçekleştirmektedir…

En derin saygı ve sevgilerimle.

Hayırlı Cumalar…