HAİN, MÜNAFIKLARIN TEHLİKESİ?!
Eklenme: 3/25/2011 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar. Dünyadaki gelişmeler gerçekten, yeryüzünü sarsıyor. Aslında Japonyayı sarsan 8,9 şiddetindeki deprem ve tsunami tehlikesi bugün Ortadoğu ve Kuzey Afrika üzerine oynanan oyunların yanında, solda sıfır kalmakta. Yani, Japonya depremi ve tsunamisinden daha çok tehlikelidir ve korkunçtur. Ehl-i salip denilen haçlılar bugün değil yıllardan beridir İslam dünyası üzerine oyunlar oynuyorlar. Günü geldiğinde bu haçlı emperyalizm, Siyonist emperyalizmle işbirliğine geçer ve ittifak sağlar. Her ne kadar şeklen zaman zaman kendilerine ayrı bir görüntü veriyorlarsa da aslında, küfür dünyasına mensup millet olma hasebiyle günü gelir bir noktada ittifak ederler ve güçlü bir şekilde, hareket ederler. Ama İslam dünyası ise maalesef tam tersine tavır takınmaktadır. Üzülerek bunu söylüyoruz. Ancak ne var ki, gerçek bu; İslamın ana realitesiyle yaşayamadıkları için basmakalıp tavırlarla, makyajlı görüntülerle bir yerlere gelmek isteniyor ise de maalesef hiç de olduğu gibi değildir. Bu da sünnetüllah denilen, değişmez ilahi bir kanundur. Aslında gerçekçi olmak lazım. Taklitçilikle, riyakârane gösterişlerle, kandırmaca şekillendirmelerle bir yere varılamaz. Bize göre bu tür düşünceler İslama yapılan en ağır darbedir ve haince aldatmacalardır. Bakınız, sevgili okurlar. Osmanlının son devrini göz önünde tutarsak, ulu hakan Abdülhamitin tahttan indirilmesi için plan hazırlayan bir avuç yerli Yahudiler olmuştur. Doktor Hezler plan ve projeyi hiçbir Yahudiye veyahut Hristiyana yaptırmamıştır ve özellikle birer piyon durumunda olan devletin kilit noktasında bulunan başta üç paşa olmak üzere ittihatçı cemiyetine yaptırmıştır. O gün itibariyle Müslüman geçinen hatta zaman zaman kendilerine ülkenin, anayasanın ve devletin yegâne kurtarıcısı olarak gösterilenlerin birçoğu ittihat ve terraki cemiyetinin üyelerinden oluşmuştur. Osmanlının yıkılışından sonra başsız kalan İslam dünyası adeta derbeder olmuş ve ülkeciklere bölünmüş ve bu ülkecikler de kendi başına söz de birer devletçikler kurmuşlar. Bu devletçiklerin başına da İngiliz, Fransa, İtalya, Amerika, Almanya ve Rusyanın da birer satılmış piyon kralcıklar oluşturmuşlardır. Yağmacı, çıkarcı, kişiliksiz, şehvetine müptela olan kişileri o devletçiklerin başına "kral olarak" getirmişler. Böylece yaptıklarını yapmışlar, arkalarında emperyalist güç olarak bilinen haçlıları görmüşler. Yaklaşık seksen yıldan beri bu haçlı anlayış İslam dünyası üzerine Kaddafiler, Nasırlar, Mübarekler, Saddamlar, Esadlar ve Ürdündeki Kral Abdullahlar gibi birer tane piyon durumundaki kişileri beslemişler, onlara siyasi uzun ömür biçmişler. Böylece de nemalanmışlar. Başta Türkiye olmak üzere, mevcut olan tüm İslam ülkeleri son şiddetli emperyalist deprem ve tsunamiden kendilerini kurtaramamışlar ve bugün de kurtaramazlar. Kim kimi kandırıyor, kim kimin yanındadır, kimin eli kimin cebindedir belli değil. Bu devletçiklerin başına gelen bu Kralcıkların vurdukları vurgun da onlara ait değildir. Aslına bakılırsa, batı dünyasına ait varlıklardır ve zenginliklerdir. Bu piyonlar onların bekçiliğini yapıyorlar. Şimdi inandığımız ve yegâne bel bağladığımız, dayanak noktamız ve temel inancımız olan yüce Kuran-ı Kerim'de bu haçlı ve Siyonist emperyalizminin tanımlayıcı örnekleri vardır. Kuranda gösterilen bu örnekler bir bir insanlara anlatılırsa, birer öğreti durumuna getirilirse her şey tüm berraklığıyla ortaya çıkacaktır. Ama hey hat bugünkü İslam dünyasının başındaki piyonların, münafık ve hain kişilerin işine gelmez. Zira bir ülke, bir toplum uyanırsa, tam uyanır. Dirilirse direnişe geçer ve gereken hain münafıkların haddini çok güzel bir şekilde bildirir. Ama bir türlü milleti uyarmaya, bilinçlendirmeye yönelik maalesef bir çaba gösterilmemiş ve pek de gösterileceği de beklenmiyor Bundan sonra da, gösterileceği ilişkin de bir ışık görünmüyor. Gelen, giden politikacılar hep gününü gün ediyorlar. Dünkü medyanın yazışmalarına bakıldığında, hükümetin NATOnun bir parçası olarak almış olduğu karar şeklen çok güzel görüntü veriyor ise de fakat bize göre hiç de iç açıcı değildir. Zira Ahmet Altanın dünkü köşe yazısına bakıldığında harfi harfine katılmamak mümkün değil. Ahmet Altan dünkü "GEMİ VE ANAYASA" başlıklı köşesinde şöyle diyor; "Gerçeklerle dövüşemezsiniz. Dünyadaki gelişmeleri, içerideki epeyce sığ politik çekişmelerin optiğinden değerlendirir. İki ucuz alkış almak için hamasete sığınırsanız sonunda kendi kendinizle çelişmek zorunda kalırsınız. Kaddafi, tanklarıyla, uçaklarıyla isyancıları ezmeye giderken fareler olarak nitelendirdiği kendi halkını paralı askerlerine öldürtürken insanlar bizi Kaddafinin füzelerinden koruyun diye bağırırken bu katılıma müdahale edenleri emperyalizmle suçlayanlara katılıp Başbakan Erdoğan gibi biz silahımızı Libya halkına çevirmeyiz derseniz, size Libya halkı kim diye sorarlar? Kaddafi ve paralı adamları mı Libya halkı, yoksa Kaddafinin öldürmeye gittiği insanlar mı Libya halkı? Kaddafiyi durdurma operasyonuna karşı çıkmanızı, orada 25 milyar dolarlık yatırımımız var, müteahhitlerimiz iş yapıyor diye açıklarsanız politikanızı çıkarınıza göre belirlediğinizi söylerseniz, o zamanda kimseyi emperyalist çıkarlar gözetmekle suçlayamazsınız" Evet, sevgili dostlar. El Hak. Deneyimli yazar Sayın Altan yazının sonuna kadar daha çok çarpıcı noktalara temas etmiştir ve gerçekleri söylüyor. "Kaddafi Müslümandır. Libya halkı üzerine ne yaparsa yapsın, Müslüman olduğu için yaptığı her şey Müslüman olmayan ülkelere karşın bir nevi meşruiyet verilmelidir" düşüncesi ya gaflettir, dalalettir, ihanettir veya da ahmakça bir cehli mürekkeptir. Bize göre Kaddafilerin, Saddamların, Hüsnü Mübareklerin, yaptıkları iğrenç oyunlar ve katliamlar haçlılardan daha çok kötüdür ve tehlikelidir. Zira haçlı ordularının tarihi ve ezeli İslama karşı düşman olarak bilinen bir gerçektir. İslam ümmeti tarih boyunca bunlara karşı güçlerinin yettiği kadar gerekeni yapmışlardır. Savaş mı, şahadet mi, gazilik mi, düşünce ve kültürel mi, her ne ise İslamın gereğini, İslamın isteği doğrultusunda yapa gelmişlerdir. Ama velâkin bu ülkelerin içine Müslüman ümmetinin içine sızdırılan satılmış, gaddar, zalim, anlayış ve kimliklerin hıyanetlerine karşı maalesef o gücü gösterememiştir İslam ülkeleri. Neden mi? Zira adlarını Ahmet, Mehmet, Ali, Hüseyin, Cemal, olarak göstermişler gerektiği anda cami ve cemaatlerin içine de katılmışlar. İslamın şekli olarak emrettiği namaz ve oruç da tutmuşlar ama alttan planlanan karanlık oyunlarından da geri kalmamışlardır. Ve Memaliki İslamiye denilen bu İslam ülkelerini paramparça etmişler ve Üstadları tarafından kendilerine verilen görevi büyük samimiyetle yerine getirmişlerdir. Bu nedenle diyoruz ki; Dökülen kan kandır. İster o kan haçlı ve Yahudiler tarafından dökülsün, ister içimizdeki satılmış piyon, münafık hainler tarafından dökülsün, hiç fark etmez. Ancak bir fark var, bir atasözü var hani demişler ya "Senin gözünü kim oymuş" sorusuna karşı demiş ki "benim yakınım gözümü oymuş" "Onun içindir ki o kadar derinden oymuş" misali gibi. Örneğin; Türkiyemizde Osmanlının son döneminden günümüze dek yaklaşık yüz yıldan beri bu ülkenin başına gelenler deyim yerindeyse pişmiş tavuğun başına gelmemiştir. Değişik yöntemlerle, entrikalı oyunlarla, renkli görüntülerle olayları makyajlayarak yola çıkanlar bu cumhuriyet döneminde hiç de Kaddafilerin, Saddamların, Arap Yarımadasındaki Kralların yaptıkları mezalimden geri olmamıştır. Kemalizm, Atatürkçülük, laikçilik, cumhuriyet, demokrasi gibi ifadeler kullanılarak, yasalar ve anayasalar oluşmuş ise de ama hiçbir derde deva olmamıştır. Bilakis tabir yerindeyse milletin oyulan gözü daha derinden oyulmuştur. Neden? Çünkü hariçten değil, içten yapılmıştır. Bugün mevcut olan sistemin hegemonyasında yürütülen devletin birçok kurum ve kuruluşları devenin boynu gibi hep eğri büğrüdür, nereden tutarsan elinde kalır misali. Başbakan Sayın Erdoğanın başkanlığındaki hükümetin hatta iktidar partisinin yapması gereken yegâne çare ve atılması gereken adım hiç zaman kaybetmeden süratle bu sistemin temeline manevi kezzap suyu dökmeleri lazım. İnsan şeref ve haysiyetine yakışır, yepyeni teru taze milli bir anayasanın getirilmesi gerekir. Devletin önemli kurum ve kuruluşlarının başını çeken TSK, yargı, emniyet vs. gibi kurum ve kuruluşların bünyesinde önemli değişiklikler yapılması lazım. Yıllardan beri ülke üzerine askeri vesayet ve hegemonyası altında inim inim inleyen bu milleti artık gerçek demokratik bir çehreyle değiştirip halkın karşısına çıkmaları gerekir. Aksi takdirde, "eski tas eski hamam" anlayışından kendini kurtaramaz kimse. Vay Sarkozy gelmesin de, Kaddafi olsun, vay Rusya Devlet Başkanı Putinin Akdenizdeki müdahalesine haçlı seferiymiş gibi aldatmacalara bağlı kalmamak lazım. Yazımıza başlık olarak koyduğumuz ifade doğrultusunda adım atmak lazım, hain ve münafıkların tehlikelerini net olarak görmek gerekir. Evet, o zaman toplumsal bir seçenek şansına erişilebilir. En derin saygı ve sevgilerimle. Hayırlı Cumalar diliyorum.