İÇ DÜŞMAN İLE DIŞ DÜŞMAN ARASINDAKİ FARK!? (VIII)
Eklenme: 8/31/2022 12:00:00 AM

Sohbet serimiz devam ediyor.. Bugün sekizinci gündeyiz.. Görünen o ki bir kaç gün daha devam edecek bu minvaldeki sizlerle olan hasbıhalimiz Evet, mevzuların yarattığı olumsuzluklar herkesin malumudur.. Hele ki, tarihin tarafgirane tutumu noktasında münafıkça anlayışların söz sahipliği, 1.5 asırdır bu coğrafyayı vesayet altında tutmaktadır.. Ki bu vesayeti deşifre eden de sohbetlerimize başlık olarak kullandığımız İç düşman ile dış düşman arasındaki fark ifadesinin kapsamıdır

***

Başlığımız anlam itibariyle derin ve kapsamlıdır Her bir kelimesi, kitap dolusu önem arz edici vurgulara sahiptir.. Zira mevcut müesses nizam, 28 Şubatçıların, vesayetçilerin, darbecilerin bu millete yutturmak istediği bir sistemin, bir rejimin, yanlış ve darbeci bir anayasanın himayesinde, milli iradenin nasıl da tahakküm altında tutulduğu aşikrdır Ki bu tahakküm bugüne özgü değildir.. Gerek Osmanlının son dönemi ve gerekse Cumhuriyetin kuruluşundan sonra, dış orijinli bir komuta zinciriyle hep varlığını idame etmiştir.

***

Bu tutum ve hareket, müesses nizamın diktası ülkenin bölünmez bütünlüğüne yönelik bölücü, şoven, faşizan hareketlerin her daim kendisine alan bulmasının önünü açmıştır.. İvme kazandırmıştır.. Bilakis koruyup, kollayan olarak varlıklarını sürdüre gelmesine, zemin yaratmıştır Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze dek, hatta biraz geriye dönersek, 20. Asrın sonlarına doğru Osmanlı imparatorluğunun içine sızdırılmış hıyanet şebekelerinin varlığı ve tahribatları inkr edilemez. Buna rağmen bu millet hala da ayaktadır.

***

Özü itibariyle bütünlük içerisinde bin yıldan beri yaşayan bu toplum, şerefli bir tarihe sahiptir. İzzetli, namuslu, dürüst bir kültür inancıyla bin yıllık süreç içerisinde mazisi temiz, hür ve bağımsız bir toplum olmaya çalışmıştır Tek gaye ve hedef; İslam bayrağını dalgalandırmak olmuştur Hele hele ki Selçuklu Büyük İslam Devletinin ordularından tutun da Osmanlı Büyük İslam Devletinin ordularına kadar.. Tarih sayfalarında, fütuhat üstüne fütuhatlar gerçekleştirdikleri yazılıdır Emperyalist haçlı ve Siyonist güçlerle son safhaya kadar mücadele etmişlerdir Zerre-i miskal taviz vermemişlerdir..

***

Bu şerefli mücadelenin bayraktarlığını yapan şeref ve izzete sahip ordular olmuştur. Ki öyle de anılmaktadırlar.. Bugün de Sayın Recep Tayyip Erdoğanın başkomutanlığı altında terörle mücadelede Türk Silahlı Kuvvetlerinin başarısı takdire şayandır.. Ki kıyamete dek bu şerefli mücadele devam edecektir.

* * *

Malumunuz üzre dün milletçe 30 Ağustos Zafer Bayramını kutladık.

Elbette ki tarihimizin tespitlerine göre Ağustos ayı, Selçuklulardan tutun da günümüze dek hep zaferler ayı olmuştur. 30 Ağustos 1922de gerçekleşen büyük taarruzun yeri apayrı bir yerdir.

Ama özellikle üzerinde durmak istediğimiz ana konu şudur.. Başta çanakkale savaşı olmak üzere, İngilizlerin İstanbulu işgaline kadar ve hatta Yunanlıların İzmir işgaline, Fransızların Urfa işgaline kadar, Rusların Bitlis işgaline kadar Tüm bu işgaller elbette ki rastgele olmadığı gibi, elini kolunu sallayarak gelen müstevlilerin başarılarına da dayanmamaktadır. Her bir işgalin; sırrı söz konusudur..

Şöyle ki, Osmanlı ordusunun bünyesinde dışarıdan zehirli gıdasını alan bazı devşirme paşaların varlığı, siyasilerin ve ittihat terakki partisinin mason olan büyük bölümünün yapmış olduğu haince davetiyeleri doğrultusunda bu coğrafya işgal edildi.. İşte o işgalciler, 30 Ağustos 1922de Anadoludan, İstanbuldan, her taraftan koparılarak, kovuldu, denize döktürüldü..

Peki, bu kahramanca destanı ve zaferi kimler elde etti?

Kimler cephede savaştı?

Elbette ki bu ülkenin milli mücadele kahramanları bu milletin bizatihi kendileri oldu..

7den 70ine birer mücahit oldular..

Onların sayesinde işgal güçleri bu topraklardan arındırıldı

Ki yakın tarihin yazdıklarına göre Gazi Mustafa Kemal Atatürkün kumandası altında milli mücadele kahramanları el ele vererek düşmanları bu ülkeden kovup denize döktü

Bu zafer, tarihimize kazandırılmış bir şeref levhasıdır..

O büyük gazi mücahitlerimizi şerefle, şehitlerimizi de rahmetle anıyoruz.

Amma velkin.

Bu zaferden sonra, ne oldu da Türkiyede her şey tersine dönmeye başladı?!

İki gün önce yazdığımız gibi, durup dururken insanın aklına şu sorular gelmiyor değil; Milli Mücadelenin mücahit kahramanları neden düşman bellendi, onlara karşı yönetim neden hasım kesildi?!

Evet, 1922de tüm Anadolu sathını işgal eden elin gavuru kovulmuş, denize dökülmüş olmasına rağmen, nasıl olur da o kovulan keferetül fecerelerin tüm plan ve projeleri yeni bir Türkiyeye, yani Cumhuriyet Türkiyesine kabul ettirildi, daha doğrusu yutturuldu?

Ve bunlar bir bir uygulandı

Buna bir türlü insanın aklı ermiyor.

Buna bir türlü cevap da bulamıyoruz.

İzmirde Ege Denizine dökülen Yunanın tüm haçlı anlayışı ne ise küfrün geçit verdiği ahlaksızlıklar ne ise bugün Türkiye milletinin 7sinden 70ine bulaşmış durumda.

Ahlaki dejenerasyonlar son safhada.

Ailevi çürümüşlük apayrı bir halde yürüyor.

Milli Eğitimde yapılan ders müfredatları ile yetişen gençlik başka bir yörüngede yürüyor.

Ve buna da laiklik adı takıla gelmiştir

İncelediğimiz, gerçek yalan söylemeyen tarihin önemli tespitlerine dayanarak söylüyoruz.

1914teki I. Dünya Savaşına sokulan Osmanlı ordusunun baş mucidi ve İttihat Terakki Cemiyetinin hükmen manevi kurucusu olan Moiz Kohenlerin ve daha doğrusu Selanik Yahudi dönmesi olan Yunus Nadilerin, İngiliz baş murahhası Lord Curzonların, o dönemde Osmanlıdan bazı kalıntılarla işbirliği yaparak başta Lozan Antlaşması olmak üzere bu plan ve projeler, bir bir hayata geçirilmiştir diye düşünüyoruz.

Ve ne hazindir ki bunun adına da kurtuluş denilmiştir

CHP anlayışının bu oluşuma sahip çıkması, cumhuriyetten yani 1925ten 1950lere kadar o kurtuluş savaşını gerçekleştiren mücahitleri Divan-ı Harb-ı Örfide bir bir sorgulamış ve idam etmiş olması da insanlara bazı önemli tereddütlerin getirilmemesi mümkün değildir.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Bugünkü yazı serimizin devamını 1 Temmuzdaki Bölgedeki ve İlimizdeki bazı trafik memurlarının halka karşı yapmış olduğu yanlış uygulamalarla ilgili olarak yazılan GÖZÜNÜN ÜZERİNDE KAŞIN VAR başlıklı yazıyı bugünkü sohbetimize dercetmeyi düşünmüştük.

Ancak, 30 Ağustos Zafer Bayramının araya girmesi nedeniyle bugünkü sohbetimize, o yazıyı alamıyoruz.

Ama hayırlısıyla yarından itibaren bölgedeki bazı trafik polislerinin yaptığı yanlışları da göz ardı etmeden sizlerle paylaşmaya devam edeceğiz.

* * *

Şimdi yeniden sadedimize gelelim.

30 Ağustos Zafer Bayramı nedeniyle bazı istismarcı medya kalemşorlarının yine Gazi Mustafa Kemal Atatürkün gölgesine sığınarak, zırhına bürünerek halkı kışkırtmaya yönelik yazdıkları yazılara cevap olarak birkaç kelam edip yazımızı sonlandıralım.

Şöyle ki;

Dünkü SÖZCÜ Gazetesinde, gazete diyoruz ama paçavradan başka bir şey değil aslında.

Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ ve Uğur Dündarın Laiklik ile Kemalist anlayışını istismar ederek yazdıkları bazı kirli yazıları buraya alıp cevap vermeden geçmek istemiyoruz.

Başyazar Uğur Dündarın köşe yazısında şöyle yazıyor, hem de 26. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğdan tarihi gerçekler adı altında neşrediyor

Diyor ki;

BÜYÜK TAARUZ HÜRRİYET VE BAĞIMSIZLIĞIN ÖLÜMSÜZ ABİDESİDİR

Bu ifade çok güzel, katılıyoruz, katılmamak da mümkün değil.

Devamla şöyle diyor;

Türk ordusunun taarruz planının temeli stratejik sürprizdi. 30 Ağustos 1922de elde edilen zafer, tam bağımsızlığa giden yolun başlangıcı olmuştur.

Buyurun, buna ağlayalım mı, gülelim mi?

Eğer 30 Ağustos 1922deki taarruz sayesinde elde edilen zafer Türk milletinin ve ülkemizin tam bağımsızlığına giden yol olarak nitelendiren Emekli General Başbuğ, bunu düşünüyorsa

Madalyonun bir de tersyüzüne bakmalıdır.

Mademki bu taarruz büyük bir zafer olarak tarihe geçmiştir ki öyledir, inanıyoruz.

Ama ne oluyor da o zaferin hemen akabinde Osmanlı imparatorluğunun temellükü altında bulunan Memalik-i İslamiye olan beş milyon beş yüz kilometrekarelik bir coğrafya birden bire 770 bin kilometrekarelere iniyor?

Bunun kaynağı nedir, sebebi nereden kaynaklanıyor?

Eğer aynı anlayışla yola çıkarsak ki çıkmak zorundayız.

İsviçrenin Lozan kentinde Lord Curzon ile İsmet İnönü arasındaki yapılan antlaşmada Kerkük, Musul, Erbil, daha doğrusu Kuzey Irakın tümü nasıl oluyor da İngilizlerin eline geçiyor?

Ki bu coğrafya Hilafet-i İslamiyeye bağlı olan bir coğrafyaydı.

Keza Suriye, Lübnan, ta Yemene kadar

Fazla uzatmaya gerek yok.

Bunların hepsi tamamıyla, bir çırpıda o işgalci devletlerin eline teslim edildi.

Hem de bazı kurtarıcı kahramanların imzalarıyla(!)

Ve buna da Misak-ı Milli Hudutları adı verildi.

Buna gülelim mi ağlayalım mı?

Gerçekten yetkili ve etkili medyanın bazı kirli kalemşorlarından kamuoyu adına cevap bekliyoruz.

* * *

Aynı gazetenin büyük puntolarla LAİKLİK ADAM OLMAKTIR başlıklı manşet haberine bakalım.

Ulu önder Atatürk, sadece savaşlarda değil, çağdaş ve laik bir ülke kurarak da büyük bir zafere imza attı. Laikliği Türkiyenin genlerine işledi. Son günlerde bunu zedeleyenlere Atatürkün bu sözü yeter. Yani Laiklik adam olmak demektir.

Bu sloganın cevabını da yarınki yazımızda göreceksiniz.

En derin saygı ve sevgilerimle.