İDEOLOJYASIZ BİR SİYASET, SİYASET DEĞİLDİR! (IV)
Eklenme: 7/8/2015 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.
Gerçekten “İdeolojyasız bir siyaset, siyaset değildir…”
Çünkü, dalalettir, felakettir ve sonuç itibariyle rezalettir.
Neden mi?
Zira güçlünün hükümran olduğu bir sistemde hakkın, hakkaniyetin ve hukukun geçit bulması mümkün değildir.
O ülkede ve sistemde; güçlünün güçsüze dayatma zorbalığı söz konusudur.
Bu da gerçek insanlık kavramında yer bulamaz, ancak orman kanununda geçerli olabilir.
Çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmak isteyen dünya hukuk literatürü, ne yazık ki bugün yeryüzündeki "ideolojyasız bir siyasetin hükümranlığı" altında inim inim inliyor.
Her şeye teslim-i silah olmuştur, mücadelesinde mağlup düşmüştür.
İslam medeniyetinin hâkimiyet bulmadığı, eski Roma ve Yunan medeniyetinden ithal edilmiş bir siyasetin toplumda hukuk ve hakkaniyetin varlığından söz edilemez.
Zira dışarıdan medeniyet ve çağdaş hukuk olarak ithal edilmiş bir sistem, tamamıyla hakkın hakkaniyetin varlığı değil, zorbalığın, güçlünün güçsüze hükümran olma biçimidir.
***
Halkının yüzde 99’u Müslüman olan bir ülkede eğer insanların kanı dökülüyor, heder oluyor ve hukuksal olarak mağdurun ve maktulün hakkı aranmıyorsa, hukukun üstünlüğü bulunmuyor ve savunulmuyorsa, bu demektir ki o ülke politikasıyla, siyasetiyle, hukukuyla, tüm çağdaş medeniyet unsurlarıyla, gerçek hukuk değerlerinden uzaklaştırılmıştır.
Her ne kadar hukuktan, demokrasiden dem vuruluyorsa da aldatmacadır ve kandırmacadır.
Çağdaş medeni bir dünyada, böylesine medeniyetten bahsetmek, abesle iştigal etmektir.
Hukukun üstünlüğü yerine zorbalığın ve ceberutiyetin hâkimiyeti söz konusudur ki hele hele hukukun gölgesinde yapılıyorsa, o otoriteyi elinde tutan siyaset erbabının zafiyetinin ve itibarsızlığının bir alameti farikasıdır.
Zira İslam hukukuna göre bir insanın kanı ucuz değildir.
Haksız yere katledilen bir insanın ölümü yeryüzündeki tüm insanlığı katletmiş gibi ağır bir vebal içermektedir..
Bu itibarla hiçbir medeniyette geçici dünya için "dinin hükümleri" feda edilemez, rüşvet olarak da kullanılamaz.
Eğer fail-i meçhul bu memlekette yıllardan beri kol geziyorsa ve sözüm ona gelen-giden muhafazakâr hükümetlerin varlığı söz konusuysa ve o masum, mağdur insanların kanı yerde heder oluyorsa, kim hangi akılla bu milleti kandıracak ve “ben size huzur, barış ve kardeşlik, adalet ve hukuk gerçeğini getireceğim” diyebilir ki?
Her şeyden önce toplumun inandığı yüce bir din vardır.
O dinin bu topluma getirdiği realiteli ilkeler çiğnenmiş, arka plana alınmış, eski Roma ve Yunan medeniyetinin bu memlekete zorbaca enjekte edilmiş ve bu da medeniyet olarak yutturulmaya çalışılmışsa, bize göre kandırmacanın son aşamasıdır ve dalaletin, nifakın dik alasıdır.
* * *
Bakınız, sevgili okurlar.
Yıllardan beri bu ülke, sözüm ona hukukun üstünlüğüne istinaden demokratik hukuk ülkesi çerçevesinde yönetilmeye çalışılıyor, ama demokrasinin semtinden bile geçmiyor.
Yazılı olsun, görsel olsun medyanın manşetlerine bakıldığında inanın insan, insanlık haysiyetinden ne kadar uzaklaşmış olduğunu hatırlar ve utanır.
Dünkü SÖZ Gazetesinin manşetinden şöyle bir haber okuduk;
“13 ASKERİN ŞEHİT DÜŞTÜĞÜ SİLVAN SALDIRISI DAVASINDAKİ SANIKLARA BERAAT GEREKÇESİ”
Büyük puntolarla gerekçeli kararın başlığı şöyle yazıyor;
“HORLUYORLARDI”
Haber şöyle devam ediyor;
“Oslo görüşmelerini askıya alan eylem olarak tarihe not düşülen Silvan’daki 13 askerin şehit edilmesi hakkında dava açılan dört komutan için beraat kararı veren askeri mahkeme gerekçeli kararında askerler yorgunluktan halüsinasyon görüyordu.
Uykusu gelen askerler durduğu yerde horluyordu, şeklindeki acı gerçeğe yer verdi”
* * *
Bakınız, sevgili okurlar.
Hep bu köşeden bazı gerçekleri dile getirerek anlatmak istediğimiz hususlar bir bir su yüzüne çıkmaktadır.
Düşünün, nereden nereye gelindi?
Utanç verici!
Devlet otoritesini ve askeri mücadele sisteminin ne kadar güçsüz gösterildiği bu gerekçeli karara ne demeliyiz?
Bu gerekçeli karar; devletin zafiyetinin ifadesidir ve askeri gücünün kamuoyu nezdinde hafife alınmasının bir alametidir.
Aynı tarihli gazetenin manşetinin alt bölümündeki sol sütununda da şöyle bir haber var;
“Börü Davasında 4 tahliye çıktı”
Diyarbakır’da 6-7-8 Ekim tarihlerindeki izinsiz gösterilerde Yasin Börü ve 3 arkadaşının öldürülmesine ilişkin davanın tutuklu dört sanığının tahliyesine karar verildi.
Diyarbakır’dan Ankara’ya 2. Ağır Ceza Mahkemesi’ne nakledilen davanın ilk celsesi 5 Ekim 2015’te görüşülecek”
Ama böylece mağdur, maktul, şehit, o masum insanın kanı heder edildi, ailesinin ocağına kor ateşi düştü.
Nice aileler böyle dramlarla her gün karşı karşıya kalma zorunluluğunda olduğu halde, ideolojyasız bir siyaset hala da bu mağdur, maktul insanların hukukunu hiçe sayarak, sadece kelimelerle kendi kendini teselli etmekte çare buluyorlar.
“Kanı yerde kalmaz” diyerek.
Yasin Börü’nün 6-7-8 Ekim olaylarındaki ölümü, onunla beraber 53 kişinin faili meçhul cinayetten katledilmesi, Güneydoğu Anadolu insanını hayrete düşürdüğü gibi ailesi de büyük bir hayal kırıklığına uğradı.
Devlet “Kanı yerde kalmaz” derken bir çırpıda 4 insan tahliye ediliyor.
Yazımızın başında anlatmaya çalıştığım gibi bu demektir ki ülkemizde güçlünün güçsüze ne kadar hâkim olduğunun bir göstergesidir.
Hukukun, hakkaniyetin, kasasın yerine hukuksuzluk, ceberuti düzenin hâkimiyeti söz konusudur.
Sormazlar mı?
Peki, katil veya katiller nerede?
Demek ki bir ülkede “İdeolojyasız bir siyaset” mağdur bir toplumun, bırakın hakkını, hukukunu konuşmayı güç ve hükümranlık konuşur.
Zaten bir ülkede hukukun üstünlüğü, hakkaniyet paralelinde söz sahibi olmadığı takdirde, zorbalığın, ceberuti düzenlerin yaptıkları yanlarında kar kaldığı müddetçe, ülke hiçbir zaman kendine çekidüzen veremez.
Dağılıp yok olmaya mahkûm olacaktır.
Evet.
Bu köşede zaman zaman anlatmaya çalıştığımız husus; hukukun ve hakkaniyetin üstünlüğünün sağlanması ile birlikteliğin ve beraberliğin topluma güç vereceğini ve toplumun hukukunun sağlanacağını kesin dille Kur’an bize haber veriyor.
Ama tüm bunlara rağmen, Kur’anın hükümlerini tozlu raflara bırakarak, sadece Ramazan aylarında veyahut ölüler mezarlığında Kur’an okumakla, ölülerin ruhuna bağışlamakla yetinmek, hiçbir zaman gayretli ve imanlı bir İslam ümmetine yakışmaz.
Zira Kur’an soyut manayla değil, somutlaştırılmış gerçeklerin uygulamasından ibarettir.
* * *
Sevgili okurlar.
Bakınız, Enfal Suresinin 46. ayeti bize şöyle buyuruyor;
“Ve lâ tenâzeû fe tefşelû ve tezhebe rîhukum”
“Birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider”
Evet.
Dışarıdan ithal edilen ve buna hukuk ve adalet adı takılan zihniyet hiçbir zaman anılan ayetin derin manasına uymaz.
İslam dünyası böyle kan revan haline geliyor ve zalimin zulmü yanında kar kalıyor, güçlünün güçsüze hükümranlığı ise süresiz olarak devam ediyor.
Ne yazık ki; demokrasi, hukukun üstünlüğü ve cumhuriyetin şan ve şerefinden bahsediliyor (!)
En derin saygı ve sevgilerimle.