İNSAN TEMEL HAK VE ÖZGÜRLÜĞÜ’NE SALDIRMAK!
Eklenme: 6/25/2010 12:00:00 AM

Evet, değerli SÖZ okurları. Bildiğiniz üzere bir ülkenin "ülke olabilme şansını" yakalayabilmesi özellikle ve öncelikle insan temel hak ve özgürlüklerinin korunmasıyla mümkündür. Her halükarda, her platformda korunması gereken yüce değerlerin başında inanç ve düşünce hukuku gelir. Bir toplumu gerçekten toplum eden milletiyle, devletiyle bütünleştiren ana faktör insan temel hak ve özgürlüğüdür. Bu ise geniş kapsamlı bir kavramdır. İnsan temel hak ve özgürlüğü deyince ilk anlaşılan gerçek inanç hürriyetidir, düşünce ve konuşma özgürlüğüdür. Bunlar hiçbir zaman insanlık tarihi boyunca insanlığın olmazsa olmazı olmuştur. Bir toplum gerek siyasi olsun, gerek iktisadi olsun, gerek dini olsun, gerek dili olsun, her ne olursa olsun iradesi ve dayanağı olan devlet gücüne düşen ilk yüce görev tüm bu sayılan değerleri koruma altına almasıdır. Eğer bunlar değişik nedenlerle, keyfi ve ceberuti bir şekilde önlerine set çekilirse, yaşam tarzlarına mani olunursa buna hiçbir gerekçe kabul edilemez. Zira olmazsa olmazı olan insanın tarihi yaşam halidir.. Bunu tersine çevirip türlü bahanelerle keyfi yasalar getirip yasallaştırılmaya çalışılırsa buna demokratik temel hak ve özgürlük denilemez. Haydutluk ve insan haklarına udvanlıktan öte bir şey olamaz. Otomatik olarak o toplum kendini kargaşadan, terörden ve keyfi maceralardan kurtaramaz. Bakınız, dünkü yazılı medya yine bizlere neleri hatırlatıyor? Bugün Gazetesinin sürmanşetinde şöyle bir kare var.. Ve şöyle başlıyor: "İKİNCİ NUMARA DA İŞBAŞINDA" Ergenekonun Erzincanda uygulamaya koyduğu planla ilgili davanın bir nolu sanığı 3. Ordu Komutanı Saldıray Berk ifade bile vermedi. İki nolu sanık Başsavcı İlhan Cihaner ise tartışmalı tahliyenin ardından görevine döndü. Soruşturmayı yürüten Erzurumdaki mahkemenin verdiği tutuklama kararı, Yargıtay 11. Ceza Dairesi tarafından kaldırılan Başsavcı Cihaner Erzincan Adliyesine "Nerede kalmıştık?" diyerek girdi. "Gizli tanıklara yönelik bir soruşturmanız olacak mı?" sorusuna çok ilginç bir cevap verdi. "Herkesten hesap soracağız!" İşte Cihaner hakkındaki suçlama: "Silahlı örgüte yol gösterme, hukuku korumayı sağlayacak konumda bulunması Erzincanın farklı etnik kimlikleri barındıran yapısından yararlanarak huzursuzluk çıkartılması ve başlatılacak olayların ülke çapında yayılmasına yardımcı olma.." İşte bakınız sevgili okurlar. Başsavcı Cihanerin hakkındaki getirilen suçlama ve açılan iddianame özetle bu gerçeği ifade ediyor ve olayının sağlam kanıtıdır ve gerçek delilidir. Her şeye kafidir, gerçekleri anlamak için yeter de artar bile. Yazımızın başında değindiğimiz gibi; Eğer bir Başsavcı veya bir yetkili Ordu Komutanı kirli ideolojik bir macera girdabına girerse yanlış, dayanaksız, keyfi ve yanlış bir mezhepçilik edasıyla devletin tüm imkânlarını kullanarak masum dini inançlarına dayalı yaşamak isteyen insanların temel hak ve özgürlüklerine pranga atıp hem de devleti kullanarak yaşamlarına mani olmaya çalışıyorsa, sizce buna ne denir acaba? Kısacası tüm bunlar hukukçuluğa mı dayalıdır veya haydutluğa mı? Evet, inandığımız ve tüm insanlığın tarih boyu dayandığı kutsal ilahi kelam olan Kuranda geçen şu üç kelimeyi size hatırlatmak istiyorum.. Çünkü bu her üç kelimenin kavram olarak kapsadığı ana realite bize şunları öğretiyor. Yeryüzünde bozguncu olmamak, fesadı yaymamak ve insan temel hak ve özgürlüğünü korumak, bu bireyleri kapsadığı gibi özellikle yekvücut olarak toplumu da kapsamaktadır. Ve o toplumun bünyesinde oluşa gelen kamu kurum ve kuruluşlarındaki insanları da kapsıyor. O kavramlar nedir? 1) Vela tuhsirünnase eşyaehım 2) Vela tasev fil ardi müfsidin 3) Vezinu bil kıstasil müstakim

Evet, sevgili okurlar. Birinci ayetin yüce meali tüm insanlığı ilgilendiren, kapsayan ve bünyesine alan bir yüce değer.. Hem de bir Peygamberin..  Ki o Peygamber de Hazreti Şuayb.. Ağzıyla dört bin sene evvel kullanıla gelen şu kavram diyor ki. Kendi topluluğuna hitaben özellikle şöyle diyor: İnsanları hasara, ziyana uğratmayın, servet ve varlıklarını ihlal etmeyin. Tabi bu birincisi.. İkincisi ise; Yeryüzüne bozgunculuğu, fesadı, fitneyi, kargaşayı yaymayın. Üçüncüsü de.. Günlük hayat akışınızı ilgilendiren her şeyi dürüst ölçü ve tartılarla tartınız.. Ki bu üçüncü ayetin yüce meali anılan diğer her iki ayetin manasını da daha geniş bir kapsamda tüm gerçeğiyle bize anlatmaktadır.. Ki dürüst tartan tartıyı kastediyor. Yani günlük hayat akışınızı ilgilendiren ahlaki olsun, kültürel olsun, ekonomiksel olsun her şeyi dürüstlükle tartınız ve ölçünüz. Ayetin mefhumu muhalifinden anlaşılan odur ki.. Siz eğer tartılarınızı, ölçülerinizi yamuk terazilerle tartarsanız veya hileli ölçeklerle ölçer biçerseniz insanları büyük çapta zarara sokmuş olursunuz.. Ve yeryüzüne de bozgunculuğu yaymış olursunuz. Bu ayetlerin bize öğretmiş olduğu ders, insanların her alanda temel hak ve özgürlüklerine dayalı inanç hürriyeti, konuşma hürriyeti, kazanç hürriyeti, okuma yazma özgürlüğü vs. daha neler neler olsun ki. Devletin bunları kesinlikle koruma altına alması gerekir. Ya tam tersine bunları bir hiç olarak hiç olmamış gibi sayarak ve bunlara yasal olarak herhangi bir müeyyide göstermeyerek özellikle zımni olarak bırakın bunların yasaklanması bilakis bunlara meşruiyet kazandırma gibi bir hayat biçimine ne dersiniz acaba? Evet, köşemize başlık olarak koymuş olduğumuz "İNSAN TEMEL HAK VE ÖZGÜRLÜĞÜNE SALDIRMAK" ifadesi anılan bu üç ayetteki kavramları kastediyor olması özellikle devlet eliyle insanlarımıza karşı işlenen saldırganlık havası tüm tarih boyu insanlık cibilliyetine, karakterine aykırı olmuştur. Bu nedenle her ne kadar açıkta görünen terör saldırganlığı.. Kan dökme alçalışı.. Ülkeye sarsıntı yaşatan haydutluğu.. Rasgele kendi kendine oluşa gelmiş örgütlere ait olmaması gerekir. Eğer bu örgütler bugünkü ülkemizde varlığını rahatlıkla sürdürebiliyorsa ve kocaman bir ülkeyi milletiyle ve devletiyle beraber huzursuz ediyorsa mala, cana, inanca ve ahlaka, kişilere saldırarak toplum arasına bozgunculuğu, fitneyi yayabiliyorsa, onları oralarda aramaktan ise öncelikle kendi iç dinamiklerimize dönerek yasalarımızın, anayasamızın ne halde olduğunu düşünerek, sordurarak ona göre adım atmamız gerekir. Öncelikle devlet kendi iç bağırsaklarını temizleyip kendi kendini otokontrol altına alması lazım. Eğer devletin varlığı milli bir güç ise mutlak surette o milli güç milletin yüce değerlerine saygılı olması lazım, bağlı kalması gerek. Milletle beraber kamu kurum ve kuruluşundaki çalışanlarla aynı terazide görünmeleri gerekir. Yoksa bir ordunun harp akademilerinde dini inançları tezyif ve tahkir ederek günlük ders programlarında harp (savaş) tekniğini anlatma yerine ilk günlük programlarına milletin yegâne temel inancı olan yüce İslam gerçeklerine saldırırsa.. Yasamada İslam realitesine inanmayan insanlar ve partiler varsa.. Yürütme ve yargıda bu milli inanç olan kutsal değerlere inanarak yaşamak isteyenleri cumhuriyet tarihi boyunca pranga atarak, tutuklayarak cezaevlerine koyuyorsa.. O zaman demokrasi temel hak ve özgürlükler nerede? Çağdaş insanlık seviye ve karakterine yakışan demokrasi nerede? Hele hele Erzincandaki birinci derecede suçlu görünen bir Ordu Komutanı tarafından bu işler yapılırsa. Hele hele aynı ilde ve aynı paralellikte aynı fesat ve bozgunculuğa neden olan bir Cumhuriyet Başsavcısı tarafından yapılırsa.. Dahası suçlu görünen bu her iki isim devletin kilit noktası olan Genelkurmay ile yargının üst düzeydeki yargı terazisi tarafından himaye altına alınıyorsa.. İşte buna kim cevap verebilir? Bu hukuku ve askeri skandalı kim nasıl düzeltilebilir? En derin saygılarımla.