IRKÇILIK ÜZERİNE BİNA EDİLEN SİYASET, SİYASET DEĞİLDİR! (II)
Eklenme: 9/18/2015 12:00:00 AM

Sevgili okurlar.

Dünden devam diyoruz.

Evet.

Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri…

Diyor ki;

“Saadet-i ebediyenin (ebedi mutluluğun) anahtarı imandır.

Kişilerin iman nokta-i nazarında öbür dünyayı kazanabilmek için ona çalışmak lazım gelir.

Fakat ilim ve İslam adına, insanlara dahi bir menfaat dokundurmak için şer’en ben hizmete mükellef olduğumdan, bu yolda hizmet etmek istiyorum.

Lakin o hizmet, hayat-ı içtimâiyem dünyaya ait olacak, o ise elimden gelmez.

Ben o Frenk illetli siyasete hizmet etmem.

Bunun için o siyaset cihetini bırakıp, en mühim, en lüzumlu, en selametli olan imana hizmet etmeyi tercih ettim.

Kendi nefsim adına kazandığım hakaik-i imaniyeyi (iman gerçeklerini) ve nefsimde tecrübe ettiğim manevi ilaçları sair insanların eline geçmek için, o kapıyı açık bırakıyorum.

Belki Cenab-ı Hak, bunu Kur’an ve iman hizmeti olarak kabul eder.

Ve eskiden siyasete gösterdiğim önemden dolayı Allah günahıma da kefaret yapar inşallah.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Bediüzzaman şöyle devam ediyor;

“İmansızlık başka şeylere benzemiyor.

Nasıl ki saadet-i ebediyenin anahtarı imandadır, öyle de imansızlık başka şeylere benzemiyor.

Zulüm de, fısk da, kebair de birer menhus lezzet-i şeytaniye olabilir.

Fakat imansızlık da hiçbir cihette lezzet yok, elem içinde elemdir, karanlık içinde karanlıktır, azap içinde azaptır.

Evet, Kur’an ve imanın hizmeti niçin beni siyasete girmekten men eden gerçek nedir?

Ben de derim ki:

Hakaik-i imaniye ve Kur’aniye birer elmas hükmünde olduğu halde, siyaset ile kalkıp otursaydım, elimdeki bu elmas değerindeki ilmi değerler ihfal olunabilen avam tarafından, kamuoyu nezdinde bir siyasi propaganda durumuna geçebilirdi.

O elmas değerindeki İslami ilimler kıymetinden düşerdi ve o günahı hayat boyunca telafi edemezdim.

O halde ben o siyasete temas etmekle, o elmas değerindeki ilmi değerlere zulüm ederim, kıymetlerini tenzil etmek hükmüne geçer.

Ben de diyorum ki ey ehl-i dünya neden benimle uğraşıyorsunuz, beni kendi halime bırakmıyorsunuz?

Ben güdümlü ve bağımlı bir siyasete hiçbir zaman girmem.

Tahribatçı, bozguncu, hayatperest, nefsine esir düşmüş biçare bazı ehl-i bid’aların durumuna düşmek istemem.

Bunlar iki kısımdır.

Bir kısmı, güya İslamiyet’e sadakat namına, telafi etmek için zafiyete düşmüş dinin nurani şeceresini, ağacını milliyetçilik toprağında dikmek, kuvvetleştirmek istiyoruz, diye sözde dine taraftar vaziyetini gösteriyorlar.

Diğer kısmı ise millet hesabına, unsuriyete, ırkçılığa kuvvet vermek fikrine binaen milleti, toplumu İslamiyet’le aşılamak istiyoruz, diye siyaset yoluyla İslam’da olmayan şeyleri icat ediyorlar.

Birinci kısımdaki insanlara diyoruz ki siz her ne kadar İslamiyet’e kendinizi dost olarak gösteriyorsanız da siz olsa olsa birer ahmak, sadık dostlarsınız.

Biçare ulema ve kötü âlimler, akılsız, cahil sofiler, hakikat kâinatı içinde bir yıldız gibi yerleşmiş ve kâinatın hakikatleri göklerden salmış, İslamiyet’in şecere-i tubası hiçbir zaman milliyetçilik unsuruyla bağdaşamaz.

İkinci kısım milliyetçilere deriz ki ey sarhoş hamiyetfıroşlar, bir asır evvel milliyetçilik asrı olabilirdi.

Şu asır unsuriyet asrı değil, Bolşevizm, sosyalizm, dinsizlik meseleleri istila ediyor her tarafı, unsuriyet asrı geçiyor.

Ebedi ve daimi olan İslam milliyetçiliği, muvakkat dağdağalı unsuriyetle bağlanmaz ve aşılanmaz.

Aşılamak olsa da İslam milletini ifsad ettiği gibi, unsuriyet milliyetini dahi ifsad edemez.

Muvakkat milliyetçilik unsuriyet ideolojisini aşılamakta her ne kadar bir zevk ve bir güç görünüyor ise de fakat pek muvakkat ve sonuç itibariyle de haterlidir (zarar verir).

Hem Türk unsurunda, ebedi olarak bir daha birleşmemek üzere, yani kabil-i iltiyam olmamak suretinde, ülke içinde büyük bir inşikak çıkacak.

O vakit milletin kuvveti, toplumun gücü bir şak, diğer bir şak’ın kuvvetini kırdığı için hiçe inecek.

Her iki taraf da dışa dayalı emperyalizme yenik düşecek.

Örneğin; iki dağ birbirine karşı bir terazinin iki gözüne konulsa, bir kilogram dahi kuvvet hangi tarafta olsa, o iki dağın gücünü oynatır.

Biri yukarıya diğeri aşağıya iner.

Bu itibarla Üstat Hazretleri bugünkü insanlığa şu şekilde sesleniyor;

“Ülkenin birliğine, milletin birlik ve beraberliğine, ümmetin inanç gerçeğine zarar veren unsuriyet milliyetçiliği hiçbir zaman millet namına sayılamaz.

Zira öylesine sergerdane bir şekilde yönlendiriliyor ki bir daha bir araya gelmemek üzere etken dış siyasetin hâkimiyeti, ülkemiz üzerine dolaşır durumdadır.

Bu nedenle geçmişten ibret almak kaydıyla, herkesin 1908’den günümüze dek Türk siyasetini incelemek üzere objektif gözle bakması gerekir.

Objektif bir gözle, geçmişe yönelik tarih irdelenmediği müddetçe, bugünkü gençlik ve siyaset dünyası tez be tez aklını başına alacağına inanmıyoruz.

Zira her şeyin başı İslamiyet’tir. Roma hukuku değil İslam hukukudur.

Çağımızdaki tüm dünya hukuk literatürünün içerisinde en büyük revaç gören ve önem taşıyan İslam hukukudur.

Günümüzdeki siyaset, onun semtinden geçmiyorsa da halk hiçbir zaman bu gerçek yoldan sapmamayı kendine hedef etmiştir.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

1927 senesinde Avrupa’da toplanan bir kongrede mühim ecnebi filozoflar bir araya gelir.

Başta İslam hukuku dâhil olmak üzere Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v)’in getirmiş olduğu şeriatın irdelenmesine karar veriyorlar.

Bu kararları her ne kadar Arapça ibarelerle Bediüzzaman Hazretleri naklediyor ise de çünkü o günkü basın Arapça yazmıştı.

Ama bu Arapça ibareleri Türkçeye çevirmek üzere yola çıkan bazı ilim çevreleri hedefine ulaşmış ve bu kongrenin metnini Arapça’dan Türkçeye çevirebilmişlerdir.

Ve o garp ulemaları filozoflar, itiraf ederek şöyle demişlerdir;

“İslamiyet’in kanunları yüksek bir tarzda âlemin ıslahına kâfidir.

Hz. Muhammed (s.a.v)’in beşeriyete intisabıyla bütün beşeriyet muhakkak iftihar eder ve etmelidir.

O zat okuryazarlığı olmamasıyla beraber, on üç asır evvel öylesine bir şeriat getirmiş ki biz Avrupalılar 2 bin sene sonra onun kıymetine ve hakikatine yetişsek en mesut, en saadetli oluruz”

***

Evet, sevgili okurlar.

Hani diyorlar ya; “Görünen köy kılavuz istemez”

Bugünkü içine düşmüş olduğumuz boğucu siyaset girdabı, yalnız iktidardaki AK Parti hükümetine münhasıran sorumluluk getirmez.

Bu büyük insan sorumluluğu iktidara düştüğü kadar bir o kadar fazlasıyla muhalefete de düşmektedir.

Kamuoyunun ittifakla görüşleri de bu yöndedir.

Artık güdümlü bir siyasetle devletler ve ülkeler yönetilemez.

Bunun tek çaresi ithal edilen Roma Hukuk değil, İslam hukukudur.

En derin saygı ve sevgilerimle.

Hayırlı Cumalar…