İSLAM DÜNYASINDA TERÖR!
Eklenme: 11/13/2015 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

Bilindiği gibi dünkü sohbetimize başlık olarak kullandığımız “İtilaf devletleri büyük ittifak içinde” ifadesi yerli yerinde bir ifadedir.

Zira mevcut olan gerek Türkiye’de olsun, gerek Ortadoğu’da olsun, gerek tüm İslam dünyasında olsun…

Terörün perde arkası, gizli şirk ordularıdır.

Küfür dünyasıdır.

Kendini medeni dünya olarak adlandıran emperyalist haçlılardır ve sömürücü Siyonist İsrail’dir.

Özetlemek gerekirse, tek kelimeyle diyebiliriz ki;

Bugün değişik isimlerle olsun, değişik bahanelerle olsun, ne olursa olsun, terörün perde arkası; MOSSAD, CIA, Masonluk, Gladio, Mafya ve terör örgütleri arasındaki bilinmeyen ilişkiler.

İşte bu ilişkilerden yola çıkarsak, ümit ediyoruz ki belki Türkiye devleti olarak bir nebzecik de olsa terörle mücadele de hedefine ulaşır.

Bu samimiyet ister, ciddiyet gerekir, yüreklilik ister…

Bu da gerçek mana da milli ruhu taşıyan, sadakatle devleti yöneten milli iradeyle mümkündür?

Milli irade ruhunu taşıyamayan hiçbir iktidar terörle mücadelede başarılı olamaz.

Kandırmacalarla, yanıltmalarla, halkı yanlış yönlendirmelerle ülke bir yere varamaz, tam tersine her şey geri teper ve şer odaklarının bekledikleri bulanık hava gerçekleşir.

* * *

Evet, şer odakları dedik.

Tabii ki bilinen PKK terör örgütü bir şer odağıdır.

Ne kadar o şer odağı ise ona karşı mücadele vermeyen Kemalist anlayış da o kadar şer odağıdır.

Yıllardan beri gizliden gizliye de olsa bu şer odaklarını bünyesinde barındıran, gittikçe büyüten mevcut sistem de o kadar tehlikelidir ve şer odağıdır.

Kim ne derse desin?

Bu ülkenin terörle mücadele de başarı elde edilebilmesi için, bugünkü mevcut “demokrasi putuyla” değil, faşizan Kemalist anlayışla değil, dinsiz, inançsız, sekülarist anlayışla değil, yepyeni bir Türkiye, yepyeni bir anlayışla sağlayabilir.

O da bin yıllık aba ecdatlarımızın ruhi direniş anlayışıdır ki; bu memlekette bu ülke insanı rahatlıkla nefes alabilsin.

En büyük önderin yüce Kur’an olması lazım.

Bin yıllık aba ecdatlarımızın yeni ruhunu canlandırıp, şahlandırmakla olabilir.

Milli irade ruhu şahlanmadığı müddetçe, bu parlamenter sistemiyle bize göre beklentilerimiz boşuna olur ve zaman kaybetmekten başka bir şey de olmaz.

Ateş bacayı sarmış!

Hala da biz İttihat Terakki Cemiyetinin birer uzantısı durumundu olan batıl cumhuriyetçilikle, Kemalizm’le, Laisizm’le, CHP’nin katil ve yanlış ideolojileriyle bu ülkeyi yönetiyoruz.

Çünkü bu batıl yolda giden siyasetin yanında yavru paketler de çıkar ki bu yavru paketlerin içinden yeni yeni partiler çıkar.

İster HDP olsun, ister başka parti olsun, ister PKK olsun, ister DHKP-C olsun, ister DAEŞ, olsun. Her ne olursa olsun…

Bize göre zaman kaybediliyor.

Zaman kaybetmeden herkesin birleşerek yola çıkması gerekir.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Dünkü yazılı ve görsel medyanın sayfa ve ekranlarına bakıldığında, insanın tüyleri diken diken oluyor…

İnsanı ruhen sarsıyor, kalben cerahat kusuyor.

O kadar üzüntü, o kadar stres, o kadar heyecan…

Her Allah’ın günü askerin, polisin, Anadolu’daki ana baba kuzularının cenazesi geliyor ve dini merasimler neticesinde toprağa veriliyor.

Kimse kimsenin yarasına merhem olmuyor.

İş, sadece görüntülerde kalıyor.

Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde 11. gündür sokağa çıkma yasağı devam ediyor.

On binden fazla halk evini barkını terk ediyor ve diğer şehirlerdeki yakınlarına sığınıyor.

Daha dün, bir teğmen ve bir polis memuru şehit edildi.

***

İnsanın aklına ilk gelen şu acaba Suriye’nin yavru bir örneğimi oluyor Silvan?

Devlet o kadar zaafa mı düştü?

Böylesine sorular akla gelmiyor değil.

Ama hatırladığımız kadarıyla, bundan 60–70 yıl önce Silvan ilçesi o kadar ulema, âlim kesimleriyle dopdoluydu ki, her mahallede iki üç tane medrese, Kur’an, Hadis, Tefsir okutan müderrisler, âlimler ve hocalar vardı.

Silvan sanki Kâbe’nin veya Medine’nin birer mahallesi durumunda görünüyordu.

Zira içinde fıkıh, hadis, tefsir dersleri veren Seyda Molla Hüseyin-i Küçük isimli bir İslam âlimi vardı.

Seyda Molla Yakup Uyanık vardı.

Seyda Molla Hamit Efendi vardı.

Her birisi Kur’an ilminin uzman ulemalarıydı.

Tabiri caizse Silvan halkı 7’den 70’e onlara tapıyorcasına ellerini öpüyordu, dualarını bekliyordu, yaşlı oldukları halde onların yakın hayranları tarafından sırtına alıp Cuma namazı için camiye getiriyorlardı.

Sevgi, muhabbet, dostluk son safhadaydı.

1953’lü yıllardaydı, bugün gibi hatırlıyorum.

Ergenlik çağında genç biri olarak, bende orada ilim tahsil ediyordum.

Ama ne yazık ki o gün mevcut sistem, cumhursuz bir cumhuriyet anlayışının hükümetleri tarafından, yani faşizan bir Kemalist unsur tarafından kaş yapayım derken göz çıkarılıyordu.

Birer mürşit durumunda olan o büyük âlimler ve medreseleri, daima tarassut ve murakabe altındaydı.

Polisin ve jandarmanın takibinden düşmüyordu.

O günün cami ve medreseleri, polis ve jandarmanın kontrolünden kurtulamıyordu.

İnkârcı, batıl bir eğitim sistemiyle okutulan ve yetiştirilen o dönemin kuşakları ne yazık ki bugün artık silahlanmış durumda.

Devletle, milletle savaşıyor ve PKK adına sözde kendilerini kurtarıcı ilan edebiliyorlar.

Ve çağdaş medeniyet diye kendini nitelendiren, hele hele cumhuriyetçi Kemalist bir anlayışla yola çıkan, gelen giden hükümetler ne yazık ki bu ülkeyi böylesine şer odaklarından kurtaramıyor.

Bu yörede halkın anlayışında hâkim olan bir gerçek vardır. O da şudur;

"Bu ülkenin, bu coğrafyanın bugünkü hale düşmesinin yegâne sebebi batıl bir rejim altında eğitilen gençliktir."

İşte bu anlayışla eğitilen bir gençliğin elinden ancak bu gelir.

Kimi kime şikâyet edersin ki?

* * *

Sevgili can dostlar!

Fazla uzatmayalım, sizi de rahatsız etmemek kaydıyla, tarihi küçük bir örneği size sunmak istiyorum.

Günün birinde iki arkadaş yola çıkıyor.

Yolları devam ederken, büyük bir nehrin kıyısına gelirler.

Ama su geçit vermiyor ki geçsinler.

Arkadaşın birisi diğer arkadaşına diyor ki;

“Gel burada biz kendi imkânlarımızla bir kayık yapalım, bu kayığın üzerine ağaçtan sırık atalım ve o ağaçların üzerine de tulumları şişirip atalım.

Böylece kayık olur biz de karşıya geçeriz”

Böyle bir teşebbüse girişiyorlar.

Diğer arkadaş diyor ki;

“Ben bu işe girişmem, pek güvence vermiyor, ya bu tulumların havası suyun içinde sönerse o zaman batarız ve ölürüz”

Diğer arkadaşı “Ben yaparım ve geçerim” dedi.

Kendiliğinden kalkıp bu yola başvurdu, tulum getirip üfürerek şişirir, ağızlarını bağlar ve sırıklarla kayık yapar.

Üzerine atılan sırıklarla kayık meydana gelir, biner ve suyun ortasına gelir.

Bağladığı o tulumların ağzı gevşer ve hava söner, sönünce şişkinlik de düşer, şişkinlik düşünce de adam batar.

Batmak üzereyken, arkadaşını çağırır;

“Aman kurtar beni, batıyorum” der.

Arkadaşı diyor ki;

“Yedâke ev keta ve fu ke nefeğ”

Sen o tulumları ağzınla şişirdin, elinle bağladın.

Ben sana yardımcı olamam, ne yaptınsa kendi elinle yaptın”

* * *

Evet.

Meselemiz bundan ibaret.

Bugün başımıza gelenlerden dolayı kimseden şikâyetçi olmaya hakkımız yok.

Gerçeği konuşmak gerekirse yüz yıllık mazimize göz atmamız lazım.

Bazı önemli hıyanet şebekelerinin vasıtasıyla nereden nereye geldik ve daha bundan sonra da ne olacak?

Bakınız!

Daha dün Manisa'da, tüm dünya kamuoyu önünde iki masum bayan paralelci yaftasıyla, eli kelepçeli gözaltına alınıyor.

Bu bir ibret vesikası.

Anlayan anlar…

Allah sonumuzu, encamımızı hayreyleye demekten başka yapacak bir şey yok.

En derin saygı ve sevgilerimizle.

Hayırlı Cumalar.