İSLAM ÜLKELERİNDE DERİN DEVLET!
Eklenme: 7/19/2013 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

15. 07. 2013 tarihli yazımıza başlık olarak kullandığımız; MISIRDA DA DERİN DEVLETİN VARLIĞI İNKAR EDİLEMEZ ifadesi ve o günkü yazımızın ana çizgileri ve muhtevası (kapsamı), Memaliki İslamiye denilen bugünkü İslam ülkelerinin üzerine hegemonyasını kuran mezalimi içermekteydi.

Hiç kuşkusuz ki zorba ve insanlık dışı olan antidemokratik, hukuk dışı bu uygulamalar elbette ki rasgele tesadüfi bir olgudan ibaret değildir.

Hilafeti İslamiyenin yıkılışında ve cihanşümul Osmanlı İmparatorluğunun dağılmasında, İslam ülkeleri ve tüm İslam toplumları gerçekten çok büyük sıkıntılarla karşı karşıya geldiler.

Zira onların başlarına yönetici olarak geçenlerin birçok yönüyle, yüzdelik oranına verirsek, oransız olarak diyebiliriz ki;

İngiliz siyasetinin birer mahsulleri olup, her ne kadar isimleri İslam coğrafyalarının taşıdığı isimler ise de karakter itibariyle, kişilik itibariyle, kendi milletini sömürgeci devletlere peşkeş ettiren bozuk tinetli kimselerdir.

Deyim yerindeyse köle ve piyon sıfatını kabarık harflerle kendinde yazmaya mahkm kişilerdir.

Satılmış şahsiletlerdir..

Eğer gerçekten bugün İslam dünyasının kalbi durumunda olan, Camiül Ezhere sahip bulunan bir Mısır devletinin 1919dan günümüze dek tıpkı Türkiye gibi kendini "ihtilallerden, devrimlerden" bir türlü kurtaramıyor olması elbette ki emperyalist, zorba, İngilizler dahil olmak üzere Haçlıların birer dayatma şeklidir.

* * *

Onun için hiçbirisi, demokratik yöntemlerle hukukun ilkeleri çerçevesinde, çağdaş muasır medeni bir dünya uygulaması değildir.

Zira çizilen plan ve projeler aynı ağızdan, aynı kafadan organize edilerek, ülke insanlarına enjekte ediliyor.

Bu nedenle emperyalist, hukuk dışı, haçlı anlayışlara sahip, zorba devletlerin yaptığı iş, demokrasinin semtinden bile geçmiyor.

İşine geleni uyguluyor, işine gelmeyeni bu çağdaş, medeni dünya hukukuna uymayan irticai faaliyetler diye lanse ederek, büyük iftiralarla, yasakları dayatıyor.

Ama tüm bunlara rağmen ve hakikatler ortaya yerde iken İslam dünyası ne çare ki bir türlü kendine çekidüzen vermiyor/veremiyor.

Aklını başına almadığı gibi, toparlayıcı, birleştirici İttihadı Muhammedi olarak adlandırılan birlik ve bütünlüğü sağlamıyor.

Kendilerine ölüm pençesini atan Haçlı piyonların esaretinden de kendilerini kurtarma gayreti içerisinde bulunmuyorlar.

İşte tümüyle sıkıntı burada.

Orta yerde çağlar üstü, inandığımız ve bağlı bulunduğumuz yüce bir kitap elimizde varken ve tarih boyu kıyamete dek tüm mesaj ve bildirgeleriyle bizi uyarıyor olmasına rağmen bir türlü uyanamıyoruz.

O ittifakı, o birlikteliği yakalayamıyoruz.

Güçlü bir ümmet olma vasfını bir türlü yakalayamıyoruz.

Oysaki bu vasıf, bu nitelendirme, zaten bünyemizde vardır.

Şanlı ve şerefli bir İslam ümmetinin varlığı söz konusudur.

Hz. Halid bin Velidden tut, Emevi devletindeki nice kahramanlar ile Alevilerinden tut, Sünnilerine kadar beyin ve basiretinden zek fışkıran ulema kesimlerine kadar..

Yok ettiler.

Ve hakkı hayat verilmedi bir türlü.

Bu nedenle sahipsiz kalan bir ailenin yetimleri gibi kendi kendini yönetemediği halde ehliyetsiz kimselerin eline iradesini teslim ediyor ve ne çare ki hayal kırıklığına uğruyor.

Zira her zaman burada ifade ettiğimiz gibi;

Ağacın kurdu, ağacın içine saklanmışsa o ağaç her zaman için çürümeye ve devrilmeye mahkmdur.

* * *

Evet, son bir ay içerisinde Mısırdaki yapılan darbe her gün biraz daha kendini ele veriyor.

Bakın, 34 kişiden oluşturulan kabine genellikle Hıristiyan üyelerden ibaret.

Hıristiyan olmayanlar olsa da onların zaten elinde pek bir şey yok, çoğunluk onlarda.

Demek ki burada yaklaşık doksan-yüz yıl önceki Haçlı seferlerinin hedefi ne ise bila tereddüt hiç şüphe yok ki aynı hedefin dik alası hala ayaktadır ve vuruyor.

Ve o vurmakla da dev adımlarla günbegün hedefine ulaşıyor.

Hala da ne çare ki demokratik parlamenterler sistemine bağlı olan başta Türkiye olmak üzere, İslam ülkelerinin demokratik dayanışma beklentisi içerisindeyse de bize göre boşuna kürek sallamaktır.

Zira hedef belli, hedefe gizlenen ve pusu kuran üyeler de belli, darbeyi yapan cuntanın mensupları ve başkanları da belli.

Peki, sormazlar mı?

Yıllardan beri yani 1950lerden günümüze dek uygulamaların dik alasında değil miyiz?

* * *

Bakınız, 1928de Müslüman Kardeşler Teşkilatını oluşturan merhum meşru şehit Hasan-ul Benna, asrın büyük bir İslam limi olma hasebiyle kendisine düşen görevini eksiksiz olarak yapmıştır.

O yapılış itibariyle Müslüman Kardeşler Teşkilatı her gün biraz daha büyümüş, oluşmuş ve teşkilatlanmıştır.

Ama ne çare ki ittifaksızlık, dengesizliği oluşturuyor, dengesizlik ise yıkılış ve yıkımları simgeliyor.

Bu nedenle diyoruz ki;

İnandığımız yüce kitabı mübin olan Kuranımızın bize gösterdiği hedef doğrultusunda birleşelim, plan ve projelerimizi çağın teknolojik ve fen paralelinde dev oluşumları oluşturalım.

Yoksa hiçbir zaman bir yere varılamaz.

Boş siyasetle, kuru kafa ve kulaktan dolma oyunlarla İslam ülkeleri iki yakasını bir araya getiremez.

* * *

Bakınız, size bugünkü yazımızın ana çizgilerini bünyesinde taşıyan Şura suresinin 13. ayet ile 14. ve 15. ayetin açıklaması deyim yerindeyse bizim yüzümüze çok güçlü şamar atıyor ve uyanın ey İslam dünyası, diyor.

Aksi halde sınıfta kalırsın ve kalmaya devam ediyorsun.

Bakınız, 13. ayet bize neleri tavsiye ediyor ve nasıl uygulamayı kullanın diyor.

Dini dosdoğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin! diye Nha emrettiğini, sana vahyettiğini, İbrhime, Msya ve İsya emrettiğini size de din kıldı. Fakat senin kendilerini çağırdığın şey (İslm dini), Allaha ortak koşanlara ağır geldi. Allah, ona dilediğini seçer. İçtenlikle kendine yönelenleri de ona ulaştırır

14. ayet ise;

Onlar, kendilerine bilgi geldikten sonra, aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Eğer (azabın) belli bir süreye kadar (ertelenmesi ile ilgili olarak) Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı, aralarında hemen hüküm verilirdi. Onlardan sonra Kitaba mirasçı kılınanlar da, onun hakkında derin bir şüphe içindedirler

15. ayet ise aynı paralellik durumundayken, bize istikameti emrediyor.

(Ey Muhammed!) Bundan dolayı sen çağrıya devam et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların hev ve heveslerine uyma ve şöyle de: Ben, Allahın indirdiği her kitaba inandım ve aranızda adaleti gerçekleştirmekle emrolundum. Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz sizedir. Bizimle sizin aranızda tartışılacak bir şey yoktur. Allah, hepimizi bir araya toplayacaktır. Dönüş de ancak Onadır.

Demek anlaşılan odur ki;

Bu üç ayetin ana çizgileri eski çağlardan beri Peygamberlere verilen ilahi emir ve hükümler profili çerçevesinde adım atılırsa elbette ki bir yerlere varılır.

* * *

Eğer gerçekten bu şuurla İslam dünyası kendine bir çekidüzen vermeyip de koyun bacağıyla, keçi bacağıyla asılıyor, batıl ve yanlış bir felsefeyi düşünmeye hükümran kılıyorsa, vay halimize.

Her şey bitmiş demektir.

Hele hele bu nemelazımcılık, aramızda gerçekten bir profilse, bir adet haline gelmişse, vurdumduymazlıksa, bugün Mısırın başında ise artık orda kalır, bize gelmez.

Veya Şam despotizmi ve megalomanyağı acımasızca insanları öldürüp de, biz de pis pis bakıp kendimizi teselli etmeye çalışıyorsak, bugün ona yarın bizedir, diye düşünmüyorsak bu düşünceyi aramıza hükümran kıldırmazsak gerçekten İslam dünyasının geleceği badirelidir.

İşte bu nedenle Hasan-ul Benna hep kendini ihvan teşkilatına adamış, hayatını gençlik baharında feda etmiştir ve şehit olmuştur.

***

Evet, Hasan-ul Benna diyor ki;

İslam dünyası arasında iki çeşit iman var.

Yani toplum ile aydın, ulema kesimi arasında geçen ayrılış yolu ikidir.

Bakıyorsun ki toplumdaki yaşanmakta olan uyanış ibresi hep sıfırda oynuyor.

Mesela iman ve inancın sahibi uyuşmuş, uykuya dalmış, nefsini terbiye edemeyen bir iman var.

Bir de imanın diğer çeşidi ise tutuşarak alevlenmiş bir iman var ki o iman bir Meşale durumunda olup, parlayacak ve topluma yön verecektir.

Ve o çalışan toplum, artık Bolşevizme, Ateizme ve diğer kısa süreçlerdeki antidemokratik, zorba uygulamalara geçit vermeyecek

Yepyeni ter taze uyuşturulmamış, mukadderat denilen uyuşturucu planlarına esir düşmeyen bir toplum elbette ki bir gün uyanacaktır.

Uyandığı takdirde de eskisi gibi olmayacak, şuurlu ve imanlı bir gençlik olacaktır.

En derin saygılarımla.

Hayırlı Cumalar.