İSLAM’DA CİHAT YERİ VE KUTSALLIĞI!
Eklenme: 2/15/2016 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

Bilindiği gibi "Ortaçağ vahşet karanlığından mütevellit" mezalim, yeryüzünde insanlığı adeta kıskaca almıştır.

Ki tarih boyu köleleştirme amacını taşımıştır.

Ortaçağda her gün biraz daha türeyip üreme yapan küfür ve zulüm bezirgânları, insanlığı esaret altına almıştır…

Bireyinden tut, yekvücut toplumun her kesiminin kanına, malına, canına, namusuna, ırzına şeref ve haysiyetine kadar, insanlığın her şeyini istila etmiş, baskı altına almış ve putperestlik, şirk veya zulüm büyük çapta revaç bulmuş ve ne yazık ki günümüze dek devam ede gelmiş durumda.

Her ne kadar muasır medeni bir dünyada kendimizi görmek istiyor isek de hiç alakası yok?

Ne çağdaşlık var, ne muasırlık var, ne de medeniyet var, ne de hukuk, ne de demokrasi var?

Öyle bir hal almış ki tevhit inancı olarak toplumlar arası artık hiçbir din mefhumu kalmamış.

Tevrat’tan, İncil’den muharref olarak kalan bir medeniyet (!), medeniyet değil…

Adeta bir vahşet…

Ahlaki çöküntüler o günlerde insanlık pazarında satılıyordu.

Ne yazık ki, günümüzde de satılarak revaç bulmaktadır.

Hem de çağdaş medeniyet adına.

O vahşet öyle bir hale gelmişti ki, "insanlık" taşıyamayacak durumdaydı…

Elbette ki insanlar üzerine yapılan bu mezalim ki bu mezalime örnek belirtmek gerekirse, muharref Hıristiyanlık dinine bağlı kilisenin, hurafeye dayalı kilise sistemlerinin kurmuş oldukları engizisyon mahkemelerinin hükümranlığının dayatmasıydı ve baskıcı sömürü düzendi.

O gün neydi ise, aynı o hal ne yazık ki günümüzdeki sözde demokrat geçinen dünyada da yaşanmaktadır.

İnsanlık buna tahammül edemeyeceği noktaya gelince, elbette ki gayretullah denilen Allah’ın yüksek gayretine dokunmuş bu karanlık kirlenme mezalimi ve ahlaki çöküntülere “Dur” deme zamanı gelmişti ve o zaman da bi’set dönemi gerekiyordu.

Yani yüce İslam Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v) yeryüzüne Peygamber olarak gönderildi…

Risalet ve Nübüvvet gerçeği insanlığa gönderildi ve insanlık bu ilahi gerçekle tanışmaya başladı.

* * *

Evet, bu tanışma da öyle az öz, kendi kendiliğinden oluşup meydana gelme şekli değil..

Elbette ki bi’set denilen Peygamberlik ve Risalet sistemi Cenab-ı Allah’ın yüce hikmetlerle dopdolu olup hedef; insanlığın gerek bu dünya da gerek öbür dünyada olsun, kurtuluşuna yönelik ilahi bir sistemi işletebilmek.

Bu bi’set beraberinde Peygamberlik ve Risalet sistemi olarak getirirken, ama bunu kabullenmeyen, içine sindiremeyen o dönemin küfür ve dayatmacı zorbaları ve tüm zorbalıkların temsilcisi durumunda olan şirk ve putperestlik anlayışının hâkimiyeti tabi ki rahat durmadı.

24 saat Efendimiz (s.a.v)'e karşı mücadele verdiler.

Arkalarına da putperestliği, zorbalığı, zulmün çeşitlerini almıştı.

Hele hele bunların içerisinde en dehşetlisi Yahudilerle işbirliği yapan münafıklar olmuştur.

Tıpkı bugünkü gibi…

İşte Resulullah Efendimiz (s.a.v)’in bu tür karanlık oluşumlara karşı yapmış olduğu mücadelenin adı cihattı ve savaş durumuydu.

Zira Efendimiz (s.a.v) tebliğ ve irşat emri aldıktan sonra, tüm inananlarla harekete geçti!..

Son olarak da veda hutbesinde insanlığın yegâne kurtarıcılığını üstlenen büyük Peygamber, Allah’ın kendisine vermiş olduğu tebliğ emrini gerçekleştirdi.

Bu tebliğ emri Veda Haccında, yani Arafat dağında Müslümanlara okumuş olduğu hutbenin içine dercetmişti..

Bu tebliğ emrini insanlara verirken, her madde başı “Ya Rabbim sen şahit ol ben acaba bu tebliğ emrini, bu cihat emrini hakkıyla insanlara tebliğ edebildim mi?”

O olmasa zaten buradaki mücadelenin hiçbir değeri söz konusu değildi.

Maddeler halinde insanlara tebliğ eden o büyük İslam Peygamberi, o maddelerin sonunda “Ya Rabbim şahit ol, ben bunları da insanlara gür seda ile tebliğ ettim” der.

Kısa süre içerisinde buna dayanmayarak, içine bi’set ve nübüvvet gerçeğini sindiremeyen, ister Arap Yarımadasındaki şirk ve putperestlik anlayışı olsun, ister Doğu Roma İmparatorluğunun varlığı olsun, ister Sasani devletinin küfür sistemi olsun, hiçbirisi İslamiyet’i ve Hz. Muhammed (s.a.v)’i içine sindiremedi.

Ve o günden itibaren İslam’da cihat emrini Hz. Muhammed (s.a.v)’e Allah verdi ve uygulamaya geçti.

Hiç kuşkusuz ki, her zamanda, her zeminde, her coğrafyada ve her asırda zirvede geçerliliğini muhafaza etti.

Ve kıyamete dek, devam edecek.

Elbette ki bunu içine sindiremeyen o küfür ve zulüm kalıntıları bugüne kadar, yani günümüze kadar devam ede gelmiştir ve gelmeye devam ediyor.

Ama Müslümanlar, o yüce İslam sancağını göğüsleyerek yeryüzünün en ücra köşesine kadar dağıtabilmişlerdir.

Onun için cihat, İslam’da olmazsa olmazdır.

İnanan bir ülkede veya bir coğrafyada İslam cihadı veya mücadelesi gerçekleşmediği takdirde, o ülke, o coğrafya, o insanlar, hiçbir zaman küfür sisteminin mezaliminden, dayatmasından, zillet ve meskenetlerinden kendini kurtaramaz.

İlla ki İslam ülkesi simgesini bünyesinde taşıyan memalik-i İslamiye insanlarının cihat ruhunu zirvede tutması gerekir.

Ve bunu azaltarak değil, çoğaltarak, büyüterek yayılmasına yönelik çabalar gösterilmelidir.

* * *

Bu itibarla yüce dinimizi bize anlatan Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Nebeviler cihadı âyetle ve hadisle emrediyorlar.

Nitekim “Ve cahidu fillahi hakka cihadihi”

Allah yolunda cihadı hakkıyla ve hak cihadı ruhuyla gerçekleştiriniz” diye ferman-ı ilahi var.

Yine “Müminlerden nefislerini ve mallarını satın almak istiyor ve onun karşılığında cennet vaadini veriyor” mealindeki ayet bu söylediklerimizin kanıtlayıcı delilidir.

Allah için, Allah yolunda savaşan, ister ölsün, ister öldürülsün, daima hak ve hakkaniyeti göğsüne alarak savunmaya geçme zorunluluğu vardır.

Bunu yapamayan hiç kimse, hiçbir zaman Müslüman sayılamaz.

İster birey olsun, ister toplumsal birliktelik olsun, ister milli iradeyi taşıyan devlet ve iktidarlar olsun…

Bundan çekilemezler ve geri de kalamazlar.

Bu ruhu kaybeden hangi millet, hangi devlet, hangi coğrafya olursa olsun, illa ki düşmanın tasallutundan, mezaliminden kendini kurtaramaz.

İçindeki terör ve kargaşadan hiçbir zaman uzak duramaz.

Öyle bir hal alır ki Allahû Teâlâ’nın yüce kudreti gereği tüm günlük hayat akışlarını kötüye düşürür..

Toplum ekonomiksel olsun, ahlaki olsun, kültürel olsun, tarihsel olsun, dini inanç bakımından olsun…

Her halükarda ve her alanda varlığını kaybetmeye mahkûm olma zilletinden de kendini arındıramaz.

Bu nedenle yüce İslam dini gerek ayet, gerek hadis ve gerek fıkhi usul ve usulünde olsa ve füruat olsa, İslam’ın temel dayanağı ve üst seviyesi cihattır ve cihat ruhunun yaşatılmasıdır..?

Toplumun her kesimine bu mana değerini üstün tutmasıdır.

Yoksa mevcut durumlar orta yerde zaten kendini gösteriyor.

* * *

İşte İslam dünyasının içine düşmüş olduğu durumlar.

İşte Diyarbakır’ımızdaki özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki terör belası..?

Terör belasının başımıza getirdiklerinin temel nedenleri araştırılırsa, bunun yegâne sebebi, toplum arasında İslam’ın cihat ruhunun kaldırılmasıdır ve İslam’a sırt döndürülmesidir.

Yakın tarihimiz, birer alâmetifarika olarak bunları zaten bize gösteriyor.

Vay bu laikçilikmiş,

Vay bu demokrasiymiş,

Vay bu insan temel haklarıymış,

Vay bu Kemalizm’miş, Atatürkçülükmüş, çağdaşlıkmış, muasır medeniyetmiş, batılılaşmamış… Daha neler neler?…

Bunların hepsi uydurmadır, laf-ı güzaftır, kandırmacadır…

Kasıtlı olarak I. Dünya Savaşı’ndan sonraki İngilizlerin, Fransızların ve tüm batı dünyasının hatta Amerika’nın içimize ihraç ettikleri birer fesat ve fitne unsurlarından ibarettir.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Gerçekten, İslam’da cihat demek ülkeyi savunmak demektir.

İslam’da cihat demek, toplumun şeref ve haysiyetini, inancını zirvede tutmak demektir.

Küfür dünyasının içimize sokmuş olduğu nice hain elemanlar, ne yazık ki geçen yüzyıl içerisinde devletin, yani kamunun birçok kurum ve kuruluşları içinde üreme yapmış ve içten bizi yıkmaya çalışmıştır.

Hem de değişik versiyonlarla…

Nerdeyse iki buçuk aydan beri Diyarbakır’ımızın içine düşüp karşı karşıya kalmış olduğu kan bataklığı, bunun bir alâmetifarikasıdır.

Bunun açık bir delilidir.

Zira Güneydoğu Anadolu, Diyarbakır, Cizre, Şırnak vs. eğer bugün mevcut olan bir iç kavga varsa ve devletin askerine, polisine silah sıkılıyorsa ve devlet de bununla mücadele vererek milletin vergisiyle meydana gelen devlet bütçesini harcayarak başa çıkamıyorsa, derinden derine başımızı eğip düşünmemiz lazım.

İçimizdeki fesat unsurları tespit etmemiz lazım.

* * *

İnanın, sevgili okurlar.

Yakın tarihimize göz attığımız zaman, hiç uzağa gitmeye gerek yok.

İttihat Terakki Cemiyetinin kimler tarafından oluşturulmuş, meşhur 31 Mart Hadisesinin Selanik’ten çıkıp İstanbul’a yürüyen harekât ordusunun kimler tarafından ve hangi Selanik dönmeleri tarafından yapılmış olduğuna bütün dünya tarihi şahittir.

Ve 1918’lerde İngilizlerin gelip İstanbul’u istila etmeleri..

1923’teki kurulan cumhuriyetten sonra ülkenin kan revan içinden kendini kurtaramaması…

Hep yanlış politikalardan olmuştur.

Hatta yalnız yanlış değil de ihanetçi politika ve politikacılar yüzünden olmuştur.

Bunun kanıtlayıcı delili de CHP’nin dipçik ve şeflik dönemi olmuştur…

Bugün de HDP’nin PKK’sı olmuştur.

Ama öyle inanıyoruz ki bu millet “Artık yeter” diyor, Türkiye bunu kaldıramıyor, Diyarbakır bunu kaldıramıyor, Şırnak bunu kaldıramıyor.

* * *

Bakınız.

Dolaylı yollardan devletin bütçesiyle, milletin vergisiyle bir iki siyasi yapılanmanın bu milleti nerelere kadar götürmeye çalıştığını, kimler adına çalıştığını ve nasıl devlet ile milleti vurduğunu Hindistan’daki “Sağır Sultan” dahi biliyor.

Bu itibarla bu inanan Müslüman toplumun, 14 senelik iktidar partisi olan AK Parti’den beklentisi vardır?

AK Parti’ye güveniyor…

AK Partinin başlıca kurucularından olan Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasetine güveniyor ve inanıyor.

Ama ne yazık ki günümüze kadar tam manasıyla terörü yok etme hedefine ulaşılamamıştır ve milletin ruhi derinliklerine serin su serpilmemiştir.

Sayın Cumhurbaşkanımız olsun, Sayın Başbakanımız olsun, Bakanlar Kurulumuz olsun, çok değerli, inançlı ve milletin ruhunu okuyabilecek kabiliyete ve izana sahip oldukları halde, ne çare ki hala da partinin içine sızmış, hatta devletin içine sızmış ve bu terör odaklarına karşı net olarak teşhis konulmamış olması, birçok soruyu akla getirmiyor değil?

Acaba İttihat Terakki Cemiyetinin devleti ele geçirme haline mi düşmüş durumdayız?

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Gerçekten aylardan beri Diyarbakır’ın Sur ilçesine yani eski Diyarbakır’a sızdırılmış hain terör odakları ne oldu da görülmedi?

Keza Şırnak, keza Cizre…

Diyarbakır’ın Hevsel bahçesinden Sur ilçesine kadar mevcut belediyelerle terör odakları arasında işbirliği yapılarak devletin makineleriyle tüneller kazılmış ve bu tüneller hem de değişik yöntemlerle ve dolambaçlı olarak şehrin içine kadar uzanmış…

Ne var ki, benim istihbaratım birimlerim bunu görmemiş.

Benim milli istihbaratım, benim polis istihbaratım, benim Jandarma istihbaratım, yani tüm kamu kurumunda çalışan yetkililer ve sorumlular ne yazık ki bunu görmemişler veyahut görmezlikten mi gelinmiş?

İşte devletin bu saatten sonra bunu araştırıp ortaya koyması gerekir.

Yoksa bu hamur daha çok su çeker.

Demokrasi adı altında bölgedeki belediyelere resmiyet kazandırılmış ve devlet tarafından bütçe tahsis edilmiş ve bu bütçeyi kötü yolda kullanmışlar.

Ne yazık ki devletin Sayıştay’ı bunu görmemiş, devletin İçişleri Bakanlığı bunu görmemiş.

Kamu kurum ve kuruluşların zirvesinde oturan Vali ve Kaymakamlar bunu görmemiş.

Ve hala da görmüyorlar.

Doğrusu buna diyecek bir söz bulamıyoruz.

En yakın zamanda iktidar olarak Ak Parti’ye düşen görev bu coğrafyayla ilgili bu paralel yapının uzantılarını gerçekten tespit etmeleri gerekir.

Gerek derin devlet olsun, gerek paralel yapı olsun ve gerek de diğer gaflet içerisinde bulunan istihbarat birimleri olsun…

Devletin bunları teşhis edip ortaya çıkarması lazım…

Kazılan bu tünelleri herhalde cin veya şeytanlar kazmadı?

Bu bir güçle, aynı zamanda devletin gücüyle kazılmıştır.

Sormazlar mı?

Bu ne hal?

Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?

Niye devletin gücüyle dedik?

Zira HDP’nin her bir belediyesi devletin birer kuruluşudur.

En derin saygı ve sevgilerimle.