İSRAİL’İN İFRİTLERİ, BATININ ŞEYTANLARI VE İSLAM DÜNYASININ MÜNAFIKLARI İTTİFAK İÇİNDELER!? (II)
Eklenme: 8/26/2013 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

Bundan önceki İSRAİLİN İFRİTLERİ, BATININ ŞEYTANLARI VE İSLAM DÜNYASININ MÜNAFIKLARI İTTİFAK İçİNDELER!? başlığıyla yazdığımız yazıyı daha da genişleterek, detayına girmek üzere sizinle güncel olayları paylaşmak istiyorum.

Zira günümüzde güncelliğini kaybetmeyen olaylar, gittikçe çoğalmaktadır.

Ortadoğunun büyük projesi, Amerikadaki İsrail lobisinin kaynağından çıkmıştır.

Bu proje,yıllar yılı, ta Bush zamanından beri bu proje inceden inceye, gizliden gizliye, tartışarak, büyüterek bugüne kadar getirilmiştir.

Her zaman ifade ettiğim gibi, müstevli batı dünyasının ve Siyonist Yahudi emperyalizminin ittifakı içinde dünya siyaseti yürütülürken, Ortadoğu büyük projesinin geliştirilmesi için de Müslüman ülkelerin içinde iradesi zayıf, kimlikleri meçhul, karakter yoksunu, aydın geçinen sözde okumuş bazı siyasi adamları kendi saflarına çekmek üzere, kimliklerini gizli tutmak suretiyle görevlendiriyorlar.

Anılan bu üçlü fitne unsuru çok büyük para harcayarak, özellikle misyonerlik faaliyetinden başlamıştır.

Misyonerlik faaliyetleri ise siyaset alanında büyük meblağlarda para harcayarak yayılıyor.

Keza medya ve askeri kuruluşlara dağıtılıyor.

Aynı zamanda bunun başını çeken en önemli unsur; İslam dünyasının içinde bulunan münafık ruhlu insanların varlığıdır.

Bu nifak tohumunu bünyesinde barındıran kimliğini gizli tutan münafıklardır.

Bu münafıkların varlığı gerçekten İslam dünyasını çok büyük tehlikeye sürüklemiş, sürüklemeye devam ediyor ve daha da kandırmaca, yanıltıcı politikalarla siyaset alanına bile girmişler, medyayı ellerinde tutmuşlar.

Böylece zaman olmuş kavmiyetçilik, ırkçılık fitnesini ileri sürmüşler.

O bayatladıktan sonra Alevilik, mezhepçilik, Rafızcilik unsurunu yeniletmişler.

Bu da bayatladıktan sonra İranın bünyesinde barınıp da komşu Müslüman ülkelerine ihraç ettikleri Şiacılık yaftalarıyla İslam dışı olan her fitneyi İslamiyet adına enjekte etmeye çalışmışlar.

İran kendine İslam cumhuriyeti diyor fakat heyhat!

Somut olarak aktif gösterilen herhangi bir faaliyet olmamakla beraber sadece İslamiyet ile alakası olmayan hurafe, mezhepçilik yaftalarını ileri sürüyorlar.

Sözde ulema kesimleri siyah sarık bağlayıp, Resulullahın neslinden gelmenin bir simgesi olarak göstermekte veyahut da Kerbela fitnesini uyandıran yezidin aleyhinde kendini evlad-ı resul olarak telakki ederken, tam tersine İslamın hulafa-i raşidin olan Hz. Ömer ile Hz. Ebubekir-i Sıddıka çok büyük kin beslemişlerdir.

Hatta Irakta ve İranda komşusunun adı Ömer olursa Hz. Ömerin kininden dolayı evlad-ı resul dahi olsa illaki öldürüyorlar.

* * *

Evet, bundan daha fitne, bundan daha maceraperestlik, bundan daha vurdumduymazlıktan başka bir şey bulamayız.

Fakat gönül arzu ediyor ki bu tefrika, bu bölünme, bu İslam düşmanlığı gibi büyük fitne unsurları ortadan kaldırılsın.

Yeni gençlik, yeni uyanış versiyonlarıyla gerçek kimlikleri ortaya çıkarılsın ve İslamın urvetul vuska olan kopmaz zincirine sarılsın.

Yoksa Hadis-i Şerifte varit olduğu gibi İslamın ana hakikatlerini birbirine bağlayan ilahi kopmaz zincirinin halkaları bir bir koparılmaya mahkm olacaktır.

Başta Allahın adalet ve hukuk simgesi olan yargılama sisteminden başlamak suretiyle, o halkaların düşme başlangıcı yargılama usulünün İslam hukuku paralelinde uzaklaştırılmasıyla başlarken, sonucu da Müslümanlar arasındaki cemaatle namaz kılma mefhumuyla ve gençlik arasında terki salt denilen, namazı terk edip başıboş bir ümmet durumuna girmesiyle başlar.

Evet, bu da gerçekten başta söylediğimiz gibi Ecnihatül mekri selase yani hileli üç tuzağın kanatları İslam dünyası arasından çıkmaz, bitmez ve böylece kültürsüz, bilgisiz, kendini beğenmiş, cahil, cühela insanların boyunduruğu altına girmekten ümmet kendini kurtaramaz.

Kıymetli değer taşıyan herhangi bir meyve veyahut bir et çürürse netice itibariyle kurtlaşır, içinde gelişip, oluşan o kurtlar elbette ki o kıymetli yiyeceği çürütür ve çöpe atılır.

Kendi kimliğini net olarak göstermeyen münafıklar gerek siyasi alanda olsun, gerek medya kuruluşlarında olsun, gerek ekonomide, gerek kültürde olsun, günlük hayat akışlarını ilgilendiren her hususta etkilidirler. Ne yazık ki bunların varlığı bazı islami cemaatler arasında da söz konusudur.

Peki bunları nasıl netleştireceğiz?.

Kimliklerin netleşmesi İslamın canla başla hükümlerine bağlı kalınmasıyla olabilir.

Samimiyetleri ve gerçek kimlikleri, İslam gerçeğine inanmakla ve yaşatmakla gerçekleşebilir.

Aksi halde her şey yalan, uydurma ve kandırmacadan ibaret olur ki bu üç hileli kanatlara hizmet veren, üçüncü kanat olan Müslümanların arasından çıkan münafıklar daha tehlikeli acımasız olur.

İşte, Suriyenin hali ortada

İki yıldan beri pis ve kirli savaşın manası ne, değeri ne?

Kimi kime öldürtüyorlar?

İşte, bu soruya cevap bulma arayışı içinde olmak gerekir.

Buna yetinmeyen megalomanyak şer güçlerinin kölesi durumunda olan Esed ailesi yıllardan beri bu alçalışla kendini zirvede tutmaya devam ediyor.

Keza babası da öyleydi.

Mısırdaki firavunlar zinciri de bundan geri kalmıyor.

çünkü bunlar da anlattığımız ecniha-i selase denilen hileli üç tezghın üçüncü kanadı durumundadır.

Bu da İslam dünyasının içinden çıkan münafık ruhlu köle durumundaki piyonlardır ve bu piyonlar İsrailin direktifleriyle ve Amerikanın himayesiyle, Britanyanın olgulaştırmasıyla gittikçe güçleşiyor ve İslamı yutmaya çalışıyor.

***

Evet, sevgili dostlar.

Gerçekten günümüzdeki hali pür melalimizin bizi daha nerelere götürdüğünün belirsizliği içindeyiz.

Suriyedeki kimyasal silahın mazlum ve mağdur insanların üzerine atılması bir ilk değildir.

Bunun evveliyatı vardı ki mason, emperyalizmin kölesi durumunda olan Saddam da Halepçeye attı.

Esas atan el her ne kadar Saddamın eli ise de aslında arkasındaki güç İsrail ve Hıristiyanlık dünyasının iki kanadından gelmiştir.

Amerika ona attırmıştır ve suçlu göstermiştir, kandırılan bir kukla devlet adamı olarak Saddam, olayı üstlenmiştir ve o oyunu oynamıştır.

Gerçekten Ortadoğudaki olaylar, biri diğerinin takipçisidir.

Hiçbiri diğerinden az değildir.

İster Mısır olsun, ister Suriye olsun, ister Malikinin Irakı olsun, ister CHPnin Türkiyesi olsun.

Hep zihniyet aynıdır.

Siyaset alanında, medya alanında, ekonomi alanında her şey bir yere kadardır ve aynı ittifak içerisinde yürüyen bu şeytan üçgeninin karşısında ancak Türkiye ayaktadır ve sağlam durmaktadır.

O da muhterem Başbakan Recep Tayyip Erdoğanın büyüklüğüyle gerçekleşmiş durumda, dik durmasıyla her şey deşifre edilmektedir.

Onun için CHP olsun, MHP olsun hazmedemedikleri için Başbakana diktatör diyorlar.

CHP lideri hiçbir zaman Esed şeytanına diktatör demiyor, Mısırın darbesine de Firavun darbesidir demiyor.

Hatırlanırsa geçen sene CHP heyeti Şama gidip, Esedle fotoğraf çekmişlerdi.

Esed ile hatıra fotoğrafı çektiren CHP, bugün nerede?

Bize göre CHPnin bu anlayışı anılan şeytan üçgeninin üçüncü kanadıdır.

Yani İslam dünyası adına münafıkça attığı adımdır.

Zaten geçmişlerinden aldığı 27 Mayıs dersi için yeni bir hazırlıktır.

Yoksa Kamer Genç, şeklen sanki insanlığından tefessüh etmiş, maymunlaşma tenasühüne girmiş, gelip Diyarbakırda CHP heyetiyle Türkmenhacı köyünde ne işi var?

Zaten bu köy eskiden mezhepçilik ve Alevilikle anılmış bir köy olmakla beraber, artık bugün onu yaşamıyorlar.

Ama her nedense Kamer Genç ve ekibi gelmiş, oraya İşçi Partisiyle işbirliği yaparak, yeni bir fitne unsurunun uyanmasının öncülüğünü yapmaktadır.

Artık iş iktidar partisine düşer, Başbakana düşer.

Bu millet Başbakanına güveniyor, onun attığı her adımın sağlam bir adım olduğuna inanıyor.

En derin saygılarımla.