İŞTE DEVLET CİDDİYETİ VE GERÇEK DEVLET ADAMLIĞI!
Eklenme: 1/15/2010 12:00:00 AM

Evet, sevgili SÖZ okurları.

Siyasal ve sosyal günlük yaşam akışları her ne şekilde olursa olsun, kim olursa olsun, hedefleri ve stratejik anlayışlar hangi zemin üzerine olursa olsun samimi, ciddi ve gerçekçi olması gerekir.

Aksi takdirde kişi hem kendini kandırır, hem çevresini, hem de ülkesini kandırmış olur.

İşte buyurun iki gün önceki Siyonist İsrailin Türkiyeye karşı yaptığı şımarık edepsizliğine karşı Cumhurbaşkanı Abdullah Gülün ortaya koyduğu tavır.. Tek bir kelime ile kükreyişi İsraili özür dilemeye mecbur bıraktı.

Başbakanın da takındığı tavır gerçekten bir devlet adamına yakışır tarihi bir dik duruştu.

Yıllar öncesine yani cumhuriyetin kuruluşundan bugüne dek giden-gelen iktidarların Başbakanları, devlet büyüklerinin hiç birisinin İsraile karşı takındıkları tavır bu kadar dehşetli bir şekilde, ciddi olmamıştır.

Bilakis, kandırıcı yanıltıcı politikayla yel değirmenine karşı savaşan birer Don Kişot tavırlarıyla hadiseleri geçiştiriyorlardı.

Hem kendi insanını, hem de tüm İslam dünyasını çağımızın deccaliyet simgesi durumunda olan İsrail devletine karşı hiçbir zaman radikal bir siyaset yürütmemişlerdir.

Bugüne dek, bırakın radikal siyasetin yapılmasını bilakis Siyonist İsrailin Siyonist Deccaliyetine karşı göz kırparak, bıyık altından gülerek kirli tavır takınmışlardır. Tavşana kaç, tazıya tut misali.

Onun için de Türkiye bir yere varamamıştır.

Zaman zaman oluyordu ki, milli savunmanın harp sanayine yönelik büyük ihaleler ancak ve ancak İsraile peşkeş ediliyordu.

Örneğin geçmişe yönelik Tank onarımı ihalesi. Yani Kıvrıkoğlu ve Karadayı zamanlarında. Daha burada sayamadığımız neler yok ki?

Yüksek rütbeli subayların geleceğini garantiye bağlamak için yani Genelkurmay Başkanlığı gibi zirveye tırmanabilmek için bazı Encümen-i Danışın üyeleri, bazı generaller illaki İsraile gidip ağlama duvarı önünde saygı göstermesi gerekiyordu.

Siyonist İsrailin bir nevi tapınağı durumunda olan ağlama duvarı önüne dikilerek saygı duruşunda durmaları sonucunda gelip Türk Silahlı Kuvvetlerinin başına Genelkurmay Başkanı olabiliyordu. Bu genelleme olmasa da çoğunlukta öyleydi. Ama bugün AK Parti iktidarının döneminde kesinlikle bu söz konusu olamamıştır. Ümit ediyoruz ki bundan sonra da olamaz.

Fazla başınızı ağrıtmayalım, tek kelimeyle özetlemek gerekiyorsa, devleti yöneten politikacı, milli irade paralelinde büyük kişilik sahibi olması gerekir. Aksi takdirde tıpkı yıllardan beri yaşayagelen kişiliksiz politikanın ve muhalefetin takındıkları tavırlardan öteye gitmezler.

Tıpkı Osmanlının son dönemini eline geçiren İttihat Terrakinin farmason üç paşanın devleti eline geçirmesiyle Siyonist İsrailin politikaları paralelinde yaptıkları siyaset gibi.

İşte bakın Osmanlı yıkıldı, Hilafet-i İslamiye lağvedildi. İttihat-ı İslam darmadağın edildi. O büyük cihanşümul devlet 'ke en lem yekün' yok olup gitti. Ortadoğu siyaseti tamamı ile İsrailin güdümüne girdi. 1948lerde Deccaliyetin çağımızın baş temsilcisi durumunda olan emperyalist Siyonist İsrail Filistinde devletini kurdu. Hem İslam dünyası için hem de Hıristiyanlık dünyası için güçlü bir tehlike arz etti. Yani ahiri zamanın fitnesi durumunda olan Deccaliyetin baş temsilcisi oldu.

Mevcut Ortadoğu devletçikleri Osmanlı İslam Hilafetinin birer eyaleti durumunda iken bugün başta Gazze olmak üzere tüm Filistin, Lübnan, Suriye, Irak, Kuveyt gibi devletçikler insanları ile beraber siyonizmin pençesinde inim inim inlemektedir.

İşte gün geldi, devran değişti.

Yiğit, yürekli iman ve inanç timsali birer kahraman durumunda olan Sayın Abdullah Gül, Sayın Recep Tayyip Erdoğan ve cesur çıkışlarıyla bilinen Bülent Arınç Beyefendiler.

Milli iradeyi eline geçirerek, devlet başına geçen bu gerçek imanlı insanlar, İsraile hak ettiği şamarı attılar.

Tarih boyunca zaman zaman yeryüzüne bela kesilen ve şımarıp büyüyen İsrailoğulları, illaki günü gelmiş hak ettiği tokada maruz kalmışlardır ve dünyaya rezili rüsva olmuşlardır.

Tıpkı günümüzde olduğu gibi!

Her ne kadar solcu Marksist inkârcı Cumhuriyet Halk Partisinin başına geçen Deniz Baykal gibi "ne idügü belli olmayan kışkırtıcı politikalarla ve manasız çıkışlarıyla" iktidarın önünü tıkatmaya çalışıyorlar ise de Allahtan ümit ediyoruz ki hiçbir zaman başarılı olamaz.

Bu ülke insanı CHPnin karışık dayatmacı zorba politikacılarla geçmişe yönelik karşı karşıya gelmiş ise de artık o merhaleleri aşmıştır bu millet.

Tek parti dipçik zihniyetli anlayışına artık geçit yoktur. Devlet bugün artık yed-iemin denilen güvenilir ellerdedir.

Gerçek demokrasiyi temsil eden AK Parti iktidarı ve başındaki Başbakan artık yamuk, kirli, zigzaglı politika yapmazlar.

Dik duruşlarıyla, gerçek inançla tavır alarak dosta düşmana karşı gerekeni yaparlar ve böylece şımarık İsraili de dize getirerek boyun eğdirirler.

Ümitvar olalım artık dünya değişiyor. Ortadoğu Türkiye liderliğinde yeni sağlam bir zemin üzerine oturtturulmaya çalışılıyor. Gereken de bu olmalıydı. Bana göre geç kalınmış; ama zararın neresinden dönersen kardır misali, buna da şükür bugünleri de gördük.

Yoksa dünün Diyarbakır Adliye koridorlarında JİTEMin mağrur komutanları olan Sarı Leventler (Levent Ersöz), Temizözler (Cemal Temizöz) halk için birer dayatmalı tehlike durumunda iken şimdi de elleri kelepçeli aynı koridorlarda sanık sandalyesinde oturmaları bir kader tecellisi değil de nedir?

Cumhurbaşkanı Abdullah Gülün büyükelçi Çelikkola aşağılayıcı tutum sergileyen İsraile tepkisi büyük oldu ve beklenen sonuç elde edildi.

İsrailin Dışişleri Bakan yardımcısı Ayalon ve Başbakan Netanyahunun ilk açıklamalarını yeterli bulmayan Sayın Gül "Akşama kadar özür gelmezse, büyük elçi ilk uçakla döner" çektiği resti üzerine evvelki gün akşam saatlerinde Ayalonu özür dilemeye mecbur kıldı. Zaten beklenen de bu idi. Yürekli, inançlı devletlerin, özellikle İslam ülkelerinin başına geçen devlet adamlarının takındıkları tavır böyle olmalıdır.

Keza, İslam topluluklarının birer önderi durumunda olan ulema kesimleri de bu çizgide olmaları gerekir. Yani devlet büyükleri olan hukema, milletin birer temsilcisi durumunda olan ulema kesimleri aynı paralelde hareket etmeleri lazım. Aksi takdirde devlet ve millet zigzaglı politikaların, politikacıların kirli ellerinde hiçbir zaman bir yere varamaz.

Nitekim Osmanlının son dönemindeki yıkılış sırasında mağrur İngilizlerin İstanbulu istila edişi sırasında Anglikan kilisesinin başpapazı tarafından İslamın can damarı durumunda olan Meşihatı İslamiyeden, İslamiyeti küçük düşürücü edepsizce bazı soruları yöneltmişti.

Meşihatı İslamiyeden sorduğu üç suale karşı 600 kelime ile cevap verilmesini istemişti.

O zaman "Darul hikmet-il İslamiye"de üye olarak görev yapan Bediüzzaman Hazretlerinden bu durum sorulur ve 600 kelime ile cevap verilmesi gerekir isteği iletilir.

O büyük üstadın tutumu şöyle olur:

"Bırakın bu mağrur papazın sualine karşı 600 kelimeyi 6 kelimeyle bile cevap verilmez. Onun bu sorularına verilecek tek cevap ağız dolusu yüzüne tükürmek olur. Zira bu mağrur şımarık devlet bizi yere atmıştır, dizini karnımıza elini de gırtlağımıza koymuştur.

Bizi boğmak üzere iken dinimizi ve ülkemizi küçük düşürmekle edepsizce bu soruları sormuştur. Ona cevap verilmez; ancak yüzüne tükürülür."

Bunun üzerine müstevli İngiliz yetkilileri üstadı tutuklayarak idam etmek teşebbüsünde bulunuyorlar ise de yine onların ajanları tarafından uyarılıyor. Bu insan büyük bir İslam limidir. Doğudan gelip ve doğuyu temsil eden Kürtlerin baş temsilcisi olarak bilinmektedir.

Siz eğer bunun kılına dokunursanız "Kürdistan" ayaklanır ve sizin başınıza bela kesilirler. Bu münasebetle müstevli İngiliz kendine çekidüzen verir ve üstadı serbest bırakırlar. Serbest bıraktılar da ne oldu?.

İşte cumhuriyetin kuruluşunda İttihat Terraki Cemiyetinin bir nevi uzantısı durumunda olan tek parti zihniyetinin baskısı ile Şeyh Sait olayı meydana geldi. Ondan sonra başta Bediüzzaman olmak üzere bu coğrafyanın söz sahibi durumunda olan ulema kesiminin önü kesilir, dillerine kilit vurulur, ellerine de kelepçe ve sürgün hayatı yaşatılır. Kimini de idam ederler..

O günden bugüne dek ulemasız kalan bir Türkiye yanlış ve zigzaglı politikaların yüzünden kendini kargaşadan ve terörden kurtaramaz oldu.

Hali âlem meydanda.

İşte Siyonist İsrailin Filistinde devlet kurmalarıyla Türkiye bir türlü kendini terör pençesinden kurtaramaz durumunda.

Sözde kurtarıcı politikacıların politikalarıyla Türkiye maalesef dağılma noktasına geldi. Hergün akıtılan masum insanların kanı dinmeyen gözyaşları, bağrı yanık analar, bacılar ve gencecik eşler daha ne zamana kadar devam edecektir.

Başta solcu Marksist ırkçı CHPnin politikalarıyla yıllardan beri faşist şovenist MHPnin muhalefeti ile her gün biraz daha türeyen terör odakları ve o terör odaklarının başına geçirilen sözde liderler ve o kurtarıcı liderlerin ne idügü belli olmayan sözde o liderlerin tutumları ülkeyi alt üst etmiştir.

Anlaşılan odur ki 1907lerden günümüze dek Türkiyede birçok alanlarda söz sahibi olan ve devleti yanlış yönlere sürükleyen birçok önemli kimlikler ve terörün odak noktaları kesinlikle emperyalist İsraile dayalı birer ajan ve piyonlardır. Kim ne derse desin manzara budur. Tarih akışları da hep bu tezimizi kanıtlıyor. 

Evet, sevgili dostlar!

Sözün kısası Türkiyeyi bu hale sokan çağımızın Deccal Mesihi olarak bilinen Siyonist İsrailin Türkiye ve Ortadoğu coğrafyasına kurmak istediği hegemonyasının sürdürülmesidir ve Türkiyede mevcut terörün, teröristlerin ve terör başındakilerin de İsrailin Türkiyede mevcut birer köşe taşlarıdır. Saygı ve sevgilerimle.