İSTİBDAD (OTORİTENİN ZULMÜ) İTTİHADA (BİRLİK VE BERABERLİĞE) MANİDİR! (2)
Eklenme: 4/10/2012 12:00:00 AM

Evet, Üstat Bediüzzaman yüzyıl önce Kürt aşiretlerine soru-cevap şeklinde vermiş olduğu nasihatlerinin bazı çarpıcı kilit noktalarını bugün de burada siz değerli okurlarımla paylaşmak istiyorum.

Aşiretlerin başındakiler Üstada şöyle bir soru soruyorlar..

Diyorlar ki;

Demek büyük o değil ki, kılıncı (silahı) keskin olsun, milleti kendine feda etsin. Belki büyük odur ki, aklı keskin olsun, kalbi millet için fedakr olsun

Üstat cevaben şöyle diyor;

Ha- şimdi bir ışık buldunuz, elbette bir doğru şeyhin müritleri yahut eski adil beglerin mensuplarıyla müstebit (zalim, dayatmacı) bir ağa hizmetkrlarının cihet-i irtibatta farklarını bulursunuz

Yani zalimle zalim olmayanların uygulamalarını görürsünüz.

Maalesef büyüklerdeki meziyet sebebi tevazu iken vasıta-i tahakküm oluyor.

Yani zulme ve adaletsizliğe sahibini sürüklüyor.

Avam tabakasındaki riayet ve itaatın damarı da güçsüzlüğe, karşısındaki zalimin şefkat ve merhametine vesile olması gerekirken maalesef esaret muamelesi görüyor ve fazlasıyla zalimin iştahını kapartıyor.

Soruyorlar tekrar;

Ey büyük Üstad!

Şu pis istibdad ve hukuksuzluk ne vakitten beri başlamış geliyor insanlığa?

Üstat cevaben der ki:

İnsanlar hayvanlıktan çıkıp geldiği vakit, bunu da beraberinde getirmişler.

Şu halde istibdad, zulüm, insanlığın ağır basan vahşet damarından geliyor.

Evet, evet, evet, zira müstebit zorba saldırgan bir kurt, biçare bir koyunu parça parça etmek, daima güçsüzü güçlüye ezdirmek demektir.

Hayvanların karakterinde ağır basan gerçek birinci sırada zorbalığı kendine ilke olarak kullanmaktadırlar

Peki, ne zamana kadar bu sürecek?

Sorularına karşı yine cevaben Üstad şöyle der;

Şeriat-ı Ğarrayı Ahmediye, yani Hz. Muhammedin (S.A.V) getirmiş olduğu ilah adaletin yeryüzüne nüzul ettiği zamana kadardır.

Ki nüzul ettiğinden itibaren kirlenmekten, zulümden, pislikten kararan yeryüzü temizlenmişse de...

Ne kadar zulümden ve hukuksuzluktan tevellüt eden pislikler izale edilmişse de...

Fakat va-esefa (ne yazık ki), zaman ve meknın tesiriyle Hilafet-i İslamiye saltanata, padişahlığa, otorite zorbalığına dönüştüğünde istibdad ve mezalim yeniden canlandı, hayat buldu.

Nitekim İslam tarihi buna şahittir ki, Muaviyenin oğlu Yezidin zamanında Hilafet-i İslamiye yerine Yezidin saltanat mezalimi ileri sürülünce Hz. Alinin oğlu Hüseyin ve tabası zulme karşı hürriyeti şeriyyenin kılıcını çektiler, ama ne çare ki Hazreti Hüseyin'nin başına ve kanına neden oldu

Tıpkı bugün Suriyede olup biten mezalim gibi.

Fakat ne çare ki istibdadın (zorbalığın) gücü olan mutlak cehalet ve ağır basan vahşet anlayışı bugün olduğu gibi o günlerde de yeryüzünde revaç buldu ve güç zorba Yezidin eline geçti.

Oysaki meşrutiyetin başlıca temel ilkeleri kuvvet, güç kanunda olmalıdır, şahıslarda olmamalıdır.

Ama ne yazık ki, günümüzde hukuk dışılık mezalim, antidemokratik zorbalık, zalimin elinde güç bulur, hak kuvvete karşı mağlup düşer, tıpkı bugünkü yaşanmakta olan durum gibi.

* * *

Evet, Üstat hazretlerinin yüz sene evvel Osmanlının son döneminde rastlanan bu vurgusu o günden bugüne dek yaşanarak insanlığı buraya kadar getirmiştir.

Ve bugünkü hali lem meydanda

Ülkemizde son yüzyıl içerisinde yani İttihat Terakki Cemiyetinin devleti eline geçirdikten sonra, yanlış kurulan cumhuriyetin uygulamasından tut günümüze kadar zorbalığın, istibdadın, mezalimin, dayatmanın ne kadar hükümran olması günümüzdeki medyanın her gün manşetleri olsun ve köşe yazıları olsun bize bunları anlatmaktadır.

Ve yaşanmakta olan olup bitenlerin tümünü göz önüne sermektedir.

Bakınız, bir haftadan beri medyada konu edilen 1994te Tunceli Jandarma Alay Komutanlığı görevini yürüttüğü lojmanda ölü olarak bulunan Albay Kazım çillioğlunun "ölüm" hadisesi...

O günkü askeri komuta bünyesinde yaşanmakta olan istibdad ve tahakküm Albayın ölümüne sahte imzalarla tanzim edilen raporda intihar süsü verilmiş..

İşte bu sahtecilik tüm anlattıklarımızın gerçek dayanağıdır.

İnsanlığın hayvani vahşetten gelip vicdan ve inançla tanışmadığı müddetçe o vahşeti hayvaniyet damarı her zaman ağır basabileceği güçlünün, güçsüze saldırması dün olduğu gibi bugün de kaçınılmaz bir gerçektir.

Tunceli Jandarma Alay Komutanlığı görevini yürüttüğü 1994 yılında kendi lojmanında intihar ettiği iddia edilen Albay Kazım çillioğlunun ölümüne ilişkin hazırlanan bilirkişi raporu yirmi yıl sonra da olsa gün yüzüne çıkmıştır.

Hazırlanan raporda cinayet olduğu belirtilmektedir.

AAnın edindiği bilgiye göre, Malatya Özel Yetkili Başsavcı Vekili Özden Doğan tarafından yürütülen soruşturma kapsamında oluşturulan bilirkişi heyeti, elde edilen deliller ve Kazım çillioğlu'nun mezarından çıkarılan kemikler üzerinde yaptığı incelemeyi tamamlayarak raporunu hazırladı.

Malatya Özel Yetkili Başsavcı Vekilliği'ne sunulan 62 sayfalık raporda, çillioğlu'nun iddia edildiği gibi intihar etmediği, öldürüldüğünün anlaşıldığı kayıt altına alındı

Haber şöyle devam ediyor;

Olay yerinde çekilen fotoğraflarda ve kemikler üzerinde yapılan detaylı incelemenin ardından ayrıntılı bir rapor hazırlayan bilirkişi heyeti çillioğlunun ölümünden önce darp edildiği ve darptan sonra öldürüldüğü görüşü bildirildi.

Heyet, raporun sonuç kısmında, ''olayın intihar değil, cinayet'' olduğunu yazdı

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Haberin tümünü bu köşeye almamıza gerek yok.

Zira kamuoyu bu haberi bir haftadan beri öğrenmiş durumda.

Bizim bu haberi buraya almamızın temel esprisi Üstat Bediüzzamanın yüzyıl önceki tespitlerinin günümüze dahi yansıması gerçeğidir.

Ama ne var ki, hala da Türkiyemizde olsun, Suriyede olsun, Kuzey Afrikada olsun ve Ortadoğuda olsun, hükümranlık, güç, zalimin ve zorbanın elinde devam ediyor, güçsüz halk inim inim inlemektedir.

Sözde evrensel medeni dünya; demokrasi adı altında insanlık kurtuluşundan dem vurmakta devam etsin.

Heyhat!..

Artık insanlık gaflet uykusundan yavaş yavaş uyanmaya başlamalıdır.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Türkiyede son dönemlerde gün gibi aşikr olarak gerçekleşen olaylar ve olup bitenler 27 Mayıs askeri darbesinden tut, günümüze kadar zorbalığın, devlet imknlarını kullanarak komplo teorileriyle gerçekleri örtbas edip, hileli senaryolarla insanlar katledilmiştir..

Terörizm öncelikle dolaylı yollarla devlet bünyesinden çıkarak yoluna devam etmiştir, tıpkı bugünkü gibi.

Albay Kazım çillioğlundan tut, dönemin Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlise kadar, Korgeneral Hulusi Sayınlara kadar ve 1993lü yıllarda Tuğgeneral Bahtiyar Aydınlara kadar.

Yani tüm büyük olaylardan tut, küçük olaylara kadar, hatta Diyarbakır başta olmak üzere 1993lerden 2006lara kadar bölgede olup bitenler tüm faili meçhul olsun, faili malum olsun, cinayetler ve masum insanların kanının akıtılması, hep sistemin ve sistem savunucuları ve uygulayıcılarının temelinden çıkmaktadır.

Diyorlar ya; Kapalı geçen, belirsizlikle devam eden tüm olup bitenlerin en büyük tefsiri ve ilacı zamandır

Zaman, kapalı kalan tüm gerçekleri geç de olsa ortaya çıkarmaktadır.

Birileri devekuşu misali ne kadar başını kuma sokup kendince avcıdan saklama girişiminde bulunuyorsa da, kendi kendini aldatıyor.

Zira başını kuma gömmek o devekuşunu kurtarmaz, kocaman gövdesi dışarıdadır, illaki görünür.

Sistem, yıllar yılıdır bu ülkede CHPnin 1923lerde kurulan altı oklu rejiminin paralelinde işlemektedir.

Hiç kimse inkr edemez.

28 Şubat olaylarının varlığı her şeyi ortaya koymuştur.

Albay çillioğlunun cinayet senaryosunun tezghı nasıl sahte imzayla gerçekleşmişse, aynen Diyarbakırda, Vanda, Siirtte, Batmanda, Hakkaride, Şemdinlide tüm olup bitenler Cemal Temizözlerin, Mutkili Ali Kayaların ve Büyükanıtların girişimleriyle olmuştur.

Ama ne çare ki, hukuksuzluk ve antidemokratik uygulamalar maalesef bir türlü hukuka ve demokrasiye dönüştürülemiyor.

Bilakis tersyüz ediliyor, suçluyu suçsuz, mağduru da suçlu gibi gösteriyor.

Keşke bu iktidarın da aklı başına gelip el çabukluğuyla tüm olup bitenleri biran evvel sonuçlandırsın.

AKsi takdirde; "geç" kalır ki bu da vahim sonuçlar doğurur.

En derin saygılarımla.