İSTİBDAT, TAHAKKÜM EŞİTTİR CEHALET!
Eklenme: 4/22/2016 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü sohbetimizin ana stratejisi olarak belirttiğimiz gerçek, “Büyük Türkiye” yani İslam dünyasının liderliğine hazırlanan yeni bir Türkiye…

Ve bu Türkiye 2023 hedefine doğru yürüyor.

Evet, gerçekten dünyaya özellikle İslam dünyasına barışı, kardeşliği, tevhitten mütevellit olan vahdeti, yani birlikteliği pekiştirmeyi tanıtan bir Türkiye’den bahsediyoruz.

Ve o Türkiye’nin bünyesinde yaşadığı bir İslam birlikteliğinden bahsediyoruz.

Her gün biraz daha adım adım 2023 hedefine doğru yürüyen Türkiye, öyle ümit ediyoruz ki artık 20. Yüzyılın ilk çeyrek asrının fitnesinden kurtulmuş, inanca, imana, İslam’a sımsıkı sarılmış yeni bir Türkiye ile insanlık tanışacaktır.

20. yüzyılın ilk yıllarında, yani 1908’li yıllardan 1950’li yıllara kadar ülkemizi küfür ve mezalim karanlığı ile şeflik ve dipçik döneminden kurtararak, inanç, iman ve İslam gerçeğinden mütevellit olan yeniden bir İttihad-ı Muhammedi düşüncesiyle yola çıkmış bir Türkiye…

Onun için diyoruz ki;

“Ümitvar olunuz.

Behe mahal zemin-i Asya, teslim olur yedê beydayê İslam’a”

“Ümit var olalım Asya kıtası behe mahal İslam’ın nurlu eline teslim edilecektir” diyen Bediüzzaman’ı onaylayalım.

Zira bilimsel ve tarihsel İslam kültürüne bakıp irdelediğimizde, araştırdığımızda, bunu görüyoruz.

Ki; Efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V)’in insanlara medeniyet olarak getirdiği yüce İslam dininin gereği; Müslümanların cemaatle her gün kıldığı beş vakit namaz, bu vahdetin, birlikteliğin pekiştirilmesinin temel taşıdır.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Ümmet olarak hangi ülkede olursa olsun, hangi bölgede bulunursa bulunsun, herhangi bir semtte, mahallede veya şehirde bulunursa bulunsun, günde beş vakit cemaatle kılınan namazlar Müslümanları günde beş defa bir araya getirmenin, tanışmanın, kardeşliğin, sevginin temel esası ve ana hükmüdür.

Haftada bir defa herhangi bir şehrin bir mahallesinde olsun veya kenar semtlerinde olsun yahut şehrin göbeğinde olsun, büyük toplulukla okunan ezan-ı Muhammedi’den sonra bir araya gelip, büyük bir potansiyel içerisinde Cuma namazının kılınışıyla, imam efendinin okuduğu hutbede verilen birliktelik ve kardeşlik mesajı, bunun bir alamet-i farikası değil midir?

Hele hele yılda iki defa, iki bayram namazının kılınışı için bir araya gelen büyük bir cemaat potansiyelinin bünyesine taşıdığı derin anlam, bu birlikteliğin, bu ittihadın, bu vahdetin ana stratejisi değil midir?

Hac farizasını yerine getirmek üzere kıtalar arasında, her bir Müslüman’ın, ömründe bir defa olsa bile kutsal topraklarda bir araya gelen değişik ırklara, değişik dillere, değişik renklere, değişik ülkelere bağlı olan insanları bir araya toplatan temel unsur nedir?

Elbette ki aklı başında olan, ruhu bozulmayan, kalbi karartılmayan her vicdan sahibi düşünerek diyecektir ki;

Evet, evet, evet…

Bu İslam’ın ana ruhudur, İslam’ın temel felsefesidir, Kur’anın hükmüdür ve Hz. Muhammed (S.A.V)’in getirmiş olduğu ruhun ana hedefidir.

İslam’dan başka bu sayılan toparlayıcı ve pekiştirici unsur, hangi dinde vardır, insanların getirmiş olduğu hangi kirli ideolojide vardır?

İnsanlığın çağdaş medeniyet olarak ileriye sürmüş olduğu hiçbir rejim, hiçbir sistem, hiçbir ideoloji, bu gerçeği insanlığa yaşatamaz.

Bu itibarla diyoruz ki insanlığı canlandıran ruh, İslam’ın mana ruhudur.

Son bir asırdan beri ülkemizin içine gizli emperyalist unsurlar vasıtasıyla sokulan fitneler silsilesinin başı olan laikçilik ve Kemalizm; kavmiyetçilik taassubu, ülke insanları arasında yaşatılan terör, kavga ve tefrika fitnesi, dökülen kanların baş müsebbipleri değil midir?

Bu tür İslam dışı uygulamalar, yüzyıldan beri aramıza sokulan tefrikanın, bölücülüğün, ırkçılık taassubunun temel unsurları değil midir?

İslam’da böyle bir şey olmadığı için yüce İslam, başta ifade ettiğimiz gibi, İttihad-ı Muhammedi’ye dayalı birlikteliği, vahdeti, kardeşliği, tüm insanlığa öğreten gerçek akıl, İslam aklıdır, İslam düşüncesidir, inanca bağlı kardeşlik ciddiyetidir.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Başınızı fazla ağrıtmayalım.

Gerçekten yeryüzünde yaşamakta olan herhangi bir kavim olsun, millet olsun, ümmet olsun, ülke olsun…

Allah’ın yeryüzüne göndermiş olduğu Kur’an hükümleriyle ters düştüğü zaman, yani İslam’ın yapmasını emrettiği ve yapmaması için yasakladığı her şeyİ yerine getirmediği takdirde, tıpkı eski İsrailoğulları gibi o toplum sukut edecektir, düşecektir, birbirini yiyerek darmadağın olmaktan kendini kurtaramayacaktır.

Tıpkı bugünkü İslam ülkelerindeki mevcut kargaşa, terör, kan ve gözyaşları gibi.

Bu nedenle Efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V), bir Hadis-i Şeriflerinde şöyle emrediyor ve diyor ki;

“Ey ümmet!

Kesinlikle bilmiş olunuz ki siz aranızda güzel şeyleri yaşatmak için tanıtıp, emretmediğiniz müddetçe, kötülükleri de kesinlikle yasaklamadığınız müddetçe, aranızdaki zulümle sizi yöneten zalim rejimlere de ‘DUR’ demediğiniz müddetçe, Allah’ın sizi birbirinize düşürerek düşman etmekten yapacağı başka bir şey yoktur”

İşte, tarih boyunca yıkılan, yok edilen devletler ve milletlerin sonucu da bundan ibarettir.

Zira yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in “Enfâl” suresinin 53. Ayeti mesaj olarak bize şunu emrediyor;

“Bir topluluk iyi gidişatını değiştirmediği müddetçe Allah o'na kötülük vermekle onu değiştirmez."

Yani hulasa: bir toplum kendini değiştirmediği müddetçe, Allah nimetlerini ondan almakla, o toplumu değiştirmez.

“Nur” suresinin 63. Ayetinin son bölümü ise mealen şöyle buyuruyor;

“Artık onun emrine muhalefet edenler, başlarına bir belânın gelmesinden veya elem dolu bir azaba uğramaktan sakınsınlar”

* * *

İşte bakınız, sevgili okurlar.

Allahû Teâlâ’nın bize göstermiş olduğu gerçek yol budur.

Temel stratejisi; İslam birlikteliğidir…

Ki biz bununla yaşayalım, oturup kalkalım, aile bireylerimizi, çocuklarımızı, tüm yakınlarımızı, özellikle ve öncelikle İslam terbiyesiyle ve ahlakıyla donatalım, barındıralım.

Aksi takdirde İslam dışı hareket eden, gelip giden toplumlar, milletler, ülkeler kendilerini yıkılıp yok olmaktan kurtaramamışlardır.

624 sene hükümran olan bir Osmanlı devletinin nasıl yıkılıp gittiğini ve bugün Türkiye’deki mevcut laikçi bir rejimle karşı karşıya kalan ümmetin, bu milletin, nasıl birbirine düşürülmüş olması ve ülke çapında yıllardan beri akıtılan gözyaşları ve dökülen kanlar, bu söylediklerimizin birer kanıtlayıcı delili değil de nedir?

En derin saygı ve sevgilerimle.

Hayırlı Cumalar..

İSTİBDAT, TAHAKKÜM EŞİTTİR CEHALET!

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü sohbetimizin ana stratejisi olarak belirttiğimiz gerçek, “Büyük Türkiye” yani İslam dünyasının liderliğine hazırlanan yeni bir Türkiye…

Ve bu Türkiye 2023 hedefine doğru yürüyor.

Evet, gerçekten dünyaya özellikle İslam dünyasına barışı, kardeşliği, tevhitten mütevellit olan vahdeti, yani birlikteliği pekiştirmeyi tanıtan bir Türkiye’den bahsediyoruz.

Ve o Türkiye’nin bünyesinde yaşadığı bir İslam birlikteliğinden bahsediyoruz.

Her gün biraz daha adım adım 2023 hedefine doğru yürüyen Türkiye, öyle ümit ediyoruz ki artık 20. Yüzyılın ilk çeyrek asrının fitnesinden kurtulmuş, inanca, imana, İslam’a sımsıkı sarılmış yeni bir Türkiye ile insanlık tanışacaktır.

20. yüzyılın ilk yıllarında, yani 1908’li yıllardan 1950’li yıllara kadar ülkemizi küfür ve mezalim karanlığı ile şeflik ve dipçik döneminden kurtararak, inanç, iman ve İslam gerçeğinden mütevellit olan yeniden bir İttihad-ı Muhammedi düşüncesiyle yola çıkmış bir Türkiye…

Onun için diyoruz ki;

“Ümitvar olunuz.

Behe mahal zemin-i Asya, teslim olur yedê beydayê İslam’a”

“Ümit var olalım Asya kıtası behe mahal İslam’ın nurlu eline teslim edilecektir” diyen Bediüzzaman’ı onaylayalım.

Zira bilimsel ve tarihsel İslam kültürüne bakıp irdelediğimizde, araştırdığımızda, bunu görüyoruz.

Ki; Efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V)’in insanlara medeniyet olarak getirdiği yüce İslam dininin gereği; Müslümanların cemaatle her gün kıldığı beş vakit namaz, bu vahdetin, birlikteliğin pekiştirilmesinin temel taşıdır.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Ümmet olarak hangi ülkede olursa olsun, hangi bölgede bulunursa bulunsun, herhangi bir semtte, mahallede veya şehirde bulunursa bulunsun, günde beş vakit cemaatle kılınan namazlar Müslümanları günde beş defa bir araya getirmenin, tanışmanın, kardeşliğin, sevginin temel esası ve ana hükmüdür.

Haftada bir defa herhangi bir şehrin bir mahallesinde olsun veya kenar semtlerinde olsun yahut şehrin göbeğinde olsun, büyük toplulukla okunan ezan-ı Muhammedi’den sonra bir araya gelip, büyük bir potansiyel içerisinde Cuma namazının kılınışıyla, imam efendinin okuduğu hutbede verilen birliktelik ve kardeşlik mesajı, bunun bir alamet-i farikası değil midir?

Hele hele yılda iki defa, iki bayram namazının kılınışı için bir araya gelen büyük bir cemaat potansiyelinin bünyesine taşıdığı derin anlam, bu birlikteliğin, bu ittihadın, bu vahdetin ana stratejisi değil midir?

Hac farizasını yerine getirmek üzere kıtalar arasında, her bir Müslüman’ın, ömründe bir defa olsa bile kutsal topraklarda bir araya gelen değişik ırklara, değişik dillere, değişik renklere, değişik ülkelere bağlı olan insanları bir araya toplatan temel unsur nedir?

Elbette ki aklı başında olan, ruhu bozulmayan, kalbi karartılmayan her vicdan sahibi düşünerek diyecektir ki;

Evet, evet, evet…

Bu İslam’ın ana ruhudur, İslam’ın temel felsefesidir, Kur’anın hükmüdür ve Hz. Muhammed (S.A.V)’in getirmiş olduğu ruhun ana hedefidir.

İslam’dan başka bu sayılan toparlayıcı ve pekiştirici unsur, hangi dinde vardır, insanların getirmiş olduğu hangi kirli ideolojide vardır?

İnsanlığın çağdaş medeniyet olarak ileriye sürmüş olduğu hiçbir rejim, hiçbir sistem, hiçbir ideoloji, bu gerçeği insanlığa yaşatamaz.

Bu itibarla diyoruz ki insanlığı canlandıran ruh, İslam’ın mana ruhudur.

Son bir asırdan beri ülkemizin içine gizli emperyalist unsurlar vasıtasıyla sokulan fitneler silsilesinin başı olan laikçilik ve Kemalizm; kavmiyetçilik taassubu, ülke insanları arasında yaşatılan terör, kavga ve tefrika fitnesi, dökülen kanların baş müsebbipleri değil midir?

Bu tür İslam dışı uygulamalar, yüzyıldan beri aramıza sokulan tefrikanın, bölücülüğün, ırkçılık taassubunun temel unsurları değil midir?

İslam’da böyle bir şey olmadığı için yüce İslam, başta ifade ettiğimiz gibi, İttihad-ı Muhammedi’ye dayalı birlikteliği, vahdeti, kardeşliği, tüm insanlığa öğreten gerçek akıl, İslam aklıdır, İslam düşüncesidir, inanca bağlı kardeşlik ciddiyetidir.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Başınızı fazla ağrıtmayalım.

Gerçekten yeryüzünde yaşamakta olan herhangi bir kavim olsun, millet olsun, ümmet olsun, ülke olsun…

Allah’ın yeryüzüne göndermiş olduğu Kur’an hükümleriyle ters düştüğü zaman, yani İslam’ın yapmasını emrettiği ve yapmaması için yasakladığı her şeyİ yerine getirmediği takdirde, tıpkı eski İsrailoğulları gibi o toplum sukut edecektir, düşecektir, birbirini yiyerek darmadağın olmaktan kendini kurtaramayacaktır.

Tıpkı bugünkü İslam ülkelerindeki mevcut kargaşa, terör, kan ve gözyaşları gibi.

Bu nedenle Efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V), bir Hadis-i Şeriflerinde şöyle emrediyor ve diyor ki;

“Ey ümmet!

Kesinlikle bilmiş olunuz ki siz aranızda güzel şeyleri yaşatmak için tanıtıp, emretmediğiniz müddetçe, kötülükleri de kesinlikle yasaklamadığınız müddetçe, aranızdaki zulümle sizi yöneten zalim rejimlere de ‘DUR’ demediğiniz müddetçe, Allah’ın sizi birbirinize düşürerek düşman etmekten yapacağı başka bir şey yoktur”

İşte, tarih boyunca yıkılan, yok edilen devletler ve milletlerin sonucu da bundan ibarettir.

Zira yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in “Enfâl” suresinin 53. Ayeti mesaj olarak bize şunu emrediyor;

“Bir topluluk iyi gidişatını değiştirmediği müddetçe Allah o'na kötülük vermekle onu değiştirmez."

Yani hulasa: bir toplum kendini değiştirmediği müddetçe, Allah nimetlerini ondan almakla, o toplumu değiştirmez.

“Nur” suresinin 63. Ayetinin son bölümü ise mealen şöyle buyuruyor;

“Artık onun emrine muhalefet edenler, başlarına bir belânın gelmesinden veya elem dolu bir azaba uğramaktan sakınsınlar”

* * *

İşte bakınız, sevgili okurlar.

Allahû Teâlâ’nın bize göstermiş olduğu gerçek yol budur.

Temel stratejisi; İslam birlikteliğidir…

Ki biz bununla yaşayalım, oturup kalkalım, aile bireylerimizi, çocuklarımızı, tüm yakınlarımızı, özellikle ve öncelikle İslam terbiyesiyle ve ahlakıyla donatalım, barındıralım.

Aksi takdirde İslam dışı hareket eden, gelip giden toplumlar, milletler, ülkeler kendilerini yıkılıp yok olmaktan kurtaramamışlardır.

624 sene hükümran olan bir Osmanlı devletinin nasıl yıkılıp gittiğini ve bugün Türkiye’deki mevcut laikçi bir rejimle karşı karşıya kalan ümmetin, bu milletin, nasıl birbirine düşürülmüş olması ve ülke çapında yıllardan beri akıtılan gözyaşları ve dökülen kanlar, bu söylediklerimizin birer kanıtlayıcı delili değil de nedir?

En derin saygı ve sevgilerimle.

Hayırlı Cumalar..