İSTİBDAT, TAHAKKÜM EŞİTTİR CEHALET! (II)
Eklenme: 4/25/2016 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

“İstibdat, Tahakküm eşittir cehalet” başlıklı yazı serimiz devam ediyor.

Zira bu kavram; gerek geçmişe yönelik olsun ve gerekse de bugüne ve gelecek bakımından olsun "bünyesine taşıdığı çok önemli meseleleri" içermektedir.

Özellikle Türkiye’miz başta olmak üzere tüm İslam dünyasının içine düşmüş olduğu "hileli oyunları, zulüm, istibdat ve cehaletle dopdolu, üstü kapalı geçmiş olayları" anlatıyor ve deşifre ediyor.

Yazımızın bu başlığı özellikle geçmişe yönelik tüm olup bitenlerin aynı zamanda kimliğini de ele veriyor.

***

Şu bir hakikattır ki; İnsanlık tarihinde dürüst geçinip, münafık kimlikleriyle ülkeleri yönetenler, küfür sistemlerinden daha tehlikeli olmuşlardır.

Zira, gerçek kimliğini gizli tutup, sahte ve aldatıcı kimlikle milletleri idare eden nice münafıkların varlığını da kimse inkâr edemez.

Bu yaratıklar, hayatları boyunca aldatıcı pozisyonlarla nice milletlere, ülkelere, coğrafyalara zarar verdikleri ortadadır.

Öyle günleri olmuş ki tabiri caizse ağlamak isteyen mazlum ve annesiz bir çocuk, üvey annesinin korkusundan ve şiddetinden ağlamak istiyorsa dahi ağlayamamıştır..

Çünkü karşısında annesi olmayan, sahte ve mecazi bir annenin şiddetiyle karşı karşıya olduğu için onu rahatlatan bir ağlama gerçeğini bulamıyor, ancak içten içe hıçkırarak kendini rahatlatabiliyor.

Tıpkı müstebit, zalim düzenlerin düzenbazlarının uyguladıkları mezalimin karanlık cehaleti gibi…

Milletlere edepsizce dayattıkları ceberuti uygulamalarını hep tersyüz ederek kendilerini sapasağlam, demokrat, suçsuz, adaletli bir kimlikle tanımlamaktadırlar.

"Sütten çıkmış ak kaşık" olarak kendilerini gösteriyorlar.

Halkın dile getirmek istediği ızdırapları da baskıcı yöntemlerle hep örtbas etmişlerdir.

Onun için hep ifade ediyorum; tarih hiçbir zaman yalan söylememelidir.

Nitekim yaşanan ve yaşatılanlara baktığımızda, "tarih" her şeyi gün yüzüne çıkarıyor.

Ne diyoruz, en büyük müfessir, olayları açıklayan zamandır/tarihtir...

Çünkü zaman günü gelince her şeyi tüm açıklığıyla deşifre ederek, geçmişteki yapılan karanlıkları illa ki ortaya koymaktadır.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Nerdeyse bir buçuk asır gibi uzun bir zaman dilimi içerisinde İslam dünyasının başına gelip-geçen küfür dünyasının mezalimlerinin yanı sıra, yine küfür dünyasının adına çalışıp gerçek kimliğini gizleyen ve Müslüman olarak görünen nice Yahudi dönmeleri olmuştur.

Bu geçmiş zaman dilimi içerisinde yaptıkları ceberuti uygulamalar paralelinde "kendilerine rakip olarak gördükleri" o ülkelerin en itibarlı, en şerefli, en izzetli kesimlerini de "sinsi planlarla" yok etmeye çalışmışlardır.

Tıpkı, Türkiye’mizdeki yapılan Kemalist, laikçi menşe-i ceberuti uygulamalar gibi…

Nice nice Bediüzzaman’ları, Şeyh Sait’leri, İskilipli Atıf Hoca’ları, Mehmet Akif’leri, Mustafa Sabri Efendi’leri, daha doğrusu kirli listeye alınan 150 itibarlı ulemaları hain ilan etmekle memleket hâkimiyetini ellerine geçirmişlerdir.

Hain dedikleri o 150 kişilik listenin başında Mehmet Akif Ersoy da geliyor?

Nitekim Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi de geliyor…

Bediüzzaman’lar, Şeyh Sait’ler, daha ismini burada sayamadığımız ülkenin en izzetli, vakarlı fikir ve ilim adamları kimseler olmuştur.

Bu uygulamalar Kemalizm adına yapılmış, laikçilik adına yapılmış ise de aslında olayın perde arkası ve gerçek kaynağı müstevli İngilizlerdir…

Çünkü İngilizlerin direktifleri paralelinde "bu mezalim" icra edilmiştir.

Yalan söylemeyen tarih zaten bir bir bunları deşifre etmektedir.

Bu işin kurtuluş çaresi yok.

Er ya da geç yapılanların kimsenin yanında kar kalmayacağına inanıyoruz.

* * *

Bugün artık 21. yüzyılın ilk çeyrek asrında bulunuyoruz.

Bu gerçekler artık bir bir ortaya çıktığı gibi, ülkemizdeki olayların da "birileri kendilerini ne kadar sureti haktan gösterirse göstersin" hakikatlerden, kaçamazlar.

Zira yapılan kirli mezalim, hem de cehaletin ve Allah kavramını tanımazlıktan gelerek, dinsiz, imansız, ateist, inkârcı rejimlerin gölgesinde yapılanlar, bugün artık onların yanına kar kalmamaktadır.

Biz bunları buraya yazarken, tabi mesnetli, dayanaklı, tarihsel olayları belgeleyerek konuşuyoruz.

Dün ulusal medyaya düşen bir haberi okuduk.

Katar’da bulunan çağımızın çok değerli İslam allâmelerinden “Yusuf el Karadavi” kaynaklı bir haber.

Yusuf el Karadavi İstanbul’a gelerek Günen Hotel’de düzenlenen “Teşekkürler Türkiye festivali”nde bu konuşmayı gerçekleştirmiş.

“Yusuf El Karadavi” yıllardan beri Dünya Müslüman Âlimler Birliği Başkanı olarak bilinmektedir.

Yusuf El Karadavi; “Bugün teşekkürlerimizi sunma, var gücümüzle ona destek olma günüdür” diyor.

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı kastederek bunu dile getiriyor.

Ve devamla İslam ve Arap dünyasını kast ederek şöyle diyor;

“Türkiye bizim şerefimizi ve izzetimizi taşıyor, eğer Türkiye’yi ayakta tutarsak, kendimizi ayakta tutmuş olacağız”

“ONU BİZ AYAKTA TUTACAĞIZ”

Hasta olmasına rağmen festivale katılan Karadavi, salondakilere hitaben şöyle sesleniyor;

“Bugün buraya Müslüman ve Arap halkları adına geldik.

Bugün teşekkürlerimizi sunma, var gücümüzle ona destek olma günü.

Eğer Türkiye’yi ayakta tutarsak, kendimizi ayakta tutmuş olacağız.

Bugün Türkiye için, İslam günü için buradayız, Müslümanlar için buradayız.

Türkiye’ye teşekkür borcumuzu yerine getirmek için buradayız, Bugün tüm teşekkürlerimizi Türkiye’ye sunma günü.”

El Karadavi, konuşmasına şöyle devam ediyor.

“Nerede mazlum varsa, Türkiye orada”

Türkiye’nin savaştan kaçan mültecilere sınırsız hizmet sunduğunu söyleyen Karadavi;

“Türkiye, bizim şerefimizi ve izzetimizi taşıyor.

Türkiye tarih boyunca İslam hizmetkârı olan nadir ülkelerden birisidir.

Eğer bir mazlumun yardıma ihtiyacı varsa, Türkiye onun yanında olmuştur.” diyor.

***

Günümüzde bariz şekilde kendini gösteren olay Türkiye halkı bugün İslam için büyük bir şans olmakla beraber, var gücüyle İslam’ı mezalimden kurtarmak için çabalamaktadır.

Yusuf el Karadavi gibi bir İslam düşünürü, hem Türkiye, hem de Türkiye’nin başında bulunan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hakkında böyle güzel konuşmalar yapıyorsa ve ümitle bakıyorsa, bu geçmişe yönelik tüm İslam dünyasının Haçlı emperyalizminin elinden çektiği acılardan bir nevi kurtuluş sesidir.

İslam dünyası bugünkü Türkiye’yi kendine bir lider olarak görüyorsa, demek ki geleceğini tayin etme çabası yönündedir.

Gerçekten, Osmanlının yıkılışının yegâne sebebi; İngilizlerin hileli, hain planları başrol oynamıştır ve Osmanlıyı oldukça İslam’dan uzaklaştırma gerçeğiyle, bir İmparatorluğu çökertebilmişlerdir.

Ama artık İslam uyanmıştır.

Kimin elinin kimin cebinde olduğu gerçeği çok iyi teşhis edilmiştir.

***

Yüz yıldan beri Osmanlıyı dışlayarak, başka yöntemlerle, hem de demokrasi adına, hem de insan temel hak ve özgürlüğü adına yola çıkarak sözde kurulan bir cumhuriyet rejiminin altında yapılan antidemokratik hukuk dışı mezalim, Türkiye insanını inim inim inlettiği gibi, aynı minvalde İslam dünyası da başsız bırakılmıştır.

O dönemde, İngilizler tarafından başa getirilen nice piyon, ajanların yönetimleriyle İslam dünyası sözde kahramanca yönetilmek istenilmiş.

Ama bugün ortaya çıkan bu kirli manzara ki başlık olarak kullanmış olduğumuz “İstibdat, tahakküm eşittir cehalet” kavramı bunu ele veriyor.

Zira gerçekten bir ülkede antidemokratik, insanlık dışı, hukuk dışı uygulamalar varsa, kesinlikle ilme, bilime, medeniyete dayalı değil, kapkaranlık bir cehaletin sonucu itibariyle bu uygulamalar gerçekleşiyor.

Bundandır ki artık Müslüman Arap dünyası da yıllar sonra olsa bile, geç de kalsa bugün bu gerçekleri dile getiriyorsa, demek ki gerçekten Türkiye bugün iyi yerlerdedir ve iyi ellerde yönetiliyor.

Bu yazının devamı yarın.

Türkiye’de özellikle bu coğrafyamızda 28 Şubat’taki zifiri karanlıklarla olup biten olayları bir bir deşifre ederek yazımıza devam edeceğiz.

En derin saygı ve sevgilerimle.