İSTİBDAT, TAHAKKÜM EŞİTTİR CEHALET! (IV)
Eklenme: 4/27/2016 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

Malumunuz üzre dün bu köşede sizinle yapmış olduğumuz sohbetin son bölümünde;

“Anılan bu süreçte nice sahte kahramanlar, nice uyduruk kurtarıcılar, nesep ve hasep olarak Türklükle uzaktan yakından alakası olmayan belirsiz bir kana sahip olmalarına rağmen, nice piyon kahramanlarla bu millet karşılaştı. Bu anlattıklarımızı yarın ki sohbetimizde kanıtlayıcı belgelerin küpürleriyle sizlere aktaracağız” demiştik.

Bugünkü daha çarpıcı olayları ve belgeleriyle size sunmak için ifade etmiştim.

Fakat “Laiklik” tartışması ortaya çıktı ve birden bire güncel olan gündemleri değiştirmekle tüm kamuoyunun dikkati Meclis Başkanı Sayın İsmail Kahraman’a yöneldi.

Bu laiklik tartışması nedeniyle biz de bugünkü sohbetimizin bir bölümünü “Laiklik” ve “Laikçilere” ayırmakla sohbetimizin diğer bölümünü efsanevi 28 Şubat ile ilgili bu coğrafyadaki yapılan istibdat, tahakküm cehaleti karanlığı içerisindeki uygulamalarına ayıracağız, hem de belgeleriyle beraber.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Bilindiği gibi dün Meclis Başkanı Sayın İsmail Kahraman, bir söz söyledi.

Ne dedi? Şunları söyledi;

“Yeni Türkiye’nin yeni bir anayasayla tanışması gerekir” dedi.

Yani dindar bir anayasanın oluşması gerektiğini söyledi.

Ve şöyle devam etti;

"Dediğimiz gibi bu anayasanın herhangi bir yerinde Allah lafzına rastlanmıyor ama anayasalar inanca göre tasnif edildiğinde bu 1982 Anayasası da 1961 Anayasası da dindar anayasalardandır. Neden mi? Diyanet İşleri Başkanlığı idare içerisinde vardır. Resmi tatiller, Kurban Bayramı, Ramazan Bayramı, din dersi zorunludur ve inanca dayalı bir yapısı vardır. Yani seküler değildir, dindar anayasadır. Laiklik tarifi de ona göre olmalıdır. Laiklik zaten yeni anayasada olmamalıdır. Dünyada 3 anayasada laiklik vardır. Bunlar Fransa, İrlanda ve Türkiye'dir. Tarifi de yok. İsteyen bunu istediği gibi yorumluyor. Böyle bir şey olmamalı. Bir gazete benim için birlik olarak benim için bir anayasa metni hazırladılar. Laiklikten hiç bahsetmiyor. Evet, herkes dini inancında, bunu yaşamada ve ifade etmekte hürdür”

Sayın Kahraman’ı Meclis’teki bu konuşmasından dolayı kamuoyu adına canı gönülden kutluyoruz, tebrik ediyoruz, destekliyoruz.

Konuşmasının harfi harfine, kelimesi kelimesine katılmamak elde değildir, yerden göğe kadar haklıdır.

Bu konuşmaya ilk muarız olarak çıkan Kemalist, dayatmacı, zorba, ceberuti ve küfri yöntemleriyle yıllardan beri Türkiye’ye manen hükümranlık yaparak, CHP’nin vesayetçi anlayışı ancak İsmail Kahraman’ın bu görüşlerine karşı çıkmış durumda.

Yıllardan beri bu memleketi yabancı emperyalist istibdat anlayışıyla yönetmek isteyen CHP ve onun İslam inancından yoksun olan, lideri durumunda olan Kılıçdaroğlu’nun yaptığı hezeyanlı ve saldırgan eleştirilerle, artık uyanan bu milletin inancına çelme atamaz, gem vuramaz ve ileriye yürümek isteyen tüm milletin ayaklarına da pranga atamaz. Laikliği yıllardan beri Türkiye’ye yutturmaya çalışan bu dayatmacı tahakküme artık dur denmelidir.

Aksi takdirde Kılıçdaroğlu veyahut onun paralelinde yürüyen bazı Kemalist laikçi geçinen hıyanet çevreleri, ne yaparlarsa yapsınlar bu milleti inançlarından vazgeçiremezler.

Sayın Kahraman, yapmış olduğu tüm konuşmasında haklıdır, geri adım atmamalıdır ve “Ben konuşmamın arkasındayım” demelidir.

Ama ne yazık ki AK Parti’nin Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş gibi zevatın gerçeklerden çark edercesine, Meclis Başkanı sanki yanlış konuşmuşçasına “Biz bu konuşmasının yanında değiliz, parti olarak bizim dışımızda söylemiştir, bu görüş ancak kendi görüşüdür” deyip, korkaklık göstererek Meclis başkanının yanında yer almaması bize göre utanç vericidir ve yanlıştır.

Aslında laiklik denilen kavram, bir İslam dünyası için kullanılması gereken bir kavram değildir, ancak bu kavram Hıristiyanlığa yöneliktir. Zira laikliğin manası şudur ki; “Din işleri ayrı devlet işleri ayrı” demektir.

Bilimsel olarak düşünülürse, Din hiçbir zaman devletten ayrılacak bir olgu değildir.

Zira din, milletin ayrılmaz bir vasfıdır, bir niteliğidir, bir rengidir.

Bir millet rengini değiştiremediği gibi dinini de değiştiremez, Millet ise devletin ta kendisidir, devlet ise milletin de ta kendisidir.

Biri diğerinden ayrı bir kavram ve olgu değildir.

Eğer din, devletten ayrı ise devletin de milletten ayrı olması gerekir ki o zaman bu devlet gökten mi gelmiştir?

Oysaki devlet, milleti temsil eden bir varlıktır, millet dışında hareket edemez. Çünkü devletin yaptığı her şey milli iradeye aittir, milli irade ise milli inanç, milli kültür, milli tarihe dayalıdır.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Bu mevzu, gerçekten çok uzun, kapsamlı ve detaylıdır.

Bunun bilimsel açıdan ele alınması gerekir ki bunu da yakın bir zamana bırakmakla dünkü sohbetimizin devamına gireceğiz ki 28 Şubat’taki tahakküm, istibdat ve cehaletin karanlık yönlerini anlatmakla sohbetimize devam edeceğiz.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü yazımızın sonunda söylediğimiz belgeler; kirli, iğrenç oyunu sahneye koyan bazı resmi üniformalılar tarafından hazırlanmıştır..

Hem de PKK diliyle yazılan, aynı zamanda PKK’nın ERNK diye sahte mührünü kullanarak kirli vesikanın altına basarak, yasalaştırmak isteyen ceberuti komitenin başında dönemin DGM Cumhuriyet Başsavcısı Nihat Çakar olmakla beraber efsanevi JİTEM İstihbarat Şube Müdürü Cemal Temizöz ile birlikte dönemin 7. Kolordu Komutanı Yaşar Büyükanıt’ın iki kurmay başkanlarının imzasıyla gerçekleştirilmiş ve böylece bizi sorumlu ve suçlu durumuna sokmak istemişlerdir.

İşte o iki ayrı süreçte bu kirli fişlemeyi meşrulaştırarak imza atan dönemin Kolordu Kurmay Albayı Erhan Tavşancı ile Kurmay başkanı Reha Şatana imzalarını taşıyan bu garip ve utanç belgesi ne yazık ki 7. Kolordu Komutanlığı gibi şerefli bir mekanizmanın organizesiyle gerçekleştirilmiştir.

Biz bunun kesinlikle peşini bırakmıyoruz.

Amma velâkin bu da bir gerçektir ki birileri şimdi çıkmış, tüm tarihi gerçekleri ters yüz ederek, hem de muhafazakâr bir hükümet döneminde bunu yapmaya çalışarak, kirli olan simaları “Sütten çıkmış ak kaşık” gibi göstermeye çalışılmaktadır.

Bu da bu halkın dikkatinden kaçmamıştır.

İşte o ibret levhalarının küpürleri;

Birinci Küpür; el yazısıyla yazılan bir yazı ki bu yazı anılan isimler vasıtasıyla o günkü cezaevinde bulunan bir PKK itirafçısına yazdırılmış bir el yazısıdır. Bu el yazısını yazan kişinin yakalanması üzerine çok acayiptir ki kalem tutan başparmağını kestirmişler ve o insan şimdi Muş’un Malazgirt ilçesinde yaşamını devam ettiriyor ve başparmağı da kesiktir. Onun başparmağının kesilmesi de, kirli organizeyi hazırlayan komite tarafından yapılmıştır, izi kaybolsun diye.

Bunu meşrulaştıran belge ise; dönemin Kurmay Albayı Erhan Tavşancı ile Kurmay Başkanı Reha Şatana tarafından imzalanmıştır.

Bu her iki vesikayı da tüm kamuoyuna ders-i ibret olarak sunmayı bir vatandaşlık görevi olarak telakki ediyoruz.

En derin saygı ve sevgilerimle.