KAVİMLERİN TARİHSEL SOYKIRIMLARI! (VI)
Eklenme: 5/8/2015 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.
Sohbetimiz aynı başlık altında devam ediyor.
Üstat Bediüzzaman Hazretlerinin neredeyse 106 sene önce eski deyimiyle Doğu Kürdistan coğrafyasında Kürt aşiretleriyle hasb-i hal mahiyetinde sorulu cevaplı sohbetleri, “Münazarat” adını taşıyan kitapçıkta toplatılmıştır.
Evet, bu “Münazarat” risalesiyle “Muhakemat” “Sünuhat” “Lemaat” isimlerini taşıyan küçük Risalelerden olup, her ne kadar hacimleri küçük ise de bünyesinde taşıdığı mana değerleri çok yücedir ve büyük bir sıklete sahiptir.
Üstat Bediüzzaman Hazretleri, o dönemdeki Eski Said olarak, Kürt aşiretlerine karşı yeni oluşturulan meşrutiyet-i meşrua’nın güzelliklerini anlatıyordu ve çok haklıydı.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki birçok ulema kesimlerini de kapsamına almıştı.
Ve herkes Üstadın bu görüşünü destekliyordu.
Vaktaki altı oklu CHP’nin, yani eski "İttihat ve Terakkiperver" partinin devlet bünyesine yerleşmesine kadar.
İşte o zaman müstakil, hür yaşayan bir Bediüzzaman artık bulunamıyordu.
Hür ve hür düşünceli, müstakil(bağımsız), alnı açık, başı dik bir İslam âlimi, artık serbest değildi.
1925’teki Şeyh Sait kıyamı bahane edilerek, bütün ulema ve meşaik kesimlerine verilen kıyım Bediüzzaman’ı da arasına almıştı.
Ancak öldürmeye o hain anlayışların elleri yetişemedi.
Allah, himayesine aldı.
Hapishanelerde dahi o manevi cihadını sürdürüyordu.
Ama bundan önce 1908’lerde meşrutiyet-i meşrua denilen devlet bünyesinde şeriata dayalı bir meşveret rejimini çok desteklemişti.
Kürt aşiretlerinden bunun desteklenmesini de istemişti.
Ve hatta zaman zaman halkı bu yapıya doğru harekete geçirerek, büyük çaplı bir istek ve arzusu söz konusuydu.
Ne yazık ki, beklediği olmadı..
Zira terakkiperverlerin kuruluş biçimleri aldatıcıydı.
Jön Türklerle, Siyonist hegemonyasının dayatılmasıyla, gizliden gizliye meşrutiyet rejiminin istek ve arzuları bir hayli kabarıktı.
Çünkü hedef Sultan Abdülhamit’i alaşağı etmekti.
Hilafet-i İslamiyeyi ilga etmekti.
Ve cihanşümul bir devleti tarihten silmekti.
Bu nedenle ulema kesimine bu hileli oluşumlarını açığa vermiyordu, çok gizli ve kapalı bir üslupla halka meşrutiyeti İslami bir meşveret rejimi olarak tanımlıyorlardı.
Ama gün geldi hiç de öyle olmadıkları ortaya çıktı.
Hedef; tümüyle şovenist, faşizan müstebit bir rejimin oluşturulmasıydı.
Bediüzzaman’lar milli mücadeleden sonra fark etti.
Ama ne yazık ki iş işten geçmişti.
* * *
Bu nedenle Kürt aşiretleri şöyle soruyorlar;
“Ey Seyda! (Ey büyük üstat)
Begler, ağalar, müteşeyyhler (gerçek şeyh olmayıp, kendini şeyh gösterenler) iki kısma ayrılır.
Bunlar arasındaki fark ne olabilir, nasıl tanıyabiliriz?”
Cevaben Üstat şöyle diyor;
“İstibdat ile meşrutiyet kadar farkları vardır.
Ben dahi meşrutiyet ve istibdadı müşahhas (açık bilinen) olarak size göstermek istedim.
İstediğimden şu iki kısmı temsil olarak beyan ediyorum”
Soru: “Nasıl yani?”
Cevap şöyle;
“Eğer devletin büyük adamları, istibdat (zulüm) ile kuvvete (güce) veya hileye veya kendisinde bulunmayan güzel vasıfları riyakârlıkla tasannu ederek, kuvve-i maneviyeye istinaden halkı istib'at (kendine köle) ederek havf ve cebrin tazyiki ile tutup insanı hayvanlığa indirmiş.
Daima o milletin geleceğinden şevkini, iştiyakını, hissiyatını kırar, neşelerini kaçırır.
Eğer bir adam şöyle yaptı, eğer bir seyyie (günah) olursa, kabahat biçare millete teşmil edilir, gibi gösteriliyordu.
İşte şu mahiyetteki hakikatten büyük değildir, küçüktür.
Milletini küçültüyor, kendini büyütüyor.
Zira milletin her çalışmasını suhra gibi işliyorlardı.
Hatır için gibi yapıyor.
İyilik etse de riya karıştırıyor.
Kötülük de etse müdahale ve yalana kendini alıştırıyor.
Daima aşağıya iniyor.
Zira saye-i insaniyenin buharı hükmünde olan şevk-i müntafi oluyor (faydalı bir teşvik oluyor).
***
Ağaları ve büyükleri omuzlarına biner.
Ta yalnız görünsün.
Onların etlerinden ve emeklerinden bitinceye kadar yer, bitirir onlar da büyür.
O milletin gonca misal istidatları üzerine o resim perde olup, ziyayı göstermiyor.
Belki yalnız o neş u nema bulur, inkişaf eder, açıklar.
Eğer gerçekten müşahhas (görünen) istibdadı görmek arzu ediyorsanız, işte size şunu söyleyeyim;
Aman bu kadar istibdadın fena bir zehri var iken aciptir ki biz bu kadar kalmamışız.
Üstat cevap veriyor;
Acip değildir istihfaftan, bazen istifade olunur o pis istibdadın taahhüdü için birbirinin kuvvetini, bir derece karar tadil ederdi (değiştirirdi).
Yoksa işiniz fena idi”
En derin saygı ve sevgilerimle.