"KAZA DEĞİL, TESADÜF DEĞİL, SUİKASTTIR!?"
Eklenme: 10/6/2010 12:00:00 AM

Evet, değerli okurlarımız.

Malumunuz üzre bu ülkede olup biten her şeyin arka planı vardır.

Bu arka plan iyiliklerin değil, kötülüklerin hep dayanak noktası olmuştur.

Hem de organizeli ve tertipli bir biçimde ömrünü idame etmiştir. Derinden derine şeytani üsluplarla hedefine ulaşabilmiştir.

Ve tabi ki üzerine kirli siyah şal çekilmiş.

Bu nedenle görüntü ve manzaranın iğrençliği görülmemiştir.

Görülmüşse de meşruiyet kazandırılmıştır. Adına da devlet sırrı, derin devlet ve hukukun üstünlüğü ve demokrasi denilmiştir.

İşte yerinde kullanılmayan "El fâzi meşhure" bu meşhur kelimeler ve sözler bu millete tarihi kötülükler yaşatmıştır, iğrençliklere vesile olmuştur.

Ve buna da meşruiyet kazandırabilmişlerdir.

Yazık olmuştur!

Ama henüz iş işten geçmemiştir diye düşünüyorum.

Millet bu derin çukurlardan çıkan mezalimin kokuşmuşluğunu teneffüs etmeye mahkum edilmiştir.

Yani oksijen ararken hidrojen zehriyle zehirlenmiştir.

Günü gelmiş bu pis bunalımlı havada millet bulantı geçirmiş ve adeta baygın duruma gelmiştir.

Sersemleşmiş..

Ama kurtuluş arayışı içerisine girmişse de bir türlü başaramamıştır.

Günlük hayat akışlarından tutun da, tüm sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel ve ahlaki değerler vesayet altına alınmıştır.

Toplum bunları kazanıp-yaşatabilmek için mücadele vermişse de; hey hat hep önü tıkatılmıştır.

Makyajlı acuzeler genç bakire olarak gösterilmiştir.

Ve bunun adına da "çağdaş medeniyet üstünlüğü" adı taktırılmaya çalışmışlardır.

Ama günü gelmiş bu ülke insanı geçmişinden almış olduğu feyz-i, manevi ruhaniyetle genlerinde bulmuştur.

Yepyeni gerçekler inkılâp etmiş ve herkes toplumsal bir canlılıkla ayağa kalkmıştır.

Tıpkı bugünkü gibi.. Millet gününü bekliyor, zaferini bekliyor hem de nasıl bekliyor?

Ruhi canıyla, dört gözle dimdik ayakta bekliyor.

Bu gerçeği bize müjdeleyen çağımızın yüksek ilmi dehasına sahip Üstad Bediüzzaman Hazretleridir.

O bize müjdeliyor!

Nitekim geçen Pazar günü İstanbulda 9. Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumunda Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı kelimesi kelimesine bütün dünya önünde dile getiriyordu!

Ve diyordu ki:

"Bediüzzaman Hazretleri bu ülke insanına geleceğini şöyle müjdeliyor ve diyor ki:

-Ey İslam cemaati müjde veriyorum ki şimdiki Alem-i İnsanın Saadet-i Dünyeviyesi özellikle Osmanlıların saadeti ve bilhassa İslamın terakkisi onların intibahıyla (uyanmalarıyla) olan saadetinin fecri saadetin (gerçek şafak söküğünün) emareleri (alametleri) inkişafa (açılmaya) başlıyor ve saadet güneşinin de çıkması yakınlaşmış.

Yesin (ümitsizliğin) rağmına ben dünyaya işittirecek derecede kanaati katiyemle (kesin kanaatimle) derim ki, İstikbal yalnız ve yalnız İslamiyetin olacak ve hakim (milli irade) Hakayıkı Kuraniyeye ve İmaniyeye dayanacak.

Bu davama çok burhanlardan (tecrübelerden) ders almışım.

İlmi deneylerden geçilmişim.

Ey üç yüz senesinden sonraki yüksek asrın arkasına gizlenmiş vesakitane nurun sözünü dinleyen ve bir gizli nazar nazar-ı ğaybi ile bizi temaşa eden nice Saitler, Hamzalar, Ömerler, Osmanlar, Tahirler, Yusuflar, Ahmetler vs.!

Sizlere hitap ediyorum.

Başlarınızı kaldırınız.

Saddakta diyiniz.

Ve böyle demek sizlere borç olsun.

Şu muasırlarım (çağdaşlarım) varsın beni dinlemesinler.

Tarih denilen mazi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgrafla sizin ile konuşuyorum.

Ne yapayım?

Acele ettim, kışta geldim, sizler cennet asa bir baharda geleceksiniz.

Şimdi ekilen nur tohumları zemininizde (tarlanızda) çiçek açacaktır.

Biz hizmetimizin ücreti olarak sizden şunu bekliyoruz ki mazi kıtasına geçmek için geldiğiniz vakit mezarıma uğrayınız.

O Bahar hediyelerinden birkaç tanesini medresemin mezar taşı denilen ve kemiklerimizi misafir eden ve hor hor toprağının kapıcısı olan kalanın başına takınız.

Kapıcıyı tembih edeceğiz, bizi çağırınız.

Mezarımızdan "HENİ EN LEKÛM" sedasını işiteceksiniz" diye haykıran Üstad Hazretleri İslam geleceğini ve İslam hâkimiyetini kesinlikle müjdeliyor.

Evet, sevgili can dostlarım.

Gerçekten, milletçe yaralarımız çok derin.

Ama inşallah ümit varız ki ihtiraslı kurtların dumanlı havadan faydalanmaları daha fazla sürmeyecektir.

Münafık ruhlu derin devletin adamları artık bu mübarek toprakların üzerinde rahat çalışma imkânını bulamayacaklar.

Zira bu memleket başta söylediğim gibi uyanmıştır.

Kemali iştiyakla gün ışığını bekliyor.

Şafak sökmüş, güneş ha doğdu ha doğacak.

İslam güneşi inançsız keferetül fecerelere oksijen durumunda değil hidrojen halini yaşatacaktır ve o küfürleriyle boğulup gideceklerdir.

Bakınız, dünkü Zaman Gazetesinin sür manşetinde şöyle bir ifade gördüm.

Bu ifade Anayasa Mahkemesi Başkanı Sayın Haşim Kılıçın ağzından çıkmıştır.

Eskişehir Anadolu Üniversitesinde mezun olan Kılıç, mezuniyet günü itibariyle gidip, açılış yapmış ve Türkiye insanını adeta müjdelemiş ve ümitlendirerek şöyle konuşmuş:

"DERİN DEVLETTEN ÇOK ÇEKTİK"

Mezun olduğu üniversitesinde özgürlük dersi verirken şunları konuştu:

"Derin devlete karşı derin demokrasi" dedi.

"Bunu karşılamayanlar kaybetmeye mahkûmdur" dedi.

Aynı gazetenin manşetinden merhum Org. Eşref Bitlisin oğlu Tarık Bitlis, şöyle diyor:

"Dosyanın 17 yıl sonra açılması Annemi de umutlandırdı.

1993 yılında uçağının düşmesi sonucu hayatını kaybeden Eşref Bitlisle ilgili soruşturmanın yeniden başlatılması ailesini heyecanlandırdı.

Oğlu Tarık Bitlis, elinde belgesi ve bilgisi olan herkesi savcılığa koşmaya davet etti.

"Toplumun vicdanının tatmin edilmesi için babamın ölümü aydınlatılmalı" diyen Tarık Bitlis, 75 yaşındaki annesinin de sonuca ulaşacağına dair umutlandığını söyledi."

Evet, her zaman söylediğimiz gibi bu köşeden çok önemli dayanaklara dayanarak söylediğimiz ve yazdığımız her kelime sanal değil, hayal değil, gerçektir, müdellel bir davadır.

Her sahada ve her alanda sesimizi yükselterek diyoruz ki:

Bu millet derin devletin kokuşmuş kanalizasyonundan çok çekmiştir.

Artık nefes alamaz duruma gelmiştir.

O boğucu hidrojen sisli hava artık dağılmalıdır.

Yepyeni teneffüslü bir oksijen havası gereklidir.

Ve İnşallah gelecektir.

Dün de değindiğim gibi yakın tarihimizin birçok olaylarını eskitmişler.

Yargının tozlu raflarına saklamışlar, gömdürmüşler ve aklı sıra kendi kendilerini kandırarak sözde zaman aşımına uğratacaklar.

Bizce mürurü zaman olgusu bu kirlenmeyi ve bunca kirlenme hıyanetini kapsamayacaktır.

Eski Jandarma Genel Komutanı merhum Eşref Bitlis yaklaşık 17 yıl önce bir uçak kazası süsü verdirilmiş ve uçağı düşürülmüş, sonuç itibariyle hayatını kaybetmiştir.

Ancak aradan yıllar geçmesine rağmen bu şüpheli ölümün üzerindeki sis perdesi bir türlü aydınlanmadı.

Olayın gerçekten kaza mı yoksa suikast mı olduğuna dair tartışmalar sürüp giderken, Eşref Paşanın esrarengiz ölümüyle ilgili dosya yeniden açıldı.

Bizim de isteğimiz zaten bu, olayların dosyaları uzun süre Adliyenin kapalı dolaplarında saklanmış ise de bu millet bunun peşini bırakmayacaktır.

Evet, dün de yazmıştım.

Bahtiyar Aydın Paşa, Eşref Bitlisten sonra Licede kanas kurşunuyla gözünden vuruldu; ama PKKya mal edildi.

Birçok olaylar böylece ters yüz edilerek tarihe gömdürülmek istenmiştir.

Tıpkı 28 Mayıs 1998deki bizim hakkımızda tertip edilmiş sahte doküman gibi.

Hem suçlandık, hem de fişlendik.

Ve bu fişlenmeyi zincirleme olarak JİTEM ve Jandarmadan başlamak suretiyle DGM Cumhuriyet Başsavcısı olan Nihat Çakar ile Cemal Temizöz, Ali Kaya, birçok itirafçıların da olayda yer almaları şayanı dikkattir.

Düşünün, o olup biten iğrençlikler 2000e kadar devam etti.. 2000 yılının Nisan ayının 25ini 26ıncıya bağlayan akşam Nihat Çakarın uydurmalarıyla keyfi bir biçimde, polise bir emir talimatı yazar beni ve arkadaşlarımı gözaltına alır.

Ve olayı duyan rahmetli Mehmet Emin Altındağ arkadaşıyla beraber yola çıkıp gelirken bir askeri bölgede dehşetli bir ölümle karşı karşıya gelir. Ve buna da trafik kazası süsü verdirilmiştir.

10 yıldan beri bu dosya elden ele dolaşıyor, nihayet çok değişik versiyonlarla ibretli ve hileli oyunlarla bu dosyaya takipsizlik kararı verildi.

Ve zaman aşımına sokuluyor.

Bunlar hep tamamıyla derin devletin kokuşmuşluğudur.

Ve bu kokuşmuşluğu da temsil eden kokuşmuş anlayışların eserleridir.

Peşini bırakmayacağız.

Her zaman söylüyoruz, günü gelecek bu şerefsizce uygulamanın uygulayıcılarını da yakalayacağız ve yakalarına yapışacağız.

Meşru zeminde onları hukukun ve adaletin pençesine teslim edeceğiz.

Yazımızı bugün burada sonlandıralım.

Yarın kendi eliyle sahte belgeyi yazan PKK itirafçısı Nizamettin Özturanın parmağının kestirilmesinin derin kokuşmuşluğunu size anlatacağız.

En derin saygılarımla.