KİRLİ PLANLARLA HİÇBİR ZAMAN ÜLKE KORUNAMAZ!
Eklenme: 7/17/2010 12:00:00 AM

Evet, değerli okurlar.

Eğer bir ülkenin bütünlüğü, bir milletin bölünmezliği söz konusu ise, bu coğrafyanın da bölünmez bütünlüğü düşünülüyorsa, burada aktif rol Askerin ve Yargının olmalıdır.

Çünkü "ülkenin ve milletin" sahil-i selameti onlarla mümkündür.

Onun için; TSK, Yargı ve İstihbarat önem arz eder.

Bünyesinde "arıza" istenmediği gibi, "ülke ve millet" karşıtı düşünce yapısı da barınmamalıdır.

Ama ne var ki;

Ülkemizin ve milletimizin başı bir türlü belalardan kurtulmuyor.

Ki bu belalarda ne hazindir ki; "sahil-i selameti" için var olan olmazsa olmazı kurumlardan gelmektedir.

TSK'nin "içyapısı", Yargının içerisinde palazlanan "ideolojya" ve İstihbarat Birimlerinin "görev" savsaklaması.

Bugün Türkiye açısından "ciddi" bir sorun evresine sahip.

Bundan dolayıdır ki; ülke ve millet bir türlü "badirelerden" kendini alı koyamıyor.

Şu halde; nasıl bir "düzeltme" icra edilmelidir ki, yaşanan "vahim" durum bertaraf edilebilinsin?

Bunun yolu aslında basit.

Şöyle ki;

Eğer TSK ülke hizmetine yönelik "çalışma ciddiyeti" içerisinde bulunmak istiyorsa "o zaman" tez elden bünyesinde var olan "kirlenmeyi" yok etmelidir.

Cundacılık ve andıclık oyunlarına son verilmesi gerekir.

Keza bu düşünce temizliği Yargı için de geçerlidir.

Bilinen ve bizce de malum olarak değerlendirilen "ideolojya" etrafında palazlanıp büyüyen Yüksek Yargının aktörleridir. Bunların kendine çekidüzen vermesi lazım.

Evet! Yıllardır ülkemiz bu kirli oyunlarla karşı karşıyadır. Ve herkesin de malumudur.

Bakınız!

Tehlike çanları hep ülke ve millet "zihninde" bunalım yaratmıştır.

Terör artmıştır, şiddet ve kaos hep körüklenmiştir.

İşte son günlerde yaşanan "şiddet" tırmanışı.

O nedenle diyorum ki; Yazıktır ve günahtır!

Bu ülke insanının yıllardan beri çalışıp-didinerek kazandığı, alın teriyle, tırnağıyla-dişiyle kazandığının vergileriyle oluşan, yetimin, öksüzün, yoksulun hakkının var olduğu Milli Bütçe acımasız bir şekilde, "kirli savaşa" harcanmaktadır.

Silaha, mermiye, bombaya, tanka, tüfeğe.

Düşünün; millet aç ve perişan. İş yok, aş yok.

Ama buna rağmen; dağlara-taşlara "Milyarlarca dolar" atılıyor.

Bu kayıp, bu acımasızlık, bu şiddet ne zamana kadar sürecek?

Ne olacak bu ülkenin ve milletin hali?

Bu kurumların "işleyişiyle" mümkün değil.

Zira orta yerde.

Kamu kurum ve kuruluşları kimler tarafından yönetiliyor?

Her ne kadar belli ise de zerre kadar milli irade hâkimiyetine hizmet etmiyor?

Sevgili okurlar.

Önceki günkü Zaman Gazetesinin manşeti bir hayli çarpıcıydı.

Başlık aynen şöyle;

"YÜKSEK YARGIDAKİ GÖRÜŞMELER HALKTAN SIR GİBİ SAKLANIYOR"

Aman Allahım!

Bu ne yahu demezler mi, sormazlar mı; "Bu yüksek yargı Türkiyeden başka herhangi bir ülkede mi faaliyet gösteriyor?"

Veyahut birileri oyun olsun diye mi oynuyor?

Millet adına önemli kararlara imza atan yüksek yargıda görüşmeler kapalı devre sistemi içerisinde sır olarak kalıyor.

Müzakereler, tutanaklarla geçiriliyor.

Ama sonuç vahim.

Namuslu ve dürüst genç savcılarımızın yapmış olduğu görevden dolayı yüksek yargı tarafından takip altına alınıyorsa ismini, sicilini, künyesini ezberleyip hemen işinden alınmak zorunda kalınıyorsa siz o ülkede "demokrasiden" söz edebilir misiniz?

O ülkenin neresinde demokrasi olabilir?

Bu tablo karşısında; insan demokrasi kelimesini kullandığı zaman utanır, hicap eder.

Zira halkın göründüğü fiziksel olgular, söylediklerimizin birer kanıtlarıdır.

Örneğin;

Erzincandaki Ergenekon yapılanmasını deşifre ettikten sonra sürüldüğü Malazgirtte "Burası senin mezarın olacak" şeklinde tehditler alan eski İliç Savcısı Bayram Bozkurt, görevinden istifa ediyor.

Sürgün ve tehditle bürokratlar korkutulup yıldırılmaya çalışılıyorsa hem de Adalet Bakanlığı bünyesinde yıllardan beri oluşmuş HSYK tarafından bu işler organize ediliyorsa vay bu memleketin haline.

Bakınız görevini kötüye kullanan kendi meslektaşı olan Erzincan Başsavcısı ile 3. Ordu Komutanı Org. Saldıray Berkin işledikleri suçtan, yani Ergenekon terör suçlarından dolayı haklarında soruşturma açan görevli bir savcı sürüm sürüm süründürülmüş ve istifa noktasına zorlandırılmıştır.

Sevgili okurlar.

Ergenekon sanığı Başsavcı İlhan Cihanerin gizli tanık Efe olduğunu iddia ettiği Bozkurt, yargıdaki baskılar nedeniyle istifa ettiğini "Burası senin mezarın olacak" şeklinde tehdit mesajlarında bu kararın etkili olduğunu söyledi.

Keza 2006da Şemdinli olayını soruşturma altına alan Van Savcısı Ferhat Sarıkayanın da mesleki hayatı elinden alındı.

Hatta diploması bile iptal edilerek, avukatlık bile yapmasına imkân verilmedi.

Adalet Bakanlığının bünyesinde yıllardan beri oluşa gelen kocaman bir HSYK Kurumu böyle gencecik savcılarımızla oynayıp kendi ideolojisine çekmek zorunda kalması gerçekten çok vahimdir ve çok ciddidir.

Sormazlar mı, "Bu devlet nereye gidiyor?" diye.

Günlük yazılı medyanın manşetlerine ve sürmanşetlerine bakıldığında gerçekten ürkmemek, vicdan azabı çekmemek elde değildir.

Türkiyenin böyle manzaralarla karşılaştığını görünce insan adeta insanlıktan çıkıyor?

Şuurunu yitirmek üzere bir hal yaşamak zorunda kalıyor.

Bu ülke milletiyle, devletiyle, coğrafyasıyla 7den 70e kadar yekvücut olarak bir izan, bir iman, bir inanç bütünlüğü içerisinde birbiriyle pekiştirilerek, kenetlenerek, tarih boyu yaşamış ve yaşama da devam etme arzusundayken, nasıl oldu bu hale gelindi?

Akla ziyan bir durum.

Kendi bünyesinde oluşa gelen ve bazı önemli kurumların başındaki zevatın himaye ettiği yapı, ne yazık ki yıllar yılıdır devleti adeta "terör alanı" haline getirmiştir.

İnsanlarımızı birbirine düşürmüştür.

Dökülen onca kan. Söndürülen onca ocaklar.

Akan gözyaşları, yakılan ağıtlar.

Geride kalan gencecik dul kadınlar. Yetim yavrular.

Yüreği yanık ana babalar.

Bu acı ve ızdırapla katmerleşen ihanetin müsebbibi kim?

Ve bu vebalı kim çekecek?

Doğrusu bu sorularımıza kim cevap verebilir?

Hangi iktidar yüreklilik göstererek halkın onlara vermiş olduğu milli irade salahiyetini doğru dürüst kullanarak tüm bu menfur olayları bertaraf etmek için canla başla çalıştı?

Yok. Sizce var mı acaba?

Bu soruya cevap ararken kocaman bir hiçle karşılaşabiliriz!

Ama tüm bu kirli manzaralar karşısında görünen o dur ki ülkenin içten ve dıştan gelen tehlikelere karşı tarihi bir güç olarak dünyaya kendini tanıtan TSKnın ne hazindir ki yıllar yılı kimsenin bilemediği, çok büyük karanlık ve kirlenme tablosuyla karşı karşıya olduğunu görmekteyiz.

Tüm bunlara rağmen hala da siyasilerimiz hedef şaşırtırcasına terörle mücadele etmeyi başka alanlarda aramayı yeğliyorlar?

Yıllar yılı aynı noktada giderken bir arpa boyu dahi mesafe alamamışlardır.

Zira seçilen yanlış hedef kasıtlıdır, cehlidir ve keyfidir.

Oysaki hedef artık gün gibi aşikâr orta yerde.

Bakınız, dünkü ulusal medyanın sürmanşetinde şöyle bir yazı okuyoruz.

"YARBAYIM ÇOK PKKLIYI VURUYOR, HERONU DÜŞÜRÜN"

"İŞTE İHANET"

Teröristlere "Kendi adamlarımız" diyen yarbayın konuşmasını MİT tespit etti, "Üsteğmenim çok zayiat veriyoruz, ya koordinatlarını değiştirin ya da Heronları düşürün" talebi ve yarbayın "Çaresine bakarız" cevabı kayda geçti.

Kayda geçen haber şöyle devam ediyor.

"Şehitlerin kemiklerini sızlatan hainlik 2007 Ekim ayında yaşandı.

Hava pilot Yarbay Selami Selçuk Çye telefon açan hava pilot üsteğmen Fırat Ç, PKKlılardan "Kendi adamlarımız" diye bahsederek insansız hava aracı Heronlar yüzünden çok zaiyat verdiklerini söyledi.

Ardından tüyler ürperten konuşmasına "Ya koordinatlarını değiştirin ya da Heronları düşürün" diye devam etti.

Bu MİTin raporu İlker Başbuğa sunulduğu halde Başbuğ zig zaglar çizerek bunu yazan gazetecilere kanı bozuk diye suçlama getirmekten kendini alıkoyamayan bir Genelkurmay Başkanı açık ve net olarak suç işlemektedir.

Buna rağmen kendisi başta olmak üzere bu ihanet yağdıran cuntacı subaylar hakkında bir türlü bugüne kadar soruşturmanın yapılmaması gerçekten düşündürücüdür, düşündürücü olduğu kadar da çarpıcıdır.

Peki, sormazlar mı "Ey sevgili iktidarlar neredesiniz, hangi yüreğiniz bu acılara dayanıyor?"

Hala da şov yapmakla göstermelik tavrınız ne zamana kadar devam edecek?

Gerçekten toplum bunu merak ediyor.

Kalın sağlıcakla.

En derin saygılarımla.