KISSADAN HİSSE!
Eklenme: 2/25/2010 12:00:00 AM

Evet, Sözün sevgili okurları. Söz Gazetesi yalnız Söz ailesine ait değil. Tüm okurlarımızın malı olup her okurumuzun aynı aile içerisinde olduğunu telakki ediyoruz. Zira bir medya kuruluşu olarak ne kadar kendi imkânlarıyla "güçlü olursa olsun", kesinlikle daha fazla güce sahip olabilmesinin tek şansı okurlarıyla kaim olabilmesidir. Okur potansiyeli ne kadar fazla ve geniş kapsamlı olursa o gazete o kadar olayları geniş tutar ve önemli davaların inceliklerine inebilir.. Ve kamuoyu adına mücadelesini sürdürür. Yıllardan beri bölge insanımıza hizmet veren Söz Gazetesi, gerçekten dar bir çerçeveye sıkıştırıp belirli bir kesime yönelik değil, geniş bir okur potansiyeline sahip olma hasebi ile bölge insanımızın dertleriyle dertlenmektedir. Halkımızın sıkıntıları neyse aynı sıkıntıları sizlerle paylaşmıştır ve paylaşmaya da devam edecektir. Tek kelime ile Söz Gazetesi halkımızın gerçek bir hal tercümanıdır. Uzun zaman dilimi içerisinde siyasal, sosyal, ekonomik, kültürel, ahlaki gibi tüm toplumsal içtimai hayat faktörleri ve toplumsal sıkıntıları sizlerle paylaşmıştır ve paylaşmaya devam edecektir. Bu itibarla her sabah Söz Gazetesi siz değerli okurlarımıza sunulurken mutlaka ihmal etmeyin gerekirse bir tane yerine iki tane alın. Bunu söylerken ticari bir anlamla demiyorum.. Yüce bir misyon ve anlamlı bir dava olarak sizinle paylaşmak istiyorum. Dava bizim olduğu kadar sizin de olmalıdır. Onun için Diyarbakır Söze sahip çıkın, diyoruz. Bilindiği gibi bugünkü yazımıza başlık olarak kullandığımız "KISSADAN HİSSE" ifadesinin nedeni aşağıdaki kaleme aldığımız Türkiyenin güncel olaylarının başlığına yöneliktir.. Her konuya "kıssadan hisse" misali değinerek daha fazla bir birikimle size sunmaya çalışmaktır. Bundan dolayı da diyoruz ki: Türkiye bu haliyle nereye gidiyor? İşte bu soruya cevap arayacağız.. Denilebilir ki bu soru nerden çıktı? Bakınız sevgili okurlar. Dünkü Söz Gazetesinin sürmanşet olarak yazdığı "BU NASIL VİCDAN" ifadesi altında çok çarpıcı ve dehşet veren ibretengiz kirli bir 'düşüncenin' icraatı vardı. Haberin devamı şöyle; "Tarım İl Müdürlüğünün yaptığı denetimler sonucunda iki lokantanın eşek eti kullandığı tespit edildi." Haber şöyle devam ediyor;

"İKİ LOKANTADA AT VE EŞEK ETİ" "Diyarbakır Tarım İl Müdürlüğünden yapılan açıklamada kente tek tırnaklı (At-Eşek) ile ilgili yoğun denetim yapıldığı belirtildi. Gıda üretim ve toplu tüketim yerlerinde konuyla ilgili son bir ay içinde toplam 173 denetim yapıldığı bu denetimlerde 50 numune alındığı belirtilen açıklamada söz konusu numunelerin analizi sonucunda şu ana kadar iki numunede tek tırnaklı hayvan etine rastlanmıştır. İlgili işletmeler hakkında 5179 sayılı yasanın 29. maddesi gereğince toplam 11.446 TL idari para cezası uygulanmıştır ve iki işletme hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunulmuştur." Bakınız sevgili okurlar. Türkiye nereden nereye geldi? Geçmişimize yönelik yani bundan yaklaşık 100 yıl önce diyelim.. Bu ülkenin doğusuyla batısıyla, Kürdüyle, Türküyle, Arabıyla, Acemiyle, 7den 70ine kadar. Bireyinden tutun da ailesine, ailesinden tutun da toplumuna kadar.. Yekvücut tek tip gerçek Kuran inancına dayalı bir milletin varlığı söz konusuydu. O günün insanları sabah ezanıyla uyanıp ibadetini yaptıktan sonra bir daha yatağa girmeyip uyku gafletine dalmayarak, köylüsü tarlasının başına gidip çalışırken, şehirlisi dükkanına gidip darabasını açarken, herkes ama herkes işine besmele ile başlıyordu. Akşamları ise hamdu senalarla işyerini kapatıp, paydos ediyordu. İşyerini açarken Allahtan hayırlı bereket ve helal rızk dilemek üzere açıyordu. Kapatırken de günlük kazancı az olsun, çok olsun; ama öz olsun yani helal olsun zihniyeti ile kasasına, cebine ne girdiyse Allah bereket versin diyerek işyerini kapatıyordu. Günlük ticari alışveriş şeklinde öncelikle sadakat ve dürüstlük vardı. Yalan, uydurma, gerçek dışı yanıltıcı bir şekilde yeminsiz malını satıyor, ticaret potansiyeli ta Halepe Şama Bağdata kadar uzanıyordu. Onun için o günlerden kalan kültürümüze mal olmuş bir söz var "HALEP ORDAYSA ARŞIN BURADA" "Yanlış Hesap Bağdattan Döner" gibi ifadeler. Piyasadaki ticari istikamet yani dürüstlük ve doğruluk had safhasındaydı. Büyük işadamları Halepe gidiyordu, deve ve katır yükü ile mal getiriyordu; ama oradaki tüccara ve fabrikatöre ne imza veriyordu, ne çek, ne de senet. Adliyedeki icra iflas birimleri yok sayılır durumdaydılar. Yani icra müdürlükleri hemen hemen yoktu. Tabii yaşımız o günlere dayanmıyor ise de; ama büyüklerimiz bize bunları böyle anlatmıştı. Ve okuduğumuz kitaplar da bize böyle intikal ediyor. Yani toplum arasında Hz. Muhammed (s.a.s)in ümmeti olma şerefi gölgesinde insanlar günlük hayat akışları hep dürüstlük içerisindeydi. Vicdanlar sönmemişti, kalplere küfür ve nifak tohumları ekilmemişti. Eğitim sisteminin gerçek adı maarifti. Yani ilim ve irfan yuvaları olarak anılıyordu. Okuyan neslin beynine ve iç duygularına Allah korkusu, insan sevgisi ve yüce İslam dininin şerefli intisabı enjekte ediliyordu. Onun için toplum gerçek manada insanlık karakterine yakışır bir nitelik taşıyordu. Yabancı, değişik, küfür ve nifak tohumları, toplum arasına ekilmemişti. Tek kelime ile özetlemek gerekirse, insan insan olarak yaşıyordu. Toplumda kozmopolik bir hayat şekli yoktu. Haydutlaşma, soygunculuk, canavarlaşma, saldırganlık gibi niteliklerle tanışmamıştı. Ama ne yazık ki, vaktaki kurtarıcılık adı altında cumhuriyetin nitelikleri denilen demokrasi, laiklik, hukukun üstünlüğü ve sosyal hukuk devleti gibi kavramların içi boşaltılmaya başlanınca.. Boş bir zemin üzerine oturtularak sadece kelime telaffuzundan ibaret olup hükmen mana değerleri ortadan kaldırılmak üzere toplum, halk bu şekilde yöneltilmeye başlatılınca; bu ülke insanı, bu halk gerçek manada pusulasını şaşırdı. Yüce miras olan ejdad kültüründen uzaklaştırıldı. Ne idügü belli olmayan bir ahlak enjekte edilmeye başlandı. İşte o zaman kıyametler kopmaya başladı. Bu gaflet içerisine dalan bir ülke ve bir millet, sabah uyanan bir gençlik potansiyeli maalesef sabah namazı ile uyanıp işyerine gitmiyor. Abdestli, namazlı artık az bir potansiyelle karşılaşıyoruz. Onun için devletin yasaları sönük geçtiği gibi müeyyideler de hiçbir caydırıcılık taşımıyor. Deyim yerindeyse suçlu ön kapıdan giriyor, arka kapıdan çıkıyor. Ve tekrar, tekrar o işleri yapmaya devam ediyor. Ne oldu? Demek ki Türkiye nereye gidiyor; sorumuz yerindedir? Her sabah bu toplum uyanırken yeni yeni güncel olaylarla karşılaşıyor. Artık marketler, kasap dükkanları, lokantalar gibi daha neler? Nelerin bize neleri sattığını bilemiyoruz. Vatandaş bu tür alışverişlerde dahi tedirgindir. Kendi parası ile sıkıntılar içerisinde hayatını geçiştiren bir toplum haline geldik. Helalini helal olarak, haramını haram olarak tanımlayamayan veyahut vurdumduymazlığa gelen bir potansiyel.. Tüm bu sıkıntılara rağmen müesses nizamın havarileri ve siyaset bezirgânları hep kendi geleceklerini düşünüyor. Milletin sırtından beslenen kamu kurum ve kuruluşları maalesef millete rağmen milleti yönetiyorlar. Gittikçe kargaşa, terör odakları, dökülen kan, akıtılan gözyaşları mutlak bir cehalet, tanrı tanımayan bir halk durumuna girdik. İşte onun için soruyoruz. Türkiye nereye gidiyor? Günlük medyaya bakıyorsunuz. İki-üç günden beri sürmanşetler hep emekli generaller, muvazzaf subayların resimleriyle donatılmış durumda. Ekranlar aynı şekilde. Peki, bu toplum acaba ne günah işlemiş ki böylesine büyük ve endişeli sıkıntıları yaşıyor. Türk Silahlı Kuvvetlerinin bünyesinde olağanüstü hal yaşanıyor. Üst düzeydeki yargı apayrı bir yolda seyreyliyor. Medyanın yalaka kalemşorları hep yanlış fetvalarıyla insanların kıblesini değiştirirken karanlık kurullar ise hep sömürücü emperyalist dış mihrakların ajanlarıyla kalkıp oturup adeta piyon görevini yapmaktadırlar. CIA, Mossad ve KGB gibi gizli istihbarat birimlerinin bir uzantısı durumundalar. Milletin bağrından çıkmış bir ordunun bünyesinde hep inkârcı, macera peşinde, bir gladyo tipi cunta darbe ve post modern bir anlayış. Devleti yıkıp hükümetleri, iktidarları etkisiz hale getirip kendi hegemonyasını kurmak istiyor. 27 Mayıs ve günümüze dek oluşa gelen olağanüstü haller bu millete yaşatıldı. Onun için Türkiye nereye gidiyor? demek durumunda kalıyoruz. Mehmet Altan dünkü Star Gazetesindeki köşesi yazı gerçekten dikkate şayan bir yazı.. Sayın Altanın bu yazısından geçmişe yönelik özellikle bizim başımıza gelen, hem de TSKnın bünyesindeki macera peşine düşen bir kesimdan bahsediyor.. O nedenle endişelenmemek mümkün değil, üzülmemek elde değil hem ülke adına hem de, halk adına. Evet, sevgili Altan yazısına başlık olarak şu ifadeyi kullanmış. "Sıra 27 Nisan Muhtırasına mı geliyor?" "Balyoz soruşturması dün kimi teknik tartışmaları da kapsayarak bütün gün sürdüğü gözaltına alınan zanlılara "Hükümeti devirmeye teşebbüs ve bu amaçla örgüt kurmak" sorgulaması yapıldı. Sorgusu bitenler de mahkemeye sevk edildi. Yargı süreci kendi rutininde ilerliyor, endişe verici Provokatif sertlikten medet uman Ya da illegal bir gelişme söz konusu mu? Yeni Şafak Gazetesi ise, manşette şöyle diyor:

"KAOS PLANI YÜZLERİNE OKUNDU" Balyoz darbe planında alınan emekli generaller emniyette susma hakkını kullandı. Camilerin bombalanması dahil değişik konularda 80 sayfa tutan sorular bir bir şüphelilerin yüzlerine okundu. Yine Yeni Şafaktan Ali Bayramoğlu ise köşesinde şunları yazmış: "Bir devrin, bir düzenin temel direkleri çatır çatır çatırdıyor. Askerin siyasi rolü hem budanıyor, hem bu role soyunmuş ve soyunan askerler hesaba çekiliyor. Askeri otoritenin siyasi iktidara mutlak bağlılığı siyasi nitelikli askerleri eyleme hukuki yaptırım Türkiyenin siyasi lügatına girmeye başlıyor. Bu çerçevede demokratik her düzenin iki ön ve olmazsa olmaz koşulu aynı anda sağlanmaya çalışılıyor. Bunlardan birincisi askerin siyasi alanının dışına çıkarılmasıdır. İkincisi askerin, askeri alanda kontrol edilmesi askere ve askeri faaliyetlere yönelik sivil denetimdir." Vakit ise sürmanşetten bu fotoğraflarla şöyle yola çıkmış;

"TERLETEN SORULAR" Dokunulmayanlara dokunmak tarihi bir adımdır, diye yola çıkmış Vakit. Balyoz darbe planı soruşturması kapsamında yapılan operasyonlarda gözaltına alınan 49 askerin sorgusu devam ediyor. Savcının askere 80 sayfadan oluşan sorular yönelttiği öğrenildi. İstanbul Cumhuriyet Savcıları Bilal Bayraktar, Mehmet Berk ve Ali Haydar, şüpheli askerlere şu soruları yöneltti. Balyoz eylem planının altında Çetin Doğanın imzası bulunuyor. Çetin Doğanın planında üst düzey generaller veya siyasiler haberdar mıdır? En derin saygılarımla.