KOMUTAN HAZIR OL VAZİYETTE!
Eklenme: 1/4/2012 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar. Önceki yazı serimizde “HALK İÇİN DEVLET, ADALET İÇİN HUKUK” sloganımız işte zaman içerisinde ne kadar haklı  bir tanım olduğu, ortaya çıkmaktadır. Bu minvalde, Gerçekten Türkiye her geçen gün önem arz edici gelişmeler yaşamaktadır. Her ne kadar, Olumsuzluklar diz boyu ise de, "adalet, hukuk ve devlet" nizamı ölçeğinde, zaman zaman "iyi işler" oluyor.. Bu de elbette ki sevindiricidir. Niye sevindirici? Zira AK Parti dönemi muhterem Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, az da olsa zaman zaman halk için devletin varlığını hissettiriyor. Bugünkü yargı kurumu da bu tür karanlık olayların üstüne gitmesi, o da sevindiricidir elbette. Ümit veren bu tablo bir nebzecik de olsa kamuoyunu rahatlatıyor. Bundan yaklaşık on beş sene evvel yani 28 Şubat sürecinden bu yana devletin vermiş olduğu makam ve kutsal üniformaya güvenerek beynindeki kirlenme, kalbindeki karanlık hissiyatin paralelinde çağımızın firavunlaşmış nemrut ve ebu cehillerin yaptıkları hepimizin malumudur. Gerçekten bu toplum için büyük bir badireydiler. Bakınız, kader tecellisi. Allahû Teâlâ günü gelince birilerinin ensesinden tutar, burunları yere sürtercesine geç de olsa yakalıyor.

* * *

Dünkü hemen hemen tüm yazılı medyanın birinci sayfalarında pür dikkat hazır ol vaziyette görünen Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ şüpheli komutan olarak dimdik ayakta gösteriyor. Hangi suçla soruşturma yapılıyor? “Hükümet aleyhine kara propaganda yapmak için hazırlanan internet andıcı üzerindeki ‘Sn. Komutan’ olduğu ileri sürülen eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, şüpheli olarak ifade verecek” Dünkü Star Gazetesine de bakıldığında büyük puntolarla manşet şöyle; “BİR KÂĞIT PARÇASI BAŞINA NE İŞLER AÇTI?” Haber şöyle devam ediyor; “Hükümeti yıpratmak için irtica eylem planını ıslak imzalı belgesini kâğıt parçası olarak niteleyen eski Genelkurmay Başkanı Başbuğ hakkında soruşturma başlatıldı. Hatırlarsanız; Komutan her iki elleriyle tuttuğu bazukaya demir parçası, ıslak imzalı belgeye de kâğıt parçası demişti.. Hem de basının karşısında "bu nitelemeleri"  yapıyordu. Yani makamına, rütbesine, mevkiine yakışmayan bir şekilde kamuoyunu yanıltarak yalan beyanlarda bulunuyordu. Elbette ki bu bir suçtur. Ne hazindir ki bunlar yıllar yılı bu milletin vergisiyle beslenip büyüyen ve kocaman tarihi bir kurumu ellerine geçirmişti. Yaklaşık bir asır boyu geçmişe sahip, tarihi şan ve şerefle dolu, Türk Silahlı Kuvvetleri'ni ellerine geçirerek, "saltanat" icra ediyorlardı. Meğerki ülke ve millet adına değil gizliden gizliye İsrail’le işbirliği içine girip ülkeyi İsrail’e sömürtüyorlardı. Onlar da nasibini o sömürgeden alıyorlardı. Aynı bu komutan Genelkurmay ikinci başkanı olduğu dönemde yani 28 Şubat sürecinde bir gün televizyonda şöyle bir beyanat vermişti.. Ki bugün gibi hatırlıyorum. “İmam Hatip okulları kapatılsın. Ülkenin fazla din adamlarına ihtiyacı yok, bütçeye ek bir yük getiriyor. 25 bin tane camii var. Türkiye genelinde, 25 bin kadrolu imam yeter. Artık devletin bu okullara ihtiyacı kalmadı, medreseler zaten kapanmış, devlet bütçesine bunlarla ağır yükler oluşmasın..” Evet, O gün ağzından dökülen sözcükler bunlardı.. Bunun gibi bir de anayasa mahkemesi eski başkanı aşırı sol ideolojik batıl bir mezhebe mensup, aynı zamanda efsanevi Ecevit’in avukatlığını yapan Yekta Güngör Özden.. O'nun, Zihniyetini ve ifadelerini de bugün adım gibi hatırlıyorum.. Özden görevi boyunca Müslümanlara, inananlara ve İslam dinine karşı büyük kin ve nefret besliyordu. Bir gün Ankara’da bir okulun açılışı esnasında o da davetliydi. Okulu gezerken aynen şöyle bir ifade kullandı; “Oh mis gibi okul, dokuz camiye bedeldir” diye basının karşısında ideolojik ve kasıtlı bir açıklama yapıyordu. Biz bunu tabii ertesi gün kaleme aldık, yazdık. Bizim hakkımızda soruşturma açtı, bir şey tutturamadı. Ama o zaman inananlar hakkında iştihası çok kabarıktı. Her zaman muhafazakâr partileri kapatmaya yönelik tetikte, hazrolda bekliyordu. Biri komut versin diye.. Aynı o insan bir gün Genelkurmay Başkanı İsmail Karadayı’yla beraber.. Ki o zaman Başbakan Merhum Necmettin Erbakan’dı.. Resepsiyonda, Gazeteciler “Ordu ile hükümetin arası nasıl” diye sorunca Başbakan Erbakan tabii ki yine o olumsuz ve korkak hareketini zuhur ederek şöyle dedi; “Ordumuzla hiçbir sorunumuz yoktur, biz ordumuzun emrindeyiz” demişti.. Ki bu ifade tarihe "tarihi bir gaf" olarak not düştü. Oysaki ordunun, başbakan ve meclisin emrinde olması gerekirken orda deyim yerindeyse yağdancılık yaptı ve Karadayı’nın iştihasının kabarmasına neden oldu. Karadayı, Yekta Güngör Özdenle beraber yan yana yürüdüler ve gazetecilere dediler ki; “Hayır, Atatürk düşmanlarıyla hiçbir zaman ordunun işi olamaz” Orda Erbakan’ı deyim yerindeyse güzelce bir sıvazladı. Tıpkı Osman Özbek’in Sarıkamış'ta görev yaparken Başbakan Erbakan’a yağdırdığı küferler gibi.. Ne hazindir ki; Kim ne yapmışsa Erbakan’ın döneminde yanında kar kaldı.

 

* * *

Bakınız, sevgili okurlar. Burda paylaşmamız gereken bir gerçek var. Başbakan Erdoğan bütün ağır şartlara rağmen her halükarda büyük inanç ve imandan gelen büyük cesaret ve yürekliliğini her zaman göstermiştir. Ve bu kirlenmiş tabloların üzerine cesaretle yürümüştür. Bundan dolayı de tebrik ediyor, kutluyoruz, Anadolu insanı olarak başbakanın yanında yer alıyoruz. Yıllar yılı devleti, ülkesiyle milletiyle beraber inim inim inleten bu dayatmacı Ergenekon terör örgütü maalesef devletin en kilit noktası, can damarı durumunda olan TSK’ni kirli ideolojileriyle adeta ele geçirmişlerdir. Gizliden gizliye İsrail ve ABD’yle, hatta PKK’yla da anlaşıyorlardı. Mesela dünkü Taraf Gazetesinin; “HATAY ÜSTÜNDE İSRAİL HERONU” başlıklı sürmanşetine taşıdığı haber.. İnsanları çok dehşete sürüklüyor ve bize göre çok kilit bir damardan yakalamış. Haber aynen şöyle; “Hatay’da bulunan İsrail Heronu dört saat boyunca sınırı gözetledi. Hatay’ın Kırıkhan mevkiinde bulunan askeri tesislerin görüntülerini dört saat süre boyunca alan casus Heron’un İsrail’e ait olduğu belirlendi”

* * *

Bakınız, sevgili okurlar. Demek ki İsrail, Beşar Esed’i yalnız bırakmıyor. Deyim yerindeyse adeta Türkiye’nin üzerine tehdit savuruyor. Dokuz aydan beri Suriye’yi kan gölüne çeviren ve yıllar öncesinde babası Hafız Esed’in de aynı şekilde Suriye insanını tank paletleriyle ezip geçen bir zulümün temsilcisi.. Anlaşılan odur ki İsrail’in direktifleriyle Şam hükümeti azgınlaşarak kendi milletinin üzerine bombalar yağdırıyordu ve tankları yürütüyordu. 1970’li yıllarda bir gece Hama, Humus kentleri üzerine tankları yürüttü, yüz binlerce insanın katline girdi, akan derelerin suyu insan kanıyla kırmızılaştı. Ve arkasında bıraktığı bir ufak yavru babasından daha kat be kat bu işi yaparken, zaman gösterdi ki bu yapılan katliamlara karşı ne onun bütçesi müsait ne yüreği ne de silahı. Ancak bir yerlere dayanarak bu tür katliamları gerçekleştiriyor. Bize göre bu tablodan anlaşılan şudur ki, Osmanlının son döneminde kurulan İttihat Terakki Cemiyetinin hükümeti tarafından yıkılan Osmanlı ve ondan sonra Ortadoğu'da devletçikler kurup böylesi zeki(!) insanları başına koymuşlardı. Kırk elli sene içerisinde bu generallerin yapmış olduğu katliamlar orta yerdedir. Gerek Irak’ın Saddam’ı olsun, Gerek şimdiki şişip duran Celal Talabani olsun, Gerek Hafız Esed’ler olsun, Gerekse Kaddafi olsun, yani Ortadoğu’yu sarsan bu tehlikeli unsurlar, diyebiliriz ki tümüyle gizliden gizliye İsrail’le işbirliği içerisinde failiyet gösteriyorlar. Bir yandan kendilerini gerçekçi gösteriyorlar, bir yandan da milletlerine hileli iş yapıyorlar.. Bunlar hiç bir zaman dikkatten kaçmayan olaylardır. Gün gelir oluşa gelen olaylar bütün çıplaklıklaryla gün ışığına çıkacaktır. En derin saygılarımla.