KÜRTLER ve İSLAMİYET! (2)
Eklenme: 1/18/2012 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü sohbetimizin son bölümünde;

“Bize göre, bu iktidara düşen odur ki, Beddiüzaman'ın tarihi projelerinin tatbikine geçilmesidir. Yoksa İktidar partisi de, altı oklu parti gibi düşünürlerse.  Korkarım ki, sonuç evveliyattan daha badireli olsun” ifadesini kullanmıştık.

Dünkü sohbetimiz paralelinde bugün de siz değerli okurlarımıza daha çarpıcı, daha özellik taşıyan tarihi gerçekleri sunmak istiyoruz.

Evet, öncelikle Diyarbakır’da tarihi İçkale restorasyonu esnasında ortaya çıkan insan kafatası ve kemikleriyla alakalı kazıları konuşalım.

Kazılar sürüyor.

JİTEM'in eski karargahında, arkeologların gözetiminde yürütülen kazılarda, dün de 4 kafatası bulundu.

Böylece,

Kazı yapılan günden buyana, "toprak altından" çıkarılan kafatası sayısı 15'e yükseldi.

Yüzlerce de insan kemikleri var.

Bize göre bunu anlatmak, detayına girmek malumu ilam etmek demektir.

Zira yıllar yılı altı oklu rejimin kuruluş biçimi zaten insan kanı üzerine inşa edilmiş; ama ne çare ki olup bitenler kötüyü güzel, alçağı kahraman, zalimi mazlum olarak göstermiştir.

Böylece de olayların aktörleri hep kendini “sütten çıkmış ak kaşık” gibi göstermeyi başarmışlardır.

Oysaki Türkiye doğusuyla batısıyla, Kürdüyle Türküyle, Arabıyla, Acemiyle bu tür karanlıkların yabancısı değildir.

Hukuk dışı bir sistem, her uygulamasının altında antidemokratik, insan temel hak ve özgürlüklerine aykırı işlemler yapılmakta.

Ne yazık ki gerçeklere karşı susan dilsiz şeytanların susmaları sayesinde bugüne kadar birçok engelleri aşarak devletin dizginini organize bir biçimde ellerinde tutabilmişlerdir.

Ve kendilerine meşruiyet kazandırmışlardır.

Oysa ki hiç bir zaman kamu vicdanında "meşru" olamazlar.

Her ne kadar gelen giden muhafazakâr iktidarlar olmuşsa da; ama heyhat ne çare ki, seçilen genelleme olmasa çoğunlukla seçilen milletvekilleri kişisel rantı ön planda tutmuştur.

Her zaman bu köşeden ifade ettiğim gibi önce mücahit, sonra müteahhit, sonra da müsait olma vasfından kendinilerini kurtaramamışlardır.

Onun için vesayetçi rejim palazlandıkça palazlanmış, darbeci cunta, Ergenekon jakobenliğinden bu millet "yakasını" kurtaramamıştır.

***

Eğer bugün Diyarbakır’ın İçkale semtinde JİTEM’in eski ana merkezinde önemli kazılar yapıldıktan sonra insanların kemikleri ve kafatasları çıkıyorsa, demek odur ki “ateş olmayan yerden duman çıkmaz” misali.

Güneydoğu Anadolu’nun özellikle Diyarbakır, Şırnak bölgelerinin Jandarmanın, JİTEM’in karargâh olarak kullandığı yerlerin tümünde böylesine iğrençlikler söz konusudur ve hiç kimse bunu inkâr edemez.

Nitekim,

Bugün veya yarın, Şırnak'ın Silopi ilçesi Görümlü Jandarma Tabur Komutanlığında "kazı" yapılacak.

Burada,

Çok sayıda gözaltına alınıp sonra kayıp denilen "kişilerin" gömüldüğü söyleniyor.

Evet,

Ben buradan Özel Yetkili Savcılarımıza sesleniyor.

İster ihbar kabul etsinler, ister suç duyurusu olarak kabul etsinler.

Bana,

Ulaşan önemli bazı bilgiler var. Onu burada paylaşmak istiyorum.

Bundan yaklaşık 15 sene önce..

Yani 1993 ile 2000’li yıllar arasında Ergani’nin güneyinde 15 km uzaklıkta bulunan yeni ismini bilmiyorum, eski ismiyle Zeyndela denilen köyün Jandarma karakolunun bulunduğu yerin etrafını kazsınlar.

Öylesine inanıyorum ki çok önemli olaylara tanık olacaklar.

* * *

Bakınız, Zaman Gazetesinin dünkü birinci sayfasında başlık olarak şu haber yazılıydı; “11 KAFATASI ADLİ TIPTA DİYARBAKIR’DAKİ KAZILAR ARKEOLOG GÖZETİMİNDE SÜRÜYOR..”

Haber şöyle devam ediyor;

“Diyarbakır’da 1993 ile 1999 yılları arasında JİTEM karargâhı olarak kullanılan binanın yan tarafındaki kazı çalışması yeniden başladı.

4 gün içinde bulunan 11 kafatası ve çok sayıda kemik adli tıpta muhafaza altına alındı.

Faili meçhul cinayetlere ışık tutması beklenen kemiklerin kimlere ait olduğu yapılacak DNA testinin ardından netlik kazanacak.

Diyarbakır Özel Yetkili Cumhuriyet Savcıları Osman Coşkun ve Mustafa Baklacı gözetiminde gerçekleştirilen kazı çalışmaları büyük titizlik içinde yapılıyor, bölge sit alanı olduğu için iş makineleri kullanılamıyor.

Arkeologların denetimindeki kazılar kazma ve küreklerle sürdürülüyor”

***

Evet, sevgili okurlar.

Bu gerçek böyle biline; ama bu memleket hep böyle kirli oyunlara seyirci mi kalacak?

Fakat devlet vardır, inanıyoruz ki hâkim ve savcılarımız da bu hususta canla başla çalışıyorlar..

Aslına bakılırsa bunlar ülkemizin kanayan birer yaralarıdır, kokuşmuş kirlenmelerdir.

Bunların temel kaynağı da kocaman üççeyrek asrı aşan sorunlu bir sistemin, altı oklu bir rejimin varlığıdır.

Bu ülke de bugün olduğu gibi geçmişe yönelik kasıtlı olarak çok büyük değerlere el konuldu ve o değerler sistem tarafından atıl duruma getirildi.

Dünkü yazımızda “KÜRTLER ve İSLAMİYET” başlığı altında size çok önemli ve çarpıcı bazı tarihi gerçekleri Bediüzzaman Hazretlerinin 1920 senesinde Sebilür-Reşat gazetesinde yayınladığı yazısı ışığı altında iktidarlar kendine çekidüzen vermeleri gerekir ve o büyük üstadın tarihi projelerinin uygulanmasına geçmeleri lazım.

İşte dünkü yazımızın devamı olarak ifade etmek istediğim bir iki paragrafı sizinle beraber mütalaa edelim;

***

“Ermenilerin maksadı Kürtleri aldatmaktan başka bir şey olamaz; çünkü ileride Kürtlerin kemiyeten (nicelik) hali ekseriyette çoğunlukta bulunduklarını inkâr edemeseler bile keyfiyeten ilmen ve örfen kendilerinden aşağı oldukları bahanesiyle Kürtleri bir milleti tabia haline getirecekleri muhakkaktır.

Buna ise aklı başında olan hiçbir Kürt taraftar değillerdir.

Zaten Kürtler bu beyannameye yalnız sözle değil bilfiil muhalif oldukları ispat edilmiştir.

Kürtçülük davası pek manasız bir iddiadır; çünkü her şeyden evvel Müslüman’dırlar.

Hem de salâbeti diniyeyi (dinin asaletini) taassup derecesine, ırkçılık derecesine isal eden (ulaştıran) hakiki Müslümanlardan binaenaleyh Ermenilerle aynı ırktan bulunup bulunmadıkları meselesi onları bir dakika bile işgal etmez

El İslam-û cebbel asabiyetel cahiliyete.

Yani İslam eski cahiliye dönemlerine dayalı ırkçılık taassubuna karşıdır.

Zira İslam uhuvveti İslamiyeye münafi (ters) olan kavmiyet davasını men eder.

Esasen: bu tarihe ait bir şeydir, Kürtlerin asıl ve nesetleri ne olursa olsun İslam’dan iftiraka (ayrılışa) vicdani millilere (milletin vicdanlarına) asla müsait değildir.

Bununla beraber Kürtlerin Arap kavmi necibi ile örfen alakadardır, bulunduğu hakayıkı tarihiyeden İslamiyet herhangi bir ırkın diğer bir unsuru İslam aleyhine olarak menfi surette intibah hâsıl etmesini kabul edemez.

Binaenaleyh, Kürtleri Müslümanlıktan ayırmak isteyenler esasati İslamiyeye muhalif hareket ediyorlar.

Fakat bunlar da kimlerdir?

Bir iki masonik kulüplerde toplanan beş on kişiden ibaret hakiki Kürtler kimseyi kendilerine vekil, müdafi savunucusu olarak kabul etmiyorlar.

Onların vekili ve Kürtlük namına söz söyleyecek ancak meclisi mebusanı Osmaniye’deki mebuslar olabilir.

Kürdistan’a verilecek muhtariyetten bahsediliyor.

Kürtler ecnebi yabancıların himayesinde herhangi bir muhtariyeti, serbestiyeti kabul etmektense ölümlerini tercih ediyorlar.

Eğer Kürtlerin serbestiyeti inkişafa düşünmek lazım gelirse bunu Boğos Nubar ile Şerif Paşa değil, Devleti Âliye düşünür.

Hulasa: Kürtler bu hususta kimsenin tavassut ve müdahalesine muhtaç değildirler”

En derin saygılarımızla.