KUVVET VE CEBRİN SALTANATI! (GÜÇ VE DAYATMA)
Eklenme: 9/15/2014 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

Bugünkü sohbetimizin ana teması, "otoritelerin milletler üzerindeki ceberuti dayatma şekli" ile ilgilidir.

Bilindiği üzre bugün yeryüzünde yaşayan insanoğlu, büyük bir dram yaşıyor.

Her alanda, ama her alanda!

Gerek Türkiye olsun, gerek Batı medeniyeti olsun, gerek BMnin hukuk dışı antidemokratik uygulamaları olsun, yekvücut olarak demokrasiye dayalı hukuk ilkeleri çerçevesinde bir türlü yörüngesini bulamıyor.

Su mecraları gibi rahatlıkla, düzgün bir şekilde mecrayı bulamıyor, yapayım derken her tarafı yıkıyor.

Onun içindir ki oldukça medenileşmek isteyen dünya, deyim yerindeyse orman kanunu gibi hatta daha ötesini yaşamaktadır

Zira ormanda yaşayan vahşi canavarlar dahi, onların kendilerine göre bir ilke ve prensipleri vardır.

O ilke ve prensiplerden çıkmamak kaydıyla hareket ederek yaşamlarını sürdürürler.

Herkes yaşam tarzını kendi gücüne göre idame eder.

Zalim yapmış olduğu zulmün safında durur, mazlum ise zaten mazlumdur, ürkütülüyor, yağmalanıyor, yeniliyor ve bitiyor.

Bu canavarlaşma şekli ne yazık ki ormandaki haydutlaşmış canavardan insanoğluna yavaş yavaş sirayet etmektedir.

Ki insanlık bundan ızdırap duyduğu gibi çökmeye ve çöküşmeye de yüz tutmaktadır.

İşte bu hakikatler nedeniyle Kuvvet ve cebrin saltanatı başlığını yazı serimize başlığı olarak koyduk.

* * *

Evet, Üstat Bediüzzaman Hazretlerinin Asar-ı Bediyye isimli kitabının Nutuklar bölümünde dile getirmek istediği meram ve maksadının bazı bölümlerini burada siz değerli okurlarımızla paylaşmadan geçmek istemiyorum.

çünkü geçmişle, bugün ve yaşadıklarımız açısından önemli "ders-i ibret" ihtiva etmektedir.

Bakın, Üstat ne diyor?

El Hasıl.

Zunüp ve mesavi-i medeniyeti (adet ve ahlak-ı seyyie-yi) hudud-u hürriyet ve medeniyetimize girmekten seyf-i şeriatla yasak edeceğiz (İslam şeriatının silahıyla yasak edeceğiz).

Ta ki gerçek manada mimsiz medeniyetimizin gençliği şebabeti zelal aynül hayatı şeriatla muhafaza eylesin.

Kesp-i medeniyette Japonlara iktida bize lazımdır ki onlar Avrupadan mahasın-ı medeniyeti almakla beraber, her kavmin mabihil bekası (onunla baki kalmak için), olan adat-ı milliyeyi muhafaza ettiler.

Bizim adat-ı milliyemiz, İslamiyette neşu nema bulduğu için iki cihetle sarılmak zaruridir.

Ey hamiyetli ebna-i vatan! (Ey hamiyetli vatan evlatları)

Cemiyet-i milli ruhlarını feda etmekle saadetimize yol açtılar.

Biz de bazı safahat ve lezaizi terk ile onlara yardım edeceğiz.

Zira o sofra-yı nimete beraber oturuyoruz.

Efkar-ı faside sahibi yani mazinin içinden metfun olan (saklanmış olan) istibdadı (zulmü) veyahut seyd-u huruşanı zaman içinde yuvalanmış olan zalimi bir daha temaşa etmemek için, tarih hayatı hürriyetin beyanıyla mazi ve hal meyanında delinmez bir set çekmek istiyorum.

Şöyle ki: bu inkilab-ı azimin doğurduğu hürriyeti (1909lu yılları kast ediyor Üstat) şerriyetin danışmanlığına verilse bu milletin eski gücünü ve dirilişini kat kat ihya edecektir.

Yoksa eğer veba ve şahsi garezler için tesadüf etse istibdad-ı mutlaka dönecek (mutlak bir mezalime dönüşecektir).

Zira İslam terbiyesiyle terbiye edilmiş bir kültür olmadığı için, yabancıdan ithal edilmiştir.

Hürriyet tam zamanında doğdu ise de herhangi bir millete ve bir coğrafyaya huzur getirmemiştir.

Zira İslam ahlakı dışındaki olan bir ilke anlayışından ibarettir.

Bu da at hırsızlarına verilmiş bir uyarıcı cezaya benzer.

Yani kanunlar caydırıcılığını koruyamaz, milli ahlak ve değerler yerine başka değerler ithal edilir.

Zaman-ı salifte (geçmişe yönelik) galebe-i vahşet vaktinde lemde hüküm ferman olan vahşetin mahsulü ve tedenni ve ikrazın mahkmu olan kuvvet, cebir ve saltanat yerleşebilir.

Herhangi devletin devran-ı demi yerine girmiş ise yani herhangi bir gücün ceberuti hali ise vücuttaki kan dolaşımı gibi sertleşir, pıhtılaşır ve yaşam hakkı vermez.

Olsa olsa o devleti kendi ömrü gibi tabiatıyla kayıt ve ecel inkırazın pençesine vermiş ve öyle devletlerin tarih sayfalarının satırları baykuşların aşiyanı gibi satırların inkırazlarını çağırıyorlar ve bağırıyorlar.

Tasallut-u medeniyetin zorbaca herhangi bir milletin başına musallat olması, bir limin hükümranı ilim ve marifetidir.

Eğer bunu da bulamazsa küre-i arz dahi bu mezalimden dolayı sarsar ve mekn bulamaz

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Üstat Bediüzzamanın nerede ise yüz yıldan beri okuduğu bu tespitler tartışılmazdır.

İlmi kariyerlere uygun tespitler manzumesidir.

Bir toplumda, eğer adalet, hukuk ve demokrasi adı altında zulmün, rüşvetin, ahlaksızlık ve terbiyesizlik her alana yayılmışsa o toplum, o devlet ve o ülke hiçbir zaman sağlam bir gelecek elde edemez.

Bediüzzaman Hazretlerinin tespiti ve ifade ettiği gibi; devletlerin uzun ömürlü olma şansı, o devletin vücudundaki kan dolaşımının sağlıklı olmasına bağlıdır.

Eğer zulümle, hukuk dışı uygulamalarla, ilkesizliklerle, zaman zaman hukuk ve yargıdaki çelişkili gerekçelerle hukuk icra ediliyorsa, demek anlaşılan odur ki o devletin vücudundaki damarlarda tıkanıklık vardır.

Hukuk ve adaletin sağlam kanı o damarlarda dolaşmıyor.

Deveran-ı dem denilen Kan dolaşımı sağlanamıyor.

Damarlar tıkalıysa, kan dolaşmaz.

Hele ki, kan pıhtılaşmışsa, o vücudun hayat bulması imknsızdır.

***

İşte, Üstadın bu benzetmesi tıp biliminin bildirdiği gibi insan vücudundaki kanın pıhtılaşması, damarlardaki kanın bu nedenle dolaşmaması "vahim" bir durumdur...

çünkü insanoğlunun vücudundaki kan pıhtılaşmışsa, damarlar tıkanmışsa, vücut direnci hızla düşer her an için ölümle yüz yüze gelebilir.

Saat be saat!

Bu nedenle çağımızdaki devletlerin ve ülkelerin zaman zaman terörle, kargaşayla karşılaşması, devletin bünyesindeki kan dolaşımının rahatlıkla yapılmaması gibidir.

Bunun tedavisi ve yegne ilacı da, toplumun her alanda "yaşam tarzını" İslam terbiyesiyle donatması gerekir.

Aksi halde Allahı tanımayan gençler, milli eğitimin topluma veremediği bir terbiyeden dolayı her gün Bonzai ile yere serilip ölen daha çok gençlikle karşılaşırız.

Ve daha neler neler?

İlmin ve bilimin tespitine dayalı olan bir gerçek var?

O da şudur;

Bir toplumun iki ana unsuru sağlam olduğu zaman, o toplum uzun ömürlü yaşar, barış ve huzur içinde kendini idame eder.

Eğer o iki unsur, fesat ve bozgunculuğa duçar olursa, o zaman o toplum hiçbir zaman kendini fesat çukuruna yuvarlanmaktan alı koyamaz.

O iki unsur, biri ulema unsurudur, ikincisi hukema unsurudur.

Zaten bu anlattıklarım, Hadis-i Şerifin anlamıdır.

Kelime itibariyle burada telaffuz etmedik ama mana ciheti budur.

Toplumların barış ve huzuru, içinde bulunduğu ulema ve devlet otoritesine bağlıdır.

Ulema kesimi ile devlet otoritesi fesat ve bozgunculuktan arındırılmış, huzur ve barış içinde ahlaki değerlerle yaşıyorsa o toplum da aynı şekilde uzun ömürlü olur.

En derin saygı ve sevgilerimle.