LAİSİZM’DE HUKUK ARANIR MI?
Eklenme: 1/3/2012 12:00:00 AM

Evet, sevgili Söz okurları Bugünkü sohbetimizde Üstat Bediüzzaman Hazretlerinin Münazarat isimli kitabından bazı önemli vecizelerini sizlerle paylaşmak istiyorum. Ancak kavram ve kelime itibariyle eski Osmanlı dilinde bilimsel olarak kullanılan kelimeler olmakla beraber manası çok güzel anlaşılır. Ama yine buna rağmen yeni Türkçeye çeviririz.. Evet, Bugünkü dünyanın özellikle Asya kıtasının içinde bulunan insanlık dünyası laisizm hâkimiyetiyle hukuksuzlukla karşı karşıyadır. Deyim yerindeyse, haydutlaşan canavar ruhunu bünyesinde taşıyan bugünkü insanlığı bekleyen çok önemli badireler var. Gördüğümüz kadarıyla böyle anlaşılıyor. Tıpkı, Uludere'de taziyeye giden Kaymakamın uğradığı saldırı gibi.. Siyaset dünyasındaki ana faktör yönetimlerin çalışma prensipleri her alanda güvenilirlik beklenirken tam tersine güvensizlikle karşı karşıya kalmaktadır. Bu nedenle Üstat beşeriyetin müstakbel sayılan bugünkü halini bir asır önce görerek şu tespitleri yapmıştır. Mariz bir asrın, hasta bir unsurun, alil bir uzvun reçetesi İttibaı Kurandır Yani hastalıklı bir çağın ve bir milletin sakat ve hasta vücut azalarının iyileşebilmesi ancak Kuran reçetesiyle mümkün. Tedavi edilebilir, düzeltilebilir, yani Kuran ile yatıp kalkarak akli ve kalbi derinliklere Kuranın ilke ve ana prensipleriyle cehalet hastalıklarından kurtulabilinir. Tek kurtuluş reçetesi vardır. O da, Kur'an-i Kerim'in ilke ve kaydeleridir. Üstadın İkinci bir vecizesi de şudur; Azametli, bahtsız bir kıtanın, şanlı talihsiz bir devletin, değerli sahipsiz bir kavmin reçetesi İttihadı İslamdır Büyük ama bahtsız bir kıta olan Asya kıtasının şanlı ama şanssız bir devlet olan Osmanlı İslam hilafeti, değerli ama sahipsiz bir kavmin topluluğun da reçetesi, tedavi şansı İttihadı İslamdır. İslam birleşmesidir, birliğidir, beraberliğidir. Ondan başka kurtuluş çaresi aramak bulanık suda balık aramaktan başka bir şey değil. İslamiyet demek tüm insanlığa verilen hayatiyettir, barıştır ve sükûnettir. İslamsız, Kuransız bir yaşam tarzı, özellikle politik dünya kamuoyu nezdinde cansız yere düşmüş bir vücut gibidir, kıpırdayamıyor ve cansız kaldıkça da kokuşuyor. Kokuşan bir vücutta doğal bulaşıcı hastalıklar oluşur. Bir sonrası, "vefattır, ölümdür, kayıptır".. Tıpkı bugünkü insanlık hali gibi Zira ne yaparsa yapsın kendini bir türlü Bolşevik istibdadından kurtaramıyor. İşte bu, Batık ve çürümüş hali, "üstad" bize bu vecizeleriyle aktarıyor. Bu nedenle o büyük Üstattan Allah ebediyen razı olsun diyoruz. Ve diyor ki; 31 Mart hadisesinde Selanikten İstanbula doğru yürüyen ittihatçıların kasıtlı olarak hazırladığı bir senaryo ve o günkü aktörlerin sahneye koydukları karanlık oyun karşısında direten birçok ulema kesimi o günün örfi idare mahkemelerinde idam sehpasında asıldı. Bediüzzaman Divan-ı Harbi Örfide yani bugünkü deyimle sıkıyönetim mahkemelerinde yargılanırken şöyle diyordu. Ben talebeyim, onun için her şeyi mizan ve hürriyet şeriyle muvazene ediyorum (tartıyorum). Ben bu milletimizi yalnız ve yalnız İslamiyet hukuku içerisinde tanıyorum. Onun için her şeyi de İslam noktası nazarında muhakeme ediyorum, tartışıyorum. Ben hapishane denilen Âlemi Berzahın (kabir aleminin) kapısında dururken ve darağacı denilen istasyonda ahirete giden şimendofer-i (treni) beklerken cemiyeti beşerin (insan topluluklarının) gaddar ve müstebit hallerini tenkit ederek değil yalnız sizlere belki bu zamandaki tüm nevi beni beşere (İnsanoğluna) irad ettiğim bir nutuktur Onun için diyorum ki; Yevme tüblessarayir Yani insanların sırlarının açığa vurulduğu gün. Kabrimin kalbinde tüm gerçekler çıplak çıkacak Yani kıyamet günündeki kimin ne halt işlediğini tüm çıplaklığıyla ortaya insanların yüzüne karşı çıktığı zaman o güne aşinayım, hazırım ve güveniyorum. Bu itibarla ahirete korkmadan zalimlerin zulüm ve hukuksuzluklarına karşı dimdik ayakta durarak kemali iştiyak ile büyük şevk ve istek ile hazırım. Bu karşımda asılan darağacındaki arkadaşlarımla beraber gitmeye hazırım. Eğer şer-i ilahinin adaleti gölgesinde yaşamamdan dolayı ben suçlanıyor isem, büyük bir istek ve arzu doğrultusunda oraya gitmeye hazırım. Dün ne isem bugün de aynıyım. Sizin elinizle beni oraya göndermek benim için ceza değil sizin elinizden gelirse beni vicdanen cezalandırın. Ve illa başka suretle verdiğiniz çile ve işkence azap değil benim için bir şandır, şereftir O günün ittihatçı hükümetini kastederek mahkeme huzurunda şöyle diyor; Bu haydut hükümet zamanı istibdatta, zulüm sürecinde akla husumet beslerken, şimdi de insan hayatına karşı adavet besliyor. Zira insan temel hak ve özgürlükleri düşünmeden, kendi istek ve arzuları paralelinde her şeye rasgele karar veriyor ve hükmediyor. Ve bizim gibi İslam uleması kesimine de delilik vasfını isnat ediyor. Eğer hükümetin icraatları böyle olursa bizim için yaşasın cünun (akılsızlık, delilik) yaşasın mevt (ölüm), zalimler için de yaşasın cehennem

* * *

Evet, sevgili okurlar. O büyük İslam ulemaları bundan bir asır evvel beşeriyetin bugünkü yaşam halini görerek nefret etmişler, rahatsız olmuşlar, gelecek olan neslin böyle keyfi hukuksuzluklarla oturup kalkmaması için mücadele vermişlerdir. Üstat Bediüzzaman o zaman tüm gerçekleri haykırarak şöyle diyor; İslamiyet aşikârdır. Hem de kuvveyi ittisaiyesiyle (kapsamlı geniş gücü) dar çerçeveye sokulursa âleme zelzele verecek, adaletsizlikten dolayı dünyayı sarsacak. Hem de iğfa (gizli) hile ve şüpheyi davet ettiğinden hile ve şüpheden münezzeh olan hakikat ortaya çıkacak ve onunla yürüyeceğiz. İttihatçı mahkemenin huzuruna üstat o gün böyle haykırmıştı. Yüz bin defa cem-i müminlerin, tüm inananların lisanıyla insanların adedi kadar deriz ki; yaşasın şeriatı ğarra-i Ahmediye, Hz. Muhammed (s.a.v)in getirmiş olduğu İslam medeniyeti. Hz. Muhammedin birleştirici dinine intisap etmekte olduğum için en küçük fertlerinden birisiyim 7 Nisan 1909 tarihinde İstanbulda yayınlanmakta olan Volkan gazetesinde bunları neşrediyor. Bünyesinde toplumsal olarak umum-i barışı, sulhu yaşatmayan bir otorite anlayışı tıpkı çağımızdaki gibi kendini hiçbir zaman laisizmin karanlığından kargaşa ve terörden rüşvet, fuhuş ve uyuşturucu sektör tehlikelerinden kurtaramıyor. Bu nedenle Hz. Muhammed (s.a.v)in bayrağı altında ittihat etmek tek hedefimizdir. Ve o noktanın gerçekleştirilmesi için hayatımızı şekillendireceğiz ve çalışacağız. Dünyada tedennimiz (geri kalmışlığımız) dinimize riayetsizliktendir. İhmal ve geri plana bıraktığımızdandır. Hem de intizam-ı iradeden (milli iradeden) ziyade tezhibi ahlaka muhtacız. Yani hükümetlerin, devletlerin baskı ve direktiflerinden daha fazla bireysel olsun, aileler olsun ahlakımızı temiz tutmaya muhtacız. Kesinlikle haramı haram, helâlı da helal olarak tanımalıyız. Temiz ve hülasalı bir ahlak ancak İslam ahlakından bulunur. Hiçbir zaman din ihmal olunamaz. Biz vatanımızı din ve harameyn-i şerif için seviyoruz Eğer bir hukukun varlığı hissetmek için aranıyorsa burada aramamız lazım. Zira dinsiz ve inancsız bir dünyadan hayır gelmez. Mademki demokrasilerde hâkimiyet milletindir, o zaman milletin varlığını ön planda tutmak gerekir. Milletimiz ise yalnız İslamiyetten hülasalaşarak çıkmıştır ve yoluna devam edecektir. Eğer toplumlarda temel hak ve hukuk gerçekleşmezse her şey ümitsizliğe dönüşür. Bölünmüş her kafadan çıkan sesle demokrasinin, insan temel hak ve özgürlüklerin adaletli işleyişi gerçekleşemez. Bize lazım olan da; "adaletli" yaşamdır.

1400 seneden beri insanlığı karanlıktan kurtarıp aydınlığa getiren ve İslam gerçeğini hukuk merkezine raptetmiş, bağlamış bir silsilenin son halkası olarak varlığımızı göstermemiz gerekir. Demokrasinin, adaletin ve ilahi hukukun içinde bulunmadığı bir hürriyet ve özgürlük düşüncesi ancak ve ancak istibdattır. Ve hukuksuzluktur. Üstat devamla şöyle diyor; Benim duyduğuma göre birinci dünya savaşından sonra bölünmekte olan Osmanlı Kürdistana verilecek özerklikten bahsediliyor. Kürtler ecnebilerin himayesinde bir muhtariyeti bir özgürlüğü kabul etmektense ölümü tercih ediyorlar. Eğer Kürtlerin serbestiyeti ve özgürlüğü farazi olarak düşünmek lazım gelirse bunu bağos nubarlar ile şerif paşalar direktifleriyle değil, ancak İslam hilafetiyle yaşamış Osmanlı adaleti düşünsün. Hülasa Kürtler bu hususta kimsenin tavassutuna, himayesine ve müdahalesine muhtaç değillerdir

* * *

Evet, demek anlaşılan odur ki, bugünkü rasgele ortalıkta kol gezen provokatör ajanların Kürtler için mücadele veriyoruz diyen batıl ve inançsız anlayışlar hiçbir zaman Kürtlerin dostu olamazlar. Olsa olsa batıl, münharif, sapık bazı mezheplerin himayesi altında körü körüne hedefini şaşıranlardır.. Özü itibariyle; İçine düşülen durum "zafiyet ve şaşkınlıktan" öteye bir şey değildir.. Onun içinde, Zafiyet ve şaşkınlıktan, gaflet ve delaletten, kurtulması, yaka silkelemesi lazım ki.. Kur'an, Realitesiyle "yek vücut" olabilsin.. Herkesin, Tüm ümmetin istek ve talebi de, "İslami Hayat"tır.. En derin saygılarımla.