MEHDİ İLE DECCAL’IN ÇATIŞMASI MI BU?
Eklenme: 12/28/2009 12:00:00 AM

Evet, sevgili SÖZ okurları!

Bilindiği gibi Türkiyemiz gerçekten büyük badirelerle karşı karşıya kalmaktadır. Cumhuriyet tarihinden günümüze dek olmayan ve hatta olmaya da ihtimal bile verilmeyen çok önemli gelişmeler kaydedilmektedir. Birileri ülkemizi uçurumun kenarlarına sürüklemek istiyor ise de bana göre artık o karanlık odaklar havasını almakta, çabaları boşuna çıkmaktadır. Deyim yerindeyse ölmek üzere yere yığılan itin ölüm hali ağzı açıkta kalır, son hırlama ile son nefesini verir misali. Türkiye gerçekten iyiye gidiyor ve bu iyileşmeye doğru giden ülkemiz, her ne kadar çok önemli doğum sancısını geçiriyor ise de sonunda doğabilecek gürbüz bir çocuğun gelmesi, geleceğimizin müjdeleyici bir halidir. Oluşa gelmekte olan terör odakları hangi yönde olursa olsun kesinlikle dayandıkları nokta aynıdır. Karanlık kurulların, Siyonist locaların bugüne kadar ektikleri tohumlar artık yeşermeye değil, kurutulmaya yüz tutmaktadır. Her ne kadar bazı siyasal partilerin bünyesinde, oluşturdukları küfür ve inançsızlık tümörleri Türkiyenin gelişmesine takoz koymaya çalışıyorlar ise de; fakat ne yazık ki bir şey tutturamayacaklar(!) Zira Hükümetin attığı basiretli adımlar devletin gittikçe bünyesini güçlendirerek oluşturduğu sağlam unsurlar, hiç kuşkusuz toplumu karanlıklara uçurumlara değil, sahili selamete (selametin kenar kıyılarına) çekmektedirler. Bu da bir siyasi dirayettir ve milli inançtır. Hani diyorlar ki ahiri zamanda çıkabilecek kıyamet alametlerinden en önemlisi olanlardan biri, Deccalın varlığıdır.. Yeryüzünü zulüm ve istibdat karanlığına gömerek; anarşi, terör, kargaşa, kan ve gözyaşları ile mezalimlerin yoğunlaşmasıdır. Ve  bu paralelde yecüc ve mecücün karanlık bir güç olarak yeryüzünün altını üstüne getirmeleridir. Vur kır, yağma, talan mutlak bir haydutlaşma söz konusu ise bu karanlık güçlerin tam karşıtı olarak ansızın çıkıp gelebilecek Hz. Mehdinin varlığıdır. Ve zuhur etmesiyle mutlak ilahi bir adalet ve insanın cevherine ve karakterine yakışabilecek kurtarıcı bir gücün oluşmasıyla tüm bir karanlık yapılar silinip yok olacaktır.

İşte bugün deyim yerindeyse Türkiye ve İslam Dünyası yavaş yavaş bu halin yaşatılmasına yüz tutmuş, alametler görünmektedir. Bakınız polisin, askeri kışlaya girebilmesi ile sekiz özel harpçinin gözaltına alınması ve iki yıldan beri birçok generallerin ve eli kanlı Ergenekon yapısının deşifre edilip yakalanması, hapse atılmaları bize göre bu yukarıda anlattıklarımızın bir alemeti farikasıdır. Yani artık Türkiyenin kurtuluşa doğru dev adımlarla ilerleyip, milli bir ruhun diriliş ve direnişiyle güç kazanmaktadır. Kim buna ne derse desin, bizim tespitlerimiz bundan ibarettir. Bu yazıyı yazarken merhum Mehmet Akifin vefatının 73. yılında Ankara ve İstanbulda düzenlenen törenlerle anılması ve programlarına büyük katılımların katılması anına rastlanması tesadüfî değildir. Bir tavafık olarak buna inanıyorum.

Eskader (EDEBİYAT SANAT VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI DERNEĞİ) Genel Başkanı Mehmet Nuri Yardımın İstiklal Marşı Şairi Mehmet Akif Ersoyun özünü İslam inancından alan mükemmel münevver bir insan olarak hep örnek alınmış, ülkemiz için İslamın bir özü olarak anılmaktadır, diyordu.

Evet, bu milli İstiklal Marşımızın şairi İslam ümmetine şöyle sesleniyor; "Ey şehit oğlu şehit isteme benden makber, aguşunu açmış bekliyor seni Peygamber" bu şiirden çıkarabileceğimiz anlamlı gerçek şudur ki; Ey Milleti İslamiye uyuma, gaflet uykusuna dalma, deccaliyet karanlığının makyajlı nutuklarına karşı uyanık dur, dimdik ayakta dur, eğilme, kendini küfrün, inançsızlığın, istibdatın Deccaliyetin karanlığına teslim olma, imanla inançla varlığını göster, kazanırken Gazisin, ölürsen Şehitsin. Bu halinle senin Peygamberin (A.S) kucağını açmış seni bekliyor. Demek istediği budur.

Diğer bir şiirinde de şöyle diyor. "Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner aşarım, Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım."

İşte o büyük İslam düşünürü bu şiirleri yazarken Türkiye, Osmanlı Devletini kaybetmek üzereydi. Zira Osmanlının bünyesinde bir tümör olarak, oluşa gelen İsrail yanlısı bir çetenin varlığı söz konusuydu. Siyon emperyalizminin birer piyonu durumunda olan bu cemiyet maalesef Siyonistler adına Osmanlıyı yıkarak emperyalist ülkelere figüre malzemesi durumuna soktu ve İslam alemi darmadağın oldu. İşte Ceziret-ül Arap denilen Ortadoğu ülkeleri ve Hindistan kıtası dahil olmak üzere Osmanlıdan ayrılarak sözde bağımsızlığını aldılar; ama hey hat ne çare ki, günü geldi, zamanı geçti, kep düştü kel meydana çıktı misali İngilizlerin şeytanları ve Frenklerin, ifritleri batı dünyanın deccalları Osmanlıdan ayrılanlardan kimseye gerçek bağımsızlık şansını vermedi ve herkesi köle olarak kullandı. Hala da kullanmaya devam ediyor.

Ne hazindir ki, İslam ülkelerini, toprağı ile, taşı ile yer altı zenginlikleriyle ve petrolüyle elinden alarak sömürmektedir. 3-5 tane megalomanyakların, iradesiz, şehvani zulfiyetine düşmüş, siyasi liderlerin gölgesinde batı hıyaneti, gününü gün etmektedir. İşte Osmanlının elinden alınan coğrafyalar, bugün bu tezimizin birer kanıtlayıcı delilleridir.

Bakınız dün 27 Aralık 2009 günüydü. Bundan tam 95 yıl önce Sarıkamış Allah-u Ekber dağlarında donarak şehit olan 84 bin Mehmetçiğin Şehadet yıl dönümünün anılmasıydı. Bu büyük asker kitlesini Rus hudutlarına savaşa gönderen o günün Başkomutanı Enver Paşa idi. Yani Paşaların üçüncüsüydü. Basiretsizliği ve hıyanetiyle şöhret alan Enver Paşa, bu üç paşadan biriydi. Ama ne çare ki, yakın tarihimiz bunları gizliyor, yalan söyleyerek tam tersini anlatıyor. Yani birer kurtarıcı kahraman olarak bunları deşifre ediyor. Oysaki hiç de öyle değillerdi. Deyim yerindeyse tam manasıyla birer ajan olarak devletin yıkılmasında rol aldılar. Yoksa basiretli vatanperver ve gerçek manada kurtarıcı bir komutan bu kadar Mehmetçiği açlık içerisinde ve askeri donanmasından yoksun, zerre kadar tedbir almadan ve arkalarında lojistik destek göndermeden bunca askeri soğuktan dondurarak karların altına gömülmesi yenir yutulur bir hadise değildir. Herkes aklını başına alsın, o gün ülkenin başına gelenler günümüzde de aynısını gerçekleştirmek isteyen piyonlar vardır, ajanlar vardır ve kendilerine harcama harclığı olarak hazırladıkları beyinsiz figüreler vardır. Eğer herkes aklını başına alıp derinden derine düşünürse, Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne dek, devletin bünyesinde oluşan karanlık kurullar ve onların yönlendirdikleri maceralar ve peşlerinde koşturan beyinsiz bir takım odaklar ve terör tümörleri. Artık bu millet bunlara yavaş yavaş dur demeye hazırdır. Onun için yazımın başında da söyledim. Bu oluşan tablolar hayırsıza değil hayırlara alamettir. Zira görünen odur ki, artık zaman gelmiş dayanmaktadır. Yıllardan beri hükümran olarak karanlık tablolar deccalın ve süfyanın getirdikleri küfürdür, mezalimdir ve mutlak istibdattır.

İşte karşısına çıkıp iman gücüyle uyanan bir toplum ve toplumun baş ucunda dimdik ayakta duran İslam büyükleri ve günümüzün siyasi liderleri ise Hz. Mehdinin ve Mehdiyetinin birer unsurları olarak görülmektedir. Onun için ümit var olunuz diyorum. Artık yoğun sis atmosferi Türkiyenin üzerinden gitmek üzere, sisli ve bulanık havadan yararlanmak isteyen canavar ruhlu kurtlar, yani saldırgan odak noktaları dağılmaktadır.

Evet, sevgili okurlar! Yazımın başından sonuna kadar ileri sürmek istediğim tez ve tespitlerimi daha güzel bir şekilde zihinlere oturtturmak için Şeyh Sadi Şiraziden ufak bir hikayeyi özetleyerek sizinle paylaşmak istiyorum. Şeyh Sadi diyor ki; "Bir gün bir kervanla yolculuğa çıkmıştık gece yavaşça giderken yolumuz bir çöle düştü, çölde yolculuk yapmanın birçok tehlikeleri var idi. Bu vahşi ıssız bucaksız çölü bir an önce geçmek için bütün yolcular yani kervan, istirahatlarını düşünmeden, istirahat etmeden yola devam ediyordu. Durmadan yürüyen kervan korku ve endişelerini atlatmak için, karanlık gecede yol alıyordu. Fakat ben çok yorulmuştum, yürümeye takatim kalmamıştı, bir parça dinleneyim diye kervandan ayrıldım ve bir köşeye oturdum, uykuya daldım. Uykuya yenik düşüp, uyuya kalmışlığım beni kervandan alıkoydu. Kervanın da benim gibi şaşkın bir piyadeyi bekleyecek hali yoktur tabii. Onlar konaklamak istediği yere bir an evvel ulaşmak istiyorlardı. Bir uyandım ki baktım başucumda duran bir deveci bana şunları söylüyor. "Ey zavallı yolcu kalk! Kervan bir hayli uzaklaştı, benimde uykum var ama bu ıssız çöl istirahat yeri değildir, buralarda bin türlü korku ve tehlikeli canavarlar vardır. Sen burada uykuya yenik düşmekle her an için o parçalayıp yutucu canavarlara kendini yem yapmaktan başka kurtuluşun yok. Onun için gidelim, bu ıssız çöl istirahat yeri değildir, benim de uykum geliyor amma burada korku ve tehlike uykuyu aşıyor. Hedefimize, yani konaklamak istediğimiz yere ulaşmak için bu çölden geçmemiz lazım, yoksa bu çölleri geçmeden kurtuluş ümidi elde edemiyoruz. Bak diğer kervan yollarına devam etti, hedefine ulaştı. Senin gibi uyku derdine düşenler ne yazık ki tehlikelerin ortasında tek başına kala kalırlar ve vahşi hayvanlara yem olurlar."

Evet, sevgili okurlar! Bize göre portre çizen olay birkaç yönüyle çok anlamlıdır. Bir yandan gaflet uykusuna dalıp, tek başına yaşama tehlikesi. Yani birlik ve beraberliği zedeleme gafleti ile tek başına kalıp başkasına yenik düşmesi. İki hedefine ulaşma gayretini yitirip vurdumduymazlıkla yaşam tehlikesi, daha neler neler..

Şeyh Sadinin demek istediği şu, bir amaca ulaşmak istiyorsan yol hazırlığını yapıp yola koyulmalısın. Gideceğin yol bitmek tükenmek bilmeyen bir yol olabilir. Ne olursa olsun, yolda duraklamak, kalmak, tembelleşme gibi tehlikeli hatalara düşmemelisin. Azim ve sebat sahibi kimseler için uzaklık-yakınlık bahis konusu olmamalıdır. Güç ve gayretlerini yeri yerinde kullanan kişilerin karşısında hangi zorluklar kolaylaşmaz ki. Hangi ürkütücü güçler, insana yenik düşmez ki. Yeter ki basiret gözünü kullan, yeter ki imanla yürü, kesinlikle hedefine ulaşırsın.

Evet, bugünkü sohbetimiz buraya kadar. En derin sevgi ve saygılarımla! Bizi okumaya devam edin diyoruz!