MEZALİMLİ DÖNEM VE KARANLIKLI BİR DEVİR!!!?
Eklenme: 11/22/2010 12:00:00 AM

Evet, sevgili SÖZ okurları. Zaman zaman hissiyatlarımızı, duygularımızı, bölge gerçeklerini sizlerle paylaşmak için fırsat buldukça yazıyoruz. Gerçekleri, olup bitenleri kamuoyuna yansıtmak bizim temel görevimiz. Ama zaman oluyor da imkânlar elvermiyor. Fırsatlar kaçırılıyor, güncelliğini koruyan olayları birebir sizlerle paylaşma imkânı elimizde olmayan bazı nedenlerle kaçırmış oluyor isek de medyamızın önemli, namuslu bazı kalemlerin yazdıklarını ve kamuoyuyla paylaştıklarını, arşivlerinden çıkarıp gündeme aldıklarını görüyoruz, okuyoruz ve geçmişteki olayları gün yüzüne çıkarmak için gayret sarf ediyoruz. Bu bizim temel görevimiz. Yazması bizden, okuyup değerlendirmesi sizden.. Zaten bundan başka da çaremiz yok! Bu ülke nereye gidiyor? Bu yöre daha ne zamana kadar düşüncesiz, mefkûresiz, aldatanların çıkarlarına figüre edilmeye çalışılacak? Halkımıza yazık, günah.. Bu nedenle yöre insanı siyasetin hegemonyasından aldatıcı, makyajlı, süslü politikalarından sıyrılıp kendine yepyeni, çağdaş medeni bir dünya zemininde yer alması gerekir. Aksi halde yediden, yetmiş yedisine kadar canıyla, malıyla, tüm varlık değerleriyle bu ülke insanı kendini figüre malzemesi olmaktan kurtaramaz. Bugünkü sohbetimiz paralelinde sizinle Yüce Kitabımız Kuran-ı Kerimin çok çarpıcı, dikkat çekici, düşünerek üzerinde durulması gereken bir iki ayetin mealini paylaşmak istiyorum. "lemlerin Rabbi olan Allahû Teâlâ inanan kullarına şöyle emretmektedir. Kendisine ve Resulüne (s.a.v) itaat etmelerini emrederken (13) Kim olursa olsun kâfirlere ve ehli kitap olanlara itaat etmeme konusunda şiddetle uyarıyor. Ve diyor ki "Ey iman edenler, eğer kâfirlere itaat edecek olursanız sizi ayak ökçelerinizin üzerinde geri döndürürler, yani sizi geriden geriye sürüklerlerb Yani sizinle dost olmazlar. "Ey iman edenler, eğer siz ehli kitaptan bir kesime itaat edecek olursanız, sizi imanınızdan sonra kâfirler olarak geri döndürürler." Yani inanclı iken, sizi küfür sistemine çekmeye zorlarlar. Mealen Yüce Kitabımız şu iki ayetin mana değerlerini bildirmektedir. Ona göre kim dosttur, kim düşmandır, kim aldatıyor, kim aldatmıyor, makyajlı, süslü nutuklarına bakmadan seçebilme kabiliyetimizi kullanmamız gerekir. Yaklaşık yüz yıldan beri bu ülkeyi kan gölü haline getirenler, annelerin, bacıların, eşlerin gözyaşlarını sel gibi akıtanlara artık dur dememiz gerekir. Eskiden beri dış devletlerin ordularının istilasından korunmak için devlet büyük çapta bütçeler tanzim edip harcamaya yönelik çalışıyordu. Ordu donatımlarını, dış tehlikelere karşı ülkenin dört cephesinde kouşlandırıyordu. Sakın ha ki, ülkemiz herhangi bir gâvurun istilasına maruz kalmasın diye. Ama her nedense Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze dek hiç de böyle bir endişe söz konusu değil. Milletin en büyük endişesi içten kaleyi yıkıp istila eden ihanet ve hıyanet şebekelerinin varlığıdır. Devletin derinine sızmış şahsiyetler.. Hem de milletin vergileriyle ve insanlarıyla büyük imkânlar elde ederek, ülkeyi ve milleti artık içten yıkmaya başlamıştır. Egemenliklerini ve sömürülerini yıllardan beri kirli politikanın sayesinde yapmaktadırlar. Eskiden ehli kitap olarak gâvur dediğimiz müşrikleri karşımızda tasarlıyorduk. Ama şimdi ise onların perde arkasında görevlendirdikleri hıyanet şebekelerinin varlığı karşımızda. Hem de içimizde, hem de değişik versiyonlarla kendilerini idame etmektedirler. Tağuti düzenlerinin egemen olması için maalesef ülkemizi bölünme ve dağılma noktasına getirmiş durumdalar. Dünkü Taraf Gazetesinin birinci sayfasında şöyle bir haber okuduk: "ÇAY İÇMEYE ÇAĞIRIP ÖLDÜRDÜLER" Haber şöyle devam ediyor: "Diyarbakırda bir imam ve şoförünün işkence ile öldürülmesine ilişkin dosya raftan indi. Yedi JİTEMciye soruşturma başlatıldı. Diyarbakırda 16 yıl önce PKK itirafçısı Abdulhakim Güven tarafından Şoförü Emin Kaynar ile birlikte çay içmeye çağırılan İmam İzzettin Acet götürüldüğü Saray Kapıdaki JİTEM merkezinde işkenceye alındı. SUSTURUCU TABANCA İLE VURDULAR Ankarada iki yıl önce intihar eden emekli Albay Abdulkerim Kırcanın talimatıyla dört gün sorgulanan İmam Acet ve şoförü Kaynar, daha sonra Siverek yolunda susturucu tabanca ile öldürüldü. Üzerine benzin ve mazot dökülerek JİTEMde çalışan sivil bir görevli tarafından yakıldı." O günün Jandarma Alay Komutanı Abdulkerim Kırca idi. Bu emekli Albay, iki yıl önce Ankarada intihar etti. Ama JİTEMde başrol oynayan ve DGM Cumhuriyet Başsavcısı Nihat Çakar ile dönemin Milli İstihbarat Bölge Başkanı Cemal Uzgören ve 7. Kolordu Komutanlığı ile işbirliği yaparak bu bölgede çok karanlık olaylar yaşatmıştı. Biz bu olayları dosyalaştırarak arşivimize koyduğumuz gibi... Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına da şikâyetçi olmak üzere müracaatta bulunmuştuk. Özellikle İsveçte bulunan JİTEM ve PKK itirafçısı Abdulkadir Ayganın kitabındaki geçen tüm itiraflarına dayanarak birer belge olarak sunmuştuk. Üç büyük klasör durumuna giren bu şikâyet dosyamız, futbol topu gibi elden ele ayaktan ayağa dolaştı. Tam altı yıldan beri devam eden bu dosyanın hazırlık numarası 2006/19198 sayılı dosya durumuna girdi. İnkâr edilmez, dosyayı ele alan zaman zaman çok iyi niyetli savcılar dosyayı incelemişler ise de dosya ellerinden alınmış normal prosedürden saptırılmıştır.. Yani Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi CMK 250. maddesi ile ilgili olması gerekirken dosya kuşa döndürülmüş, adi bir suç dosyası durumuna getirilmiş, kasıtlı olarak maalesef dosya zaman aşımına uğratılmıştır. Dosyanın mazisi, 1998/153 esas sayılı dosyaya dayanmaktadır. Bu dosyada dönemin Cumhuriyet Başsavcısı Nihat Çakar ile JİTEMin kilit noktadaki ismi Cemal Temizözünden tutun da, 7. Kolordu Komutanlığındaki Albay Reha Şatana ile Erhan Tavşancı'ya kadar, onların gayretleriyle sözde PKK adına çocuklarımız hakkında tarihi çok iğrenç, kirli ve organizeli bir potansiyel suç olarak ilan edilmişti. Biz bunları yazdıkça yazdık. Ama birilerini kayırmak için birilerinin kirli çamaşırlarını örtbas etmek için ellerinden geleni ardlarına koymamamıştır. Hala da bu kirlenme, bu alçak oyunların sürdürülmesi devam etmektedir. Hala da bu iğrenç tablo 16 sene evvel Cizreden getirilen Mele İzzettini susturucu silahla vuran zihniyet aynen devam ettirilmektedir. Abdulhakim Güven kod adlı Ferit Altun ile Hıdır Altuğlar o günlerde ne yapmışlarsa, kimlerle işbirliği içerisinde hareket etmişlerse bugün aynı versiyonun başka kişiliksiz insanlar tarafından yine idame ettirilmeye çalışılıyor. Olması yetmiyormuş gibi gerek Jandarma ve gerekse Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı bunları himaye edercesine görmezlikten geliniyor gibi. Biz bunları defalarca yazdık, çizdik yine de yazıyoruz. Bakınız, 9 Eylül 2010 yani Ramazan ayının başlangıcından bir gün evvel... 34 ZH 5955 plakalı taksi 34 AZ 7636 plakalı kamyon. O gün Diyarbakır Ergani yolu üzerinde bulunan Altındağ Dinlenme Tesislerinde sekiz saat esrarengiz bir şekilde beklediler. Ki  bizzat kendim olayı fark ettikten sonra araçların şoförlerini sorguladığımda hemen kaşla göz arasında gece karanlığında kayıplara karıştılar. Bu çok düşündürücü esrarengiz bir vaka değil midir? Bundan daha fazlası aynı akşam Yenişehir İlçe Jandarma Komutanlığına müracaat ettiğim halde Başçavuş Halil isimli bir astsubay başka bir odaya geçip Cumhuriyet Başsavcılığındaki görevli bir savcıyla konuşması ondan sonra şikâyet dilekçemi kabul etmeden es geçmesi neye alamettir, düşünülmez mi? Defalarca yazdık, şikâyette bulunduk.. Bu her iki araç İstanbul plakalı olup başıboş gezmeleri birilerine karşı bir suikast düzenleyip PKKya ihale etmesi ihtimalinden uzak değildir. Hep söylüyoruz, o akşam benim aracımı kıstıran ve farkına varınca kayıplara karışan o akşamki o aracı kullanan şoförlerin kimliklerini istiyoruz. Ve hodri meydan diyoruz. Devlet görevini yapsın. Aksi takdirde bu bölge insanı ve bu ülke kendini bozguncuların fesat ve fitne unsurlarının hegemonyasından kurtaramaz. Artık tehlike eski dönemlerdeki müstevli, haçlı zihniyetlerin tehlikesini geride bırakmıştır. Maalesef, en büyük tehlike içimizdeki onların görevini yapan hain JİTEMin ve devletin yanlış istihbaratlarının pervasızca satılmış insanlarının tehlikesi söz konusu. Burada Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına sesleniyor ve diyoruz ki, lütfen ciddiyetle olayların üzerine gidin. Hatta Adalet Bakanı Sayın Sadullah Ergin Beye de sesleniyor ve diyoruz ki, Hükümet dev adımlarla Anayasa değişikliğiyle bir hayli ilerlemiştir. Bir hayli adımlarla ilerlemektedir. Şu bölgede hala da mayalanmış kirli odakların üzerine gidilsin. Bunu arayış içerisine girerken de uzağa gitmeleri gerekmiyor. Hani Genelkurmay, JİTEM yok diyor ya, ama JİTEMin kurucuları JİTEMin varlığını itiraf ediyorlar. Bu memlekette resmiyet adı altında devletin şerefli ve izzetli üniformasını omuzlarında taşıyan nice karanlık, kirli insanları gördük. Ve bugün adaletin pençesinden kendini kurtaramayan hainleri görüyoruz. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı hiç sağa sola birilerini kayırmaya teşebbüs etmesin. Her şey orta yerdedir. İşte Cemal Temizöz, Abdulhakim Güven, Hıdır Altuğ, Nihat Çakar, Eşref Hatipoğlu daha ileriye dönersek, dönemin Asayiş Bölge Komutanı Org. Çetin Doğandan tut, Yaşar Büyükanıta kadar Ve bunların paralelindeki sivil kanat.. Demokratik bir hukuk devleti olarak bunların üzerine gitmelidir, bunların dosyalarını raflardan indirmelidir. Yoksa devletin varlığı hangi günedir? Her zaman Taraf Gazetesinin yazarı Sayın Ahmet Altan mı yazacak, dile getirecek adaleti? Veyahut Genelkurmay Başkanına Sen devlet adamı değilsin, ancak devlet memurusun diyen Rasim Ozan Kütahyalının ifadeleri mi gündeme gelince dosyalar inecek. En derin sevgi ve saygılarımla.