MİLLETİN TARİHİ BAŞ BELASI (2)?!!!
Eklenme: 4/28/2010 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar. Bir önceki yazıma "Milletin Tarihi Baş belası" olarak koyduğum başlığı bugünkü yazıma da kullanıyorum. Ama konuyu enine boyuna genişleterek; "devam" diyelim.. Çünkü "önemli" konular var.. Örneğin; ülkemiz devletiyle milletiyle bir bütün içerisinde.. 7'den 70'e omuz omuza vererek bir izanla, bir inançla özgürlük havasını teneffüs ederek yaşamayı arzularken bir bakıyorsun ki hep önüne engeller konuluyor. Hem de büyük engeller.. İlerlemeyi, çalışmayı, başarıyı bir türlü elde edemiyor. Hep çağın gerisindeki olayların cenderesinde kalıyor. Ve mecbur bırakılıyor. Sözde kurtarıcı olarak korunan bazı devşirmeler bu cenderenin içerisinde önemli çapta tabulaşarak yarınlar için büyük engel teşkil etmektedir. Bu meyanda bakıyorsun ki kaoslar yaratılıyor. Kargaşa, terör, kavga oluşturuluyor. Milleti beklentilerinden saptırarak başıboş deyim yerindeyse "çobansız" sürü halinde bırakıyor. Yani "dediğim dediktir" misali söz sahibi olmak istiyor. Bu kabus ve bu karanlık kaos toplumu geliştirmek ve muradına eriştirmek yerine çok büyük engellere maruz bırakıyor. Fazla başınızı ağırtmayalım. Dost görünen hep düşmanca işlev yapıyor. Bir millet böyle olumsuzluklar içerisinde yaşamaya mecbur kalırsa ne derecede kendine çekidüzen verebilir? Çağdaş uygarlık seviyesini nasıl yakalayabilir ve hedefine ulaşabilir? Maalesef böyle olunca hiç de mümkün olmuyor? Tarihin büyük deneyimlerinden geçmişe yönelik birçok kavimlerin yaşam tarzını göz önüne alırsak her şey bariz bir biçimde bize gerçekleri gösterir. Ama inadın gözü kör olsun misali yeter ki inat gözüyle olaylara bakılmasın. Bir önceki gün Bugün Gazetesinin yazarı Adem Yavuz Arslanın tespiti ile Star Gazetesinden Şamil Tayyarın yazıları adeta aynı konuyu birleştirerek biri diğerini teyit edercesine önceden vuku bulmayan bir istihbari olayı kaleme almışlar. Hem de ülkenin nabzını tutarak! Jandarmayı önlem almaya davet ettikleri halde kaşla göz arasında Giresunda yol güzergâhına kumandalı bir mayın patlatılır ve Jandarma Başçavuş şehit düşer. İşte insanın aklına ilk gelen bu soru olmalıdır. Kimler bizi koruyor? Kendini koruyamayan bir askeri anlayış nasıl toplumu koruyabilecek? Der demez insanın aklına gelmiyor değil bu sorular? Bu istihbari bilgiler iki yazarın eline nasıl geçti? Ve mucizevi bir şekilde nasıl kaleme alındı? Çok kısa bir süreç içerisinde olay nasıl gerçekleştirildi? İşte önemli olan düşündürücü faktör de budur. Anayasa paketini engellemek için Baykalın son kozu Milletvekili transferi.. CHP lideri biz olmazsak MHP var, DP var, mesajı veriyor. Bir AK Partiliye Demokrat Parti liderliği teklif edildi, çabalar meclisle sınırlı kalmayabilir. İstihbarat raporları bunu gösteriyor, diyor. Ama mademki önemli istihbarat raporları gerçekten söz konusu ise MİT nerede? Nasıl bir yöntemle istihbarat topluyor? Ne biçim istihbarattır ki önceden MİT haber alıp gereken yerlere bildirmiyor Herhangi bir kasıt olmaması gerekir. Ama olan olur biten biter, iş işten geçer, sonradan herhangi bir şey fayda vermez. İşte bunun neticesinde de kaos gelir. Ülke içinden çıkılmaz olaylarla karşı karşıya bırakılır. Önceki yazımda Konfüçyüs'ün öğrencileriyle bir kadın arasında tenha bir dağın eteğinde geçen diyaloğundan söz etmiştim. Kadın kaynatasını, kocasını ve oğlunu yırtıcı bir kaplana kaptırmış. Ama buna rağmen de orada deyim yerindeyse terk-i vatan etmemiş. Bir yere de gitmez.. Konfüçyüs kadına "madem öyleyse bu ülkede niye duruyorsun başka yere git" der! Ancak tüm acılara rağmen kadın şu ilginç yanıtı verir.. Der ki "burada kalmamın sebebi insanlara baskı yapan bir devlet yok, baskıcı, dayatmacı devletlerin bulunduğu yer kaplanlardan daha korkunçtur" El hak! Her zorba kendi varlığını muhafaza altına almak için kuşku yok ki daima aldatma, yanıltma ve şaşırtıcı iş yapar. Evet, hani darbecilerin dayatmacı, keyfi uygulamaları tek yasa, tek kral, tek inanç, tek tip yaşam hali.. Bu slogan yüz yılımızın ilk yarısında milyonlarca cana mal olmuştur dünya çapında. Türkiyemizde 4050 bin insanın canına kıyılmıştır. Birey yine yapa yalnızdır. Baskı tekniği Konfüçyüsün kaplanlarına rahmet okutmuş. Yüksek fırınlara, sabun makinelerine dönüşmüştür. Tek tip insan yaratma iddiasıyla boy gösteren totaliter tümleci devlet acılar bırakarak tarihe gömülmüşlerdir. 2006 yıl sonra yine bu tür devletlerden birinde Çindeyiz. Haziran 1989 Pekin.. Bir dizi tankı çıplak ellerini kaldırarak durduran ak gömlekli bir adamın resmi simgesel gücüyle gezegenimizi sarsar. Zira sadece insan haklarıyla donanmış bir adamın karşısında devletin kaba gücü bütün görkemiyle sergilenmektedir bu resimde. Anayasa hukukun üstünlük prensibi, sosyal bir hukuk devleti anlayışı gibi ifadeler anayasamızın başlangıcında yazılı ise de hey hat bir türlü bu halk bu kapsamlı manaların özünü her nedense yakalayamıyor. İlla ki yıkılması gereken tarihi tabularla karşı karşıya kalma zorunlulukları içerisinde bırakılmaktadır. Türkiye hayat boyunca hep kendini askeri vesayetin altında ve hegemonyasında mı hissedecektir? Sosyal bir devlet anlayışı prensibine karşı hep askeri vesayetler ve diğer devletin bazı kurum ve kuruluşlarındaki yöneticilerin dayatmaları adeta vazgeçilmez bir kanun durumunda olduğunu hisseden bir toplum ve onun üstesinden gelemeyen bir kavim hiçbir zaman sağlıklı bir yaşama sahip olamaz. Düşünün bir ülkede yasalarla devletçe kabul edilen bir din kabul edilmeyecek durumuna düşerse.. Ve yıllar yılı dayatmacı anlayışların hegemonyası altında dininden, inancından, tarihinden uzaklaştırılma mecburiyetinde bırakılırsa.. Bu toplum kime güvenir, nasıl devletle birleşir ve nasıl kendini refah ve mutluluk içerisinde hissedebilir? Bütün dinler laik devlet anlayışı içerisinde geçerli ve saygındır. Bu anlayışa dayanarak hiç kimse başkasının inancına ya da inançsızlığına karışmamakta kendini nasıl hissederse işte ona demokrasi derler. Ama ve lakin uygulama bunun tam tersine olursa yani inançsızlığa değil, inancından dolayı devletçe sorgulamaya tabi tutulan bir millet kendini daima farklı zeminlerde görür, hisseder ve devletiyle kavgaya hazırlanmaya çalışır. Zira hukuksal terazinin kefeleri birbirini takip etmediğinden dolayı yamuk bir yargı inancına hiçbir zaman güven sahibi olamaz. Eğer milletin vergileriyle bütçesini idame ettiren devletin bünyesinde Ergenekon çetesinin varlığı hissedilirse o ülke hiçbir zaman kendini demokratik, hukukun üstünlüğü kavramlarıyla baş başa bırakamaz. Tam tersine başıboşluk ve uçurumun kenarına itilir. En derin saygılarımla.