MİLLİ AHLAK BÜTÜNLÜĞÜ İÇERİSİNDE GERÇEK YAŞAM!
Eklenme: 4/11/2017 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

Türkiye’mizde anayasanın bazı maddelerini değiştirmek için, sandığa gitme zamanı her gün biraz daha yaklaşıyor.

Nihayet, halkımızın “EVET” veya “HAYIR”a yönelik oy kullanma günü 16 Nisan Pazar günüdür.

Bugünü de saymazsak, beş günümüz kalıyor.

Bu Referandum; “EVET” veya “HAYIR” olayının sath-ı mailindeyiz.

Tabiatıyla demokratik çoğulcu parlamenter sistemi yöntemiyle, nerdeyse 95 yıldan beri yönetile gelmiş bir ülke durumundayız.

Ama aklımızı başımıza alırsak, iyi bir düşünceyle, iyi bir tefekkürle, başımızı her iki elimizin arasına koyarsak, geçmişe yönelik göz atarsak, pozitifiyle, negatifiyle tüm olup bitenleri vicdan muhasebesiyle bir araya getirip, terazinin iki kefesine koyarsak, gerçek bir düşünceyle murakabe edip, kontrol altına alırsak, mutlaka hedefimize ulaşırız.

Yani iyilik ile kötülüğün, hangisinin ağır basmış olacağını objektif bir gözle fark ederiz.

Zira göz gördüklerine aykırı düşmediği gibi, gerçek akıl da yalan söylemez.

Keza tartan akıl terazisi de hiçbir zaman yanıltmaz.

Bu durumla yola çıkarsak, önümüze çıkan bir tabloyu rahatlıkla inceleriz ve gerçekleri de yakalamış oluruz.

Aksi takdirde cehalet vadisinden yürüyen bir sistem, hiçbir zaman ilmin gerçeklerine ulaşamaz, tespit edemez ve oldukça inadın kör gözüyle olaylara bakar, hem sahibini, hem milletini en derin uçurumlara yuvarlayıp gider.

Tıpkı günümüzdeki olup bitenler gibi…

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Gerçekten “Görünen köy kılavuz istemez” misaliyle yola çıkarsak, önümüze 95 yıllık bir tablo çıkıyor.

Bu tablo, demokratik çoğulcu parlamenter sisteminin tablosudur.

Bu tablo, ne yazık ki bu memleketimizi tek parti şeflik ve dipçik döneminin, tek kafalardan çıkan buyrukları günümüze kadar devam ede gelmiştir.

Bu buyruklar, CHP’nin hegemonyası altında 1924’te gerçekleşen bir anayasanın hâsılasıdır ve sonucudur.

Bu kirli tabloya baktığımızda karşımıza kan çıkıyor, gözyaşları çıkıyor, katliamlar, soykırımlar çıkıyor, terör çıkıyor, kundaktaki bebelerin kurşunlanmış olduğu süreç çıkıyor.

Ve biz de bu kirli tabloya hayat boyunca baka baka büyük gaflet uykuları içerisinde seyretmişiz, sesimizi çıkaramamışız ve böylece memleket bu süreç içerisinde inişiyle kalkışıyla buraya kadar gelmiştir.

14 yıldan beri iktidarda bulunan AK Partiyi hasenat ve seyyiatıyla, güzellik ve kötülükleriyle beraber irdelemeye kalkarsak, inkâr edilmez bir gerçek karşımıza çıkar ki bu iktidar partinin iyilikleri, güzellikleri, kötülük ve eksikliklerine ağır basıyor.

Keşke 14 yıl içerisinde süre gelen zamandan evvel ki 70-80 yıl boyunca gelip giden iktidarlar da AK Parti iktidarı gibi düşünmüş olsaydı.

Keşke diğer liderler de, gerek Başbakanlığı döneminde, gerek Cumhurbaşkanlığı döneminde “Lider” olarak devleti yöneten Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan gibi görevlerine sımsıkı sarılmış olsaydı.

İşte bugün Türkiye apayrı bir Türkiye olacaktı.

Ama ne yazık ki tam tersine tek parti şeflik ve dipçik dönemindeki tek kişinin iki dudağı arasından çıkan buyrukların hâkimiyeti, aynı rejim ve sistemin idamesiyle devam ede gelmiştir ve devam etmektedir.

Hangi parti olursa olsun, hangi Cumhurbaşkanı olursa olsun, bir defa o sistemden aykırı düşen kim olursa olsun…

Derhal bir ip atarlar bir çamur atarlar, tutmasa bile “Çamur at, izi kalsın” misaliyle CHP anlayışı, gece gündüz ayaktadır ki bu memleketi bir diktatörya denceresine soksun ve yine ülkeyi 1940’lı yıllara geri götürsün.

Yani İsmet İnönü’nün rejimine geri götürsün.

Bunun bekçisi de bugün inkâr edilmez ki CHP’dir ve onun başındaki lideri Kemal Kılıçdaroğlu’dur.

Bakınız, bu parti anlayışı edepsizce bir anlayıştır ki kendi öz halkına hakaret ediyor, küçümsüyor ve diyor ki “Evet” oyu kullananları İzmir’de denize dökeriz, hem de 7 sülalesiyle beraber.

Tabii Cumhurbaşkanı zaman zaman bunu mitinglerde dile getiriyor ise de bize göre bu yetmez.

Ancak Meclis, hemen harekete geçmeli ve bu adamı meclisten atmaları gereklidir.

Sorarım size?

Bu söz mü ağırdır, yoksa 1999’daki efsanevi Başbakan Bülent Ecevit’in “Merve Kavakçı” hanımefendiyi başörtüsünden dolayı seçildiği halde, meclisten atabilme edepsizliği mi ağırdır?

Halkın iradesiyle seçilen bir hanımefendi başörtüsünden dolayı atılıyor da, niye bugün milleti küçümseyerek, aşağılayarak, oy kullanma özgürlüğüne baskı yaparak, “Eğer sandıkta” Evet çıkarsa Yunanlıları denize döktüğümüz gibi Evet”çileri 7 sülalesiyle denize dökeriz” diyen milletvekili atılmıyor?

Gerçi bu her iki olay da CHP’nin kirli anlayışına yakışır bir harekettir, ama bugünkü Meclis nerede, bugünkü Başbakan niye bunu attırmıyor?

Akla gelen de bu sorudur.

* * *

İşte buyurun sevgili okurlar.

Ayıkla bakalım pirincin taşını.

Sormazlar mı?

Yıllardan beri şeflik ve dipçik döneminin hâkimiyeti, ne yazık ki hala da TBMM’nin orta yerinde sürüyor.

Ve hiç kimse de sesini çıkarmıyor.

Gerçek budur ki halk, yıllardan beri muhafazakâr olan partileri desteklemiş.

Ve CHP’nin yıllardan beri dış mihraklarla işbirliği yaparak, hatta Osmanlıyı yıkan gizli güçlere taşeronluk yaparak devam ede gelmiş bir parti anlayışının hâkimiyeti söz konusu inkâr edilmez bir gerçektir.

Ne yazık ki meclis, bir türlü bu tabuyu yenemiyor.

Bırakın yenmeyi, yenebilme kabiliyetine bile haiz değildir.

Yıllar yılı demokrasiyle uyutulan bu millet, ne yazık ki demokrasinin semtinden geçirilmiyor.

Demokrasinin temel hedefi, ana objektifliği; kişilerin hürriyetidir, özgürce yaşama şeklidir, toplumun bireylerini birbirine bağlayan, sımsıkı kenetleyen kardeşliğin damgasıdır.

Hürriyet ve kardeşliğin varlığı sonucunda bir de müsavat yani eşitlik söz konusudur.

Ki insanlığın bu temel üç ana cevheri demokrasiden değildir, tam tersine yüce İslam dininin 1438 sene önceki bir medeniyet gerçeğidir.

Ama nedense, bu İslam’a bir türlü mal edilmemiş, illa ki demokrasi, memokrasiye mal edilmiş.

İslam’ın alanında görünmüyor gibi gösteriliyor, ama ırkçılığa dayalı veya liberalizme dayalı, acımasız bir insan mahsulü olan rejimlerin orta yerinde dikilmiş zehirli bir ağaç gibi görülüyor.

Oysaki demokrasinin en âlâ meziyeti, İslam’a köle olmasıdır.

İslamsız bir demokrasinin varlığı söz konusu olmadığı gibi, İslamsız bir Türkiye’nin veya dünyanın varlığı da söz konusu değildir.

Yıllar yılı bu memleketi, bu İslam ülkelerini demokrasiyle yönetildiğini gösteren görüntüler, hiçbir zaman ülkeleri sahil-i selamete çıkarmamıştır.

Oysaki yüce İslam dini her şeyden evvel, toplumun bireyleri arasında gerçekleri simgeleyen oluşumları emrediyor.

Kirli mezalimlere dayalı, meşruiyetini yitirmiş bir sistemin yanında yer alamaz.

Ve bunun üzerine inatlaşa gelen ülkeler, tarih boyunca yok olup gitmiştir.

Zira İslam’ın ana cevheri ve ana stratejisi, toplumu Allah yoluna davet etmektir ve hem de kalbin görmesiyle aklın hidayetiyle bu yol aşılabilir.

Evet, sevgili okurlar.

Geçmişten çok ibret almamız gerekir.

Bu ibretleri de kendi başımızdan üretme veya yaratma kabiliyeti olmadığı için, bunu yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in “Maide” suresinin 78 ve 79. Ayetleri bize mealen bildirmektedir.

“78- İsrailoğullarından inkâr edenler, Davud'un ve Meryem oğlu İsa'nın diliyle lanetlenmişlerdi. Bu (onların Allah'a) isyan etmeleri ve aşırı gitmelerindendi.

79- Onlar işledikleri kötülüklerden birbirlerini sakındırmazlardı. Ne kadar kötü şeydi yaptıkları!”

Yani batılı oldukça kabullenmiş, pislikleri ve kötülükleri meşru kılmışlar ve böylece Allahû Teâlâ bunları fasit ve bozguncu bir toplum olarak en ağır dille vasıflandırmıştır.

Zira diyor ki; bunlar münkerat olanları kendi aralarında sakındırmıyorlardı.

Yani emr-i maruf, nehy-i münkeri uygulamıyorlardı.

Tıpkı günümüzdeki İslam dünyasının başına geldiği gibi…

En derin saygı ve sevgilerimle.