MIZIKÇILIK YAPAN SİYASET, SİYASET DEĞİLDİR!
Eklenme: 10/20/2011 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar. Bu köşede yakından takip ettiğimiz olaylar Türkiyede olup bitenlerin gerçek yüzüdür. Dobra dobra, hiç lafımızı esirgemeden ve nerdeyse birçok konularda kırmızıçizgileri aşarak yazdığımız olaylar tümü olmasa bile genellikle burada dile getirdiğimiz gerçekler doğrultusunda gerçekleşmektedir. Ama; Doğru söyleyeni 9 köyden kovarlar misali ne çare ki biz de aynı durumu yaşıyoruz. Daha önceden de ifade ettiğimiz gerçekler, devleti elinde tutan, gelen giden otoriteler; gerek sağda olsun, gerek solda olsun gerek altı okçuların siyaseti olsun, gerek sözde muhafazakâr.. Özalların, Demirellerin ve şimdiki iktidarın siyaseti olsun Yani kısacası gerek muhalefet olsun, gerek iktidar olsun, terörle mücadele politikası maalesef bugüne dek bir arpa boyu kadar ilerlememiştir, pek de ilerlemeye niyeti yok gibi görünüyor. 1996lı yıllardan bugüne kadar; Kanı yerde kalmaz, başımız sağ olsun, vatan sağ olsun gibi içi boş sloganlarla ülke ahalisi uyutuldu. Annelerin ve Babaların ocaklarına ulaşan "şehit haberleri" yüreklere kor ateşi gibi düşmektedir. Hayat boyu kendini toparlayamayan o aileler, o anneler, o babalar ve o eşler Allahtan başka hiçbir şey teselli edemez, büyük bir sarsıntıyla karşı karşıya kalan ve söndürülen o ocakların acılarını kimse dindiremez. Dile kolay.. Ağlayan birçok anne ve babalar, şehitlerinin tabutlarına ve bayrağa sarılırken de o kadar dengeleri kaybetmiş ki, ağzından çıkan boş sloganlarla kendini teselli eder. Birçok ailenin ağzından çıkan vatan sağ olsun, bir oğlum daha olsa yine gönderirim gibi ifadeler der demez herkesin ağzından çıkıyor ise de bana göre bu da boş laf. Çünkü; "duygu" o an onu söyletiyor.

* * *

Zira insansız vatan sağ olsa ne, sağ olmasa ne? Vatan zemini oluşturan taş ve topraktan ibaret olmamalıdır. Vatan deyince bünyesinde insanları barındıran, aileleri kuran, toplumu oluşturan ve o toplumun bünyesinde yetişen yararlı evlatlar ve gençler olmalıdır ki, vatan vatan olsun. Yoksa hep askeri vesayetçilerin, darbecilerin en çok kullandıkları vatan sağ olsun gibi boş sloganlar bu memlekete zaman kaybettirmekten başka bir şey değildir. Allah aşkına soruyorum. Yani vatan neye sağ olsun? İçindeki barındırılamayan, rahat etmeyen, yaşam tarzları teminat altında olmayan, hep kan ve gözyaşlarıyla 24 saat hayatını idame eden bir coğrafyanın taş ve topraktan ibaret olan, insanların olmadığı bir vatan neden sağ olsun ki? Vatanın sağ olabilmesi için önce üzerinde ikame eden, barındırılan insanların huzurlu olması lazım. O toplumun, o kavmin, o milletin varlığı söz konusu olmalıdır ki; vatan vatan olsun. Sevgili okurlar. Fazla uzatmaya gerek yok. Elbette ki, içimiz yanıyor. Türkiyede bu tür fitne unsurlarından nasibini almayan aile yok, diyebiliriz. Ama kesinlikle ben şahsen vatan sağ olsun diyemiyorum. İnsanlarımız sağ olsun, diyorum. Yedisinden yetmişine kadar toprak ve taştan ibaret olan zemin yüzünden önce onu üzerinde barındıran insanların hayatı söz konusu olmalıdır. Bu nedenle boş verin bu boş sloganları. At bakışıyla yürüyen bir siyaset; ister muhalefet olsun, ister iktidarlar olsun, bir yere varamazlar. Hele hele altı okçu CHPnin muhalefeti var olduğu müddetçe ve bu ülke insanları onları bir ana muhalefet partisi haline getirdikçe, vay o ülkenin haline. Bana göre tarih hata ortada. Şimdiye kadar olup biten tarihi olaylar, net olarak görünmektedir. Efsanevi, tarihi CHPnin altı okuyla yaşayan ve şimdiye kadar hiç iktidarda olmadığı, hep muhalefette olduğu halde söz sahibi.. Başbakanlara hakaretvari küfredercesine konuşabilen bir siyasi oluşum hiç uzağa gitmeden tüm Türkiyedeki olup bitenler, terör ve kargaşanın onun içinden geldiğini görmek lazım.

* * *

Dünkü yazılı medyada SAYIN KOMUTAN ONAYLADI başlıklı bir yazı ve iki resim bize her şeyi anlatıyor. O başlığın altında şöyle bir ifade: İnternet andıcı davasından çapraz sorguya alınan emekli Org. Iğsıza, Sayın Komutana arz ifadesi soruldu. Iğsız; "ona arz edilmeden kimse kalem oynatamaz", diyerek, dönemin Genelkurmay Başkanı Başbuğu işaret etti. Dava konusu andıç hazırlandığında Genelkurmay 2. Başkanı olduğunu ifade eden Iğsız; Emrin kim tarafından çıkarıldığı önemli değil, içeriğinin kim tarafından onaylandığı önemlidir diyor. Org. Iğsızın mahkeme huzurunda söylediği bu sözler sizce her şeyi anlatmıyor mu? Ergenekoncu ve bugün hala da Silivride yatan Yalçın Küçükün Selam Kürdistan dağları başında savaşanlara sözü neyi ifade ediyor? Türk Silahlı Kuvvetlerinin bünyesinde yüksek kademede yer alan birçok komutan gizliden gizliye, İsrail ile işbirliği içinde olduklarını, hatta balyoz davasının başında rol alan Org. Çetin Doğanın kızının bir İsrailli ile evlendirip Yahudinin altına veren namuslu bir generalin (!) tutumundan ne anlaşılır? Harp okuluna gerçek inanca sahip, vatanını, milletini, devletini seven, kaç tane muhafazakâr ailelerin çocukları son yıllarda alınmıştır, diye sormazlar mı acaba? Gizli, karanlık kuruluşların, encümen-i danışlardan kurulu heyetin üyeleri kimlerdir? Türk Silahlı Kuvvetlerinin zirvesindeki generallerin, Genelkurmay Başkanı olabilmek için İsrailin ağlama duvarının önüne gidip, kapıkulu gibi dimdik ayakta durup, dua etmeyen hangi General Genelkurmay Başkanı olabilmiştir? İslam dininin yüce kitabına, tüm beşeriyetin yegâne büyük önderi olan Hz. Muhammed (s.a.v)e Arap Bedevisi deyip de İslamiyetin tüm ana hatlarına ve temel ilkelerine saygısızlık edip, irtica yaftasını takan bir devlet kurumunun generallerinin neresine bu devlet, bu millet tarafından güvenilebilir? Olaylar ortada.

* * *

Evet, 13 Temmuz 1997de firmamıza ait Eruh Çayının kenarında, Siirt Tugay Komutanlığının inşaat faaliyetini yürütürken "şantiyemiz" güpegündüz basıldı. İş makinaları yakıldı. Kamyonlarımız ateşe verildi. Şantiye ile Jandarma Karakolu arasındaki mesafe 1,5 km. Çayır çayın yakılan araçların  dumanı göklere yükseldiği halde hakim tepede bulunan Karakol hiç müdahale etmedi. 500 metreyi dahi bulmayan hakim tepeden, hiçbir asker aşağı dahi inmedi. O araçları yakıp, kül haline getirdikten sonra elini kolunu sallayıp giden, eli silahlı terör örgütünün üyeleri rahatlıkla inlerine dönebildiler. Hiçbir müdahale yapılmadı. Aynı zamanda o günün 7. Kolordu Komutanı sabataist cühut kökenli Org. Yaşar Büyükanıt idi. Asayiş Bölge Komutanı ise hala tutuklu olan Çetin Doğan idi. Tüm bu olup bitenleri ertesi gün Diyarbakır Söz Gazetesinin manşetine taşıdığımız zaman neredeyse o günkü gazete toplanacaktı ve Yaşar Büyükanıt tarafından tehdit gördü. Bu yazıyı Türk Silahlı Kuvvetlerini küçük düşürmek için yazdınız diye. Oysaki malımız yakılmış, canımız yanmış, sermayemiz zayii olduğu halde güvenilir ve teminat altında olan bir bölgede araçlarımız yakılıyor; ama karakolun yanı başında olduğu halde görmezlikten geliniyor. Aynı olaydan üç sene sonra merhum Emin Altındağ ile arkadaşı MTA Mühendisi Münir Mennan, Erzurumdan Diyarbakıra gelmek üzere yola çıkıyorlar. Evet, 2000 yılında 25 Nisanı 26 Nisana bağlayan gecede Bingöl Genç ilçesi ile Diyarbakır Lice ilçesi arasında askeri bir bölgede tüm termal kameralara rağmen saat 17.00 sularında sözde bir trafik kazası süsü verilerek araçlarının önüne bir zırhlı araç çıkıp da dereye yuvarlatıp şehit ettikten sonra, trafik kazası süsünü veren o günün komutanları kimlerdi? Sorgulandı mı? Milletiyle ne derecede dürüst olan bir asker düşünülebilir? Dahası hiç fazla uzağa gitmeden; Dağlıca, Aktütün, Yüksekova, Şemdinli ve Çukurcadaki yıllardan beri olup bitenler bu devlete, bu iktidara hiç mi bir ders-i ibret vermiyor? Dağlıca Karakol Komutanı Onur Dirikin Ergenekon savcılarına vermiş olduğu Söylediklerim, eriyen buzlu dağın bir yanıdır, öbür yanı duruyor ve görünmüyor. Ben her şeyi savcılara söylerim ifadesi ne mana taşıyor? Tüm bunlar Türkiyenin acı gerçekleridir.

* * *

Ve bu acı gerçekleri görmeyen, mızıkçı muhalefetin liderleri; Ne çare ki olayları çarpıtmak için, Gerçekleri yanlış göstermek için, Ellerinden gelen her şeyi yapmak için hala da bu ihanetliklerini sürdürüyorlar. Onlardan daha fazla, milletini üzen, iktidarın söylediklerinin hep lafta kalmasıdır. İktidar gerçekten bir şeyler yapmak istiyorsa, önündeki engelleri aşıp, ayağını vurup bir tarafa iterek derhal bu badireli anayasayı değiştirmelidir. Yoksa bu katliamlar, hiçbir zaman bitmez, ardı arkası kesilmez. Bunu yapan PKK kesinlikle ve kesinlikle birer maşa ve piyondur. PKK ile mücadele için harcanan zaman ve ekonomiye yazık olur. PKKyı besleyen arkadaki gizli unsurları görmek ve yakalamak lazım. Bunlar da hiç uzakta değildir. Bazıları meclisin bünyesinde, özellikle muhalefetin bünyesinde, iktidarın bünyesinde de yok değiller. Cumhurbaşkanı ve Başbakan, eski politikacıların ağzından kalan sloganları bir yere itip, gerçek sadede gelmeleri lazım. Bahçelinin masonik kafasına aldırmadan, Kılıçdaroğlunun altı oklu mezhepçi Sosyalizmine aldırmadan, BDPnin; mızıkçı, hedef şaşırtıcı, politikasına kanmadan, bu milleti hedefine doğru götürmesi lazım. Yoksa 27 Mayıs 1960, 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat 1997li günler mükadderdir. Bizden dostça uyarı En derin sevgi ve saygılarımla..