MUASIR CAHİLİYE DEVRİ VE TOPLUM!?
Eklenme: 2/18/2015 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

Dün de aynı köşedeki sohbetimizde ifade etmeye çalıştığım konu merhume Özgecan’ın acımasızca öldürülmesiyle ilgiliydi.

Gerçekten bilimsel olarak yaşanmakta olan olaylar zincirine bakıldığında, özellikle Türkiye’deki olup bitenlerin ardı arkası kesilmemektedir.

Ama bunun en etken unsuru bize göre cahiliye devridir ve cehalettir.

Yani her ne kadar okumuşluk varsa, çağdaş bir eğitim şekli yürürlükteyse de ilkokul 1. sınıftan tut üniversitelerin son sınıfına kadar…

Eğitim sistemindeki biçimlendirme; inanca ve İslam’a yönelik olmadığı için, daha doğrusu tek kelimeyle söylenmesi gerekiyorsa, Allah’ın varlığına ve büyüklüğüne yönelik bir tedrisat söz konusu olmadığı için, ne kadar okuma şekli ilerlerse ilerlesin, kendini cahiliyenin çeşitlerinden arındıramaz.

Cehaleti ve cahiliye dönemini tanıyıp ondan kurtulmak için, önce Allah’ı bilmek lazım.

Allah’ın kâinat sahibi olma hâkimiyetinin gençliğe enjekte edilmesi gerekir.

Bu görev de sistemi uygulayan siyasetten geçer.

Demokratik çoğulcu parlamenter sistemi ne yazık ki bugüne kadar bilerek veya bilmeyerek, kasıtlı veya kasıtsız her ne ise bunu bir türlü topluma uygulayamamıştır ve pek de uygulayacağa benzemiyor.

Bize göre buna da katmerli cahiliye dönemi denir.

Hala ortaçağ cahiliye unsurunun çeşitli versiyonlarla Türkiye’de yaşanmakta olduğu aşikârdır.

Kimse bunu inkâr edemez, özellikle okumuş kesimlerde.

* * *

Hazreti Ömer (r.a) Hilafeti döneminde mealen şöyle diyor;

“İslamiyet’i tanıyamayan kişi veya kişiler, cahiliyeyi tanıyamaz”

Hazreti Ömer’in bu sözü gerçekten çok doğru bir sözdür ve gerçekçiliğe çağrı yapan bir sözdür, hikmetli bir sözdür, böyle güzel söz de ancak Hazreti Ömer gibi basiretli ve bilen bir devlet dâhisine yakışır.

Evet, cahiliye döneminden İslam’a dönüş zamanında Hazreti Ömer bu güzel sözü söylemiştir ve tarihi bir sözdür.

Bu söz, insanlık tarihini anlatan bir sözdür.

Zira diyor ki İslam’ın ruh hakikatini tanıyamayan toplumlar, cahiliyeden kendini kurtaramazlar.

Ne yazık ki bugün toplum, bırakın İslamiyet’i öğrenmeyi ve onunla yaşamayı, bilakis oldukça uzaklaştırılıyor.

Hem de çağdaşlık adına, bilimselcilik adına insanlık ne yazık ki bu fitne ile karşı karşıyadır ve kendini bu fitneden kurtaramıyor.

Türkiye, bu bulanık sistem yüzünden kadına gerçek manada hak ettiği değer veriliyor.

Neredeyse kadını sadece şehvani arzulara hazırlanmış bir emtia gibi gösteriyor.

Oysaki kadının yeri o değildir, toplumda kadına hak ettiği yer verildiği müddetçe, o toplum Ahsen-i takvim mertebesindedir.

Yani insanlığın en üstün seviyesine ulaşmış durumdadır.

Eğer sistem ve rejim, kadını hala da şehvani arzuların bir emtia unsuru olarak tanıyorsa, kadını mevcut mezalimden kurtaramaz.

* * *

Nitekim Fransa Cumhuriyetinin ilk başkanı Napolyon Bonapart şöyle diyor;

“Araplar Cahiliye dönemde putlara tapıyorlardı, günahsız kız çocuklarını diri diri gömerek öldürüyorlardı, şarap içiyorlardı, kumar oynuyorlardı, yolları kesiyorlardı.

İslam dini geldikten sonra tüm bunları yasakladı ve böyle pislikleri yapmıyorlar”

Evet.

Emperyalist batı dünyasının da yüzyıllardan beri çalışıp, İslam dünyasını bu hale getirmesi temel amaçlarındandı.

Ne yazık ki bu amaçlarına ulaşabildiler.

Bugün İslam dünyasının hali pür melali bununla karşı karşıyadır.

Okullarda çağdaş eğitim sistemleri ne kadar eğitimde ilerlerse ilerlesin, o eğitimle yetişen insanlar genellikle olmasa dahi ekseriyetle cahiliye anlamından kendini kurtaramıyor ve cahiliye anlayışlarıyla iç içedir.

Allah demiyor, taş ve topraktan ibaret vatana tapıyor.

İslam demiyor, ırkçılığa tapıyor.

Sosyal adaleti tanımıyor, sosyalizme tapıyor.

Allah’a insanı yaklaştıran dini inanışlar demiyor, laisizmle tanışıyor.

Ne yazık ki ülkemizi yıllardan beri yönetenler, yani cumhuriyetin kuruluşundan günümüze dek gelen giden politika liderlerinin muhalefet olsun, iktidar olsun, Sayın Erdoğan ve Davutoğlu dışında neredeyse tüm devlet adamları bir türlü statükoculuktan, sekülarizmden kendini kurtaramıyorlar.

Olan da memleketin başına oluyor.

İslam dünyası gerçekten de bugün yüz yıl önceki batı dünyasının ahlaksızlığıyla karşı karşıyadır.

Nitekim Osmanlı Devletinin son günlerinde Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretlerinin İstanbul’da Şekerci Hanı’nda bulunduğu sırada Mısırlı Şeyh Buhayt isimli büyük bir ilim adamı, Osmanlının ve âlemi İslam’ın perişanlığını görünce Bediüzzaman’a “Siz Osmanlının geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz?” diye soruyor.

Bediüzzaman şöyle cevap veriyor;

“İçinde bulunduğumuz mevcut görüntü bize şunu gösteriyor ki Osmanlı Avrupa Medeniyetine hamiledir, nerede ise onu doğuracaktır ve doğurmak üzeredir.

Avrupa ise İslam Medeniyetine hamiledir, nerede ise onu içinde doğuracaktır.

Ve ne yazık ki bu tespit aynen çıktı.

İşte Bediüzzaman diyor ya “Konuşan hakikattir, ben değilim”

Gerçekten konuşan ilimdir, cahiliye değildir.

Bu tespit yerli yerinde gerçekleşmiş durumdadır.

Batı dünyası bugün teknolojik ve bilimsel olarak ilerliyorsa, buna şaşmamalıyız.

Zira gerçekten Allah’ın vazgeçilmez bir kanunu var, batı bugün o kanunu yaşıyor ve yaşatmaktadır.

O da şudur;

Körü körüne oturup, “armut piş ağzıma düş” demiyor, sebeplere yöneliyor, bilimselliğe yöneliyor, çalışmaya yöneliyor, esbap denilen doğa kanunu içerisinde bilinmekte olan sebepler dünyasına sarılıyor, Allah da onlara veriyor.

Ama bu verme de kesinlikle geçicidir, dünyanın ömrü çok kısadır, Batı dünyası, Allah’ın bu nimetlerine karşı yaptığı nankörlükten dolayı bir gün çok ağır bir fatura ödeyecek inancındayız.

İslam dünyasının da bugün içinde bulunduğu zillet, meskenet, imkânsızlık, terör, kavga, kan dökme acımasızlığı da yine Allah’ın değişmeyen kanun ve âdetlerine bağlıdır.

Zira Allah’ın kanunu İslam inancı için şunu emrediyor, Müslümanların ilerlemeleri veyahut gerilemeleri, dini inançlarının yaşanmasına bağlıdır.

Müslümanlar ne kadar İslam dinine sarılmışsa, tarih boyu o kadar ilerlemişlerdir.

Ne kadar dinden geri kalmışlarsa, tarih boyunca o kadar gerilemişlerdir ve hak ettiği şamarı da yemişlerdir ve nitekim yemeye de devam etmektedir.

* * *

Sevgili okurlar!

Bakıyoruz, gerçekten Türkiye’de yaşanmakta olan vahşetler zincirlemesi bir değil, iki değil üç değil…

Gönül arzu ediyor ki Özgecan kızımızın vahşice öldürülme cinayeti, tüm insanlarımız için bir ders-i ibret olsun.

Ama heyhat!

Buna ne derece inanıyoruz?

Böylesine suçları, vahşeti, canavarlaşmayı üreten ve hem de adeta kuluçka makinesi gibi suç üreten hukuk dışı, adil olmayan bir sistemle karşı karşıyayız.

Bu sistemi kullanmaya çalışan nice megalomanyak, ruhsuz siyaset adamlarımız vardır, statükocular vardır, sekülarist bir anlayışa sahip politika yürümektedir.

Onun için iyilikle kötülüğü birbirinden ayırt edemiyor bir türlü.

Toplumsal bu hal sürdürüldüğü müddetçe, toplum kendini sağlam bir zemine oturtturamayacak düşüncesindeyiz.

Bunun kurtuluş çaresi, ama yegâne kurtuluş çaresi; asaletimize dönmektir, ecdadlarımızın medeniyetine dönmektir, geçmiş büyüklerimizin ruhunu yine gençliğimize yeşertmektir ve enjekte etmektir.

Bu da yüce İslam dininin terbiyesinden geçiyor.

Gençliğimiz o terbiye ile yetiştirilmediği müddetçe, toplumsal huzur bulamayız, kamu düzeni sağlayamayız, aile düzeni kuramayız, kadınlarımızı da, kızlarımızı da koruma altına alamayız.

Zira çok büyük başıboşluklarla karşı karşıya kalan bu toplum, ne yazık ki bir türlü siyaset dengesini çözemiyor.

Ahlaken çökmüş olan insanlara güveniyor ve hala da oyları veriyor.

Mevcut iktidar, özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan, ne kadar iyi niyetle toplumu, ülkeyi iyi bir yere getirmek istiyorsa da ne yazık ki muhalefet engel teşkil ediyor.

Bize göre Sayın Erdoğan’ın inancı paralelinde bu ülkeye yapmak istediği hizmet doğru yoldadır.

İstikametli bir yoldur, muhalefet de bu yolu tıkamamalıdır.

Erdoğan çağımızın dünya liderleri arasında seçkin bir insan, değerli bir devlet adamıdır.

Milletçe Erdoğan’a yardımcı olmamız lazım ki bu ülkeyi çağdaş muasır cihanşümul yeni bir Osmanlıya yeniden dönüştürsün.

En derin saygı ve sevgilerimle.