MÜSLÜMAN GÖRÜNÜMLÜ MÜNAFIKLAR! (V)
Eklenme: 5/19/2015 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.
Bilindiği üzere, çağımız bir medeniyet çağı olarak nitelendirilmektedir.
Teknoloji çağı olarak vasıflanıyor.
Tabii ki ilim, teknolojinin geliştirilmesi için, insanlar tarafından medeni dünyayı biçimlendirmek başlıca temel faktördür ve ana etkendir.
İlimsiz, teknolojisiz bir dünyanın varlığı söz konusu olamayacağı gibi, insanlığın yeryüzünde yaşama şansı de kesinlikle mümkün değil.
Bundan dolayıdır ki; yaşamakta olduğumuz asır “Medeniyet asrı” olarak nitelendiriliyor.
Nitekim Batı dünyası baş döndürücü bir şekilde teknolojini geliştirmektedir.
Bu nedenle; "medeni bir dünya" tanımı söz konusu.
Hem de çağdaş muasır medeniyet seviyesine ulaşmak için yarışan büyük devletler ve küçük devletçikler.
Küçük devletçikler derken, dev devletlerin birer uydusu durumunda olan devletçikler.
Bu devletçiklerin çoğu Asya’da ve Afrika’da mevcut…
Yani yüce cihanşümul bir Osmanlı İmparatorluğundan ayrılıp bölük-pörçük olan devletçikler elbette ki artık kendi fermanlarını kendi elleriyle asmışlar.
Osmanlının yıkılıp Hilafet-i İslamiye kaldırıldıktan sonra meydan Emperyalist dev ülkelere kaldı, İslam birliğini dağıtarak küçük birer devletçik oluşturdular.
Ve bunların başına da birer tane ajanlar diktiler.
O ajanlar ki çağımızın birer Firavun, Nemrut veya Ebu Cehiller karakterini taşıyan Neronlar, Mussolinler, Markslar, Leninler ve Mısır’ın da çağdaş Firavunları, başta General Abdulnasır, Hüsnü Mübarek ve bu kirli zincirin son halkası olan Sisi, müştereken ve müteselsilen birer silsile durumunda gelen ajan liderlerdir.
Elbette ki Fransa’nın, İngiltere’nin Osmanlıyı yok ettikten sonra Mısır’a girişleri Fransa’nın Degolleri, İngiltere’nin Churchill’leri rahat durmadılar.
İslamiyet’i imha etmek için, yüce İslam dininin birer temsilcisi durumundaki, ilmi derinlik kariyerine sahip çok büyük ulema kesimlerini yok ederken, tabi ucu bizim Türkiye’ye de geldi.
Türkiye’de de aynı Ruslaşan bir anlayışla, yani komünizme gönül atan bir ideolojiyle, adeta Lenin uygulamalarının birer örnekleri durumunda olan uygulamalar hayata geçirildi.
Ve sonuç itibariyle; Türkiye’yi bugünkü duruma sokmuştur.
50 seneden beri terör, dökülen gözyaşları ve akan kan.
Haydutlaşarak, canavarlaşan yoz gençlikle karşı karşıya bırakılan bir Türkiye.
Tüm İslam dünyası ne yazık ki bugün bu hal-i vaziyeti yaşamaktadır.
Devletin maarif sistemi meydanda…
Yetiştirdiği gençlik sadece kuru bir diplomadan ibaret olup, mutlak bir cehl-i mürekkeple donatılmış bir gençlik potansiyeli söz konusu.
Mezalim yağdıran sözde çağdaş muasır medeniyet dünyası…
* * *
Evet, sevgili okurlar.
Üç sene önce halkın iradesiyle yüzde 52 oy alarak iktidara gelen, yüce İslam dininin değerli kahramanı, büyük mücahit, asil insan Muhammed Mursi ve arkadaşları darbe zoruyla alaşağı edildi.
Bir megalomanyak, ismi Abdulfettah ise de içi boş bir devşirme uşağı Sisi…
İsrail ve Amerika’nın piyonu, o ihvan-ı Müslimin örgütünün altını üstüne getirdi.
Ve son üç gün içerisinde dünyayı ayağa kaldıran bu kirli idamın verdirdiği "idam" kararı.
İşte İslam dünyası ve içinde Müslüman görünümlü münafıkların nerede ise her alanda söz sahibi olma şekli, bugün İslamiyet’i bu hale getirmiştir.
İslam büyükleri gerçekten hayatları boyunca ümmete çok önemli mesajlar verdikleri halde…
Fakat ne yazık ki batı dünyasının hegemonyasına giren insanlık dünyası kendini sözde çağdaş medeniyet dünyası olarak tanımladıkları dünyanın kucağına oturtturmuş durumda.
Bir türlü kurtulma şansını bulamıyor.
Nereye gidiyor, ne yapıyor?
Hiç kimse sadra şifa verir bir imkân bulamıyor.
Haydutlaşarak adeta maymun ve domuzdan türeyen bir emperyalist, haçlı dünya ile Siyonist dünya, İslam ülkelerini sömürmek için, geleceğini temin etmek için "İslamiyeti" yok etme, gayreti içerisinde bulunuyorlar.
Peki, suç onlarda mı?
Hiç mi bizde suç yok?
Elbette ki suçumuz var.
Kabahatimiz çok büyüktür.
Çünkü ayet ve hadisle sabittir ki biz İslamiyet’i yaşayamadığımız müddetçe, İslam bize sahip çıkmaz, İslam bizi korumaz.
Bilakis tam tersine düşmanlarımızın tokadıyla bizi terbiye ettirir.
Hem de zalim düşmanın attığı tokatlarla.
Peki, niye böylesine bir vaziyete girdik?
Sormazlar mı?
İşte Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri, bundan tam 104 sene önce, yani 1911’de Şam’a giderken, Şam’ın Mescid’ül Emevi’sinde (Emevi Camisinde) bir hutbe irat etmiş, onu dinleyenler içerisinde binlerce yüksek ilim kariyerine sahip ulema kesimi olduğu halde.
Üstat Bediüzzaman diyor ki;
Benim son zamanlarda mevcut dünya halinden aldığım derslerden ibret aldım.
İslam dünyası niye o kadar geri kalmış ve oldukça da geri kalmaya devam ediyor.
Aramızda Kur’an gibi bir yüce kitap varken, ne yazık ki dünya keferelerinin elinde çırpındıkça batıyoruz.
Bunun sebeb-i mucibesi altı tane zararlı unsurların varlığıdır.
Zamandan aldığım ve öğrendiğim derse göre; bugün teknolojiye dayalı çağdaş bir dünyanın içinde yerimiz ne yazık ki bu asrın insanı olarak değil, ortaçağ cahiliye asrındaki vahşeti yaşayan o dönemin insanlarına benziyoruz.
Bizi ortaçağ cahiliye dönemine dönüştürüp, terakki ve yücelmeden geri bırakan altı tane hastalık vardır.
Bu altı hastalıktan birisi ümitsizliktir.
İkincisi: Dürüstlük ve sadakatin aramızdan ölmesidir.
Üçüncüsü: Düşmanlığa muhabbet beslemek, onu sevmek ve bağrımıza basmaktır.
Dördüncü ise cehalettir.
Cehaleti yok etmek için nurlu bir rabıta ile insanları birbirine bağlamak.
Beşincisi: mutlak istibdat, zulmün değişik yöntemleriyle toplumun arasına yayılmak ve onunla teselli bulmak.
Altıncısı: tüm himmetlerimizi, ciddiyetimizi, kişisel ranta bağlamaktır”
***
İşte Bediüzzaman Hazretleri 104 sene evvel, ümmetin geri kalışının sebebini bu altı ana unsura bağlarken, biz hala da ümmet olarak kendimize çekidüzen veremeyip, bunlarla günümüzü geçiştiriyoruz.
Batı emperyalizmi de bizi bunlarla oyalayıp, kandırıyor ve sırtımıza biniyor.
İşte o altı ana unsurlardan birisi de sıdkın, sadakatin ve istikametin toplum arasından göç edip gitmesi ile düşmanlığı davet etmiş ve o düşmanlığa da biz sımsıkı sarılmışız, besliyoruz aramızda.
Cehaletle, irtibatlaşarak kendimize teselli buluyoruz.
Böyle olmazsa, bugün yüzde 52 oy ile iktidara gelen Muhammed Mursi kardeşimiz, kaşla göz arasında yüz arkadaşıyla beraber idam cezasına çarptırılmazdı.
Ve ne yazık ki, sözde Müslüman’ım diyen piyon devletçiklerden ses seda çıkmazken, ancak Türkiye Cumhuriyeti devletinin başındaki Cumhurbaşkanı muhterem Recep Tayyip Erdoğan beyefendi tarafından halkı ümitlendirerek, Mursi’ye ve ihvanlara sahip çıkmaktadır.
Peki, muhalefet partileri ne diyorlar?
Onlar da ne yazık ki emperyalist ülkelerin birer uzantısı durumunda olan hain planları bir an evvel yürürlüğe sokmak için gerek Doğan medyası olsun, gerek diğer batı hayranı medya olsun.
Kına yakmaktan geri kalmamaktadırlar.
Evet, sevgili okurlar.
Gerçekten, aramızda sıdkın, sadakatin, dürüstlüğün, istikametin yok olup gitmesi, geri kalmışlığımızın ve çöküşümüzün temel nedenlerinden birisidir.
En derin saygı ve sevgilerimle.