MÜSLÜMANLAR TERÖRÜN ANA MAĞDURLARIDIR!
Eklenme: 11/18/2015 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

Hiç şüphesiz ki, İnsan yeryüzündeki mevcut varlıkların en üstün seviyesinde yaratılmış bir varlıktır..

Bundan da, hiç kimsenin şüphesi olmasın.

İlmi araştırma metotlarına da bakıldığında, insanın yeryüzünün yegâne halifesi olduğu görülecektir.

Ki tarih dahi bunu kanıtlamıştır.

Nitekim semavi kitaplarının en sonuncusu olarak bilinen Kur’an-ı Kerim, bunu bir çok ayette vurgulayarak beşeriyete açıklamaktadır.

Yüce Allah, “Bakara” suresinin 30. ayetinde melaikelere hitap ederken, “Ben yeryüzünü yönetip idare eden bir halife yaratacağım” der.

***

Ayetin yüce meali şöyledir;

Allah “Ben, yeryüzünde hükümlerimi icra edecek, etkili ve yetkili olmaya elverişli insan yaratacağım” buyurmuştu.

Melekler de “Ya Rabb! Seni övgüyle yüceltip, takdis eden bizler dururken, orada bozgunculuğa ve yozlaşmaya yol açacak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın?” dediler..

Allah da şöyle buyurdu; “Ben sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim”

Bu ayetten de anlaşıldığı gibi insanlığın yaradılışı dahi yeryüzünün yönetimi için var olagelmiş olması unutulmaz ve tarihten silinmez bir hakikattir.

İnsanlık âleminin, yeryüzünün yegâne halifesi, yöneticisi olduğunu kanıtlayan diğer bir ayet ise “Sad” suresinin 26. ayetidir.

Bu ayeti celilenin muhtevası Hz. Davud ile ilgilidir.

Yüce Rabbimiz, Hz. Davud’un hem bir devlet yöneticisi hem de insanlığa Peygamber olarak gönderilmiş seçkin bir insan olması hasebiyle, anılan ayette şöyle buyuruyor;

“Ona dedik ki; Ey Davud! Gerçekten biz seni yeryüzünde halife yaptık, öyle ise insanlar arasında adaletle hüküm et, boş arzu ve heveslere uyma!

Sonra onlar seni Allah yolundan saptırır, Allah yolundan sapanları ise hesap gününü unuttuklarından dolayı şiddetli bir azap beklemektedir”

* * *

Demek bize insanlık tarihini öğreten ve insanlığın yaradılış sebebini de bize vurgulayan bu ayetler, insanlığın başıboş bir varlık olmadığını göstermektedir.

Sonuç itibariyle; İnsanlığın yaradılışının yegâne sebebi mucibesi, kutsal bir varlık olmasıdır.

Yeryüzüne gelişinin başlıca amacı yüce Allah’ı tanımaktır, ona mutlak bir ubudiyet (kulluk) görevini gerçekleştirmektir.

O vazifeyi yerine getirdiği müddetçe, insan o zaman insan olur ki ona da “insaniyet-i kûbra” (en yüce insanlık seviyesi) adı verilir.

Aksi halde bu görevin gerçekleştirilmesi için gönderilmiş olan insanlık, kutsallık vasfından ve görevinden saparsa, o zaman da bozguncu bir unsur olur.

Ki kendini de bu bozgunculuktan kurtaramaz.

“Bakara” suresinin 30. ayetinde açıklandığı gibi…

İnsanlığın bozguncu bir unsur olduğunu, fesat yaratan bir varlık olduğunu, kan dökmeye doymayan bir fitne unsuru olduğunu, melaikeler böyle bir endişeyi dile getirmiş ve Allah’ın huzuruna sunmuşlardır.

Ama yüce Allah, melaikelere hitaben;

“Siz durun, ben biliyorum, siz bilmiyorsunuz? insan; eşyanın isimlerini öğrenebilecek bir kabiliyete haiz olma hasebiyle yüce bir varlıktır ve Ahsen-i takvim olan en düzgün bir seviyede yaratılmış bir değerdir."

Yüce Allah “Tin” suresinin 4. ayetinde şöyle buyurmuşlardır.

“Biz, insanları Ahsen-i takvim olan en düzgün bir seviyede yarattık”

Ki bu ayetten hemen sonra gelen ayette ise Allahû Teâlâ şöyle buyuruyor;

“Her ne kadar Ahsen-i takvim olan en düzgün seviyede yaratılmış bir varlık ise de sonucunda cehennemin esfelis-safilin denilen en alçak ve derin çukuruna yuvarlamış durumdayız”

***

İşte ilk olarak akla gelen soru şu;

“Ya Rabbim! Sen nasıl Ahsen-i takvimde ve yeryüzünün halifesi olarak yarattığın yüce bir değeri cehennemin en alçak çukuruna gönderiyorsun?”

Ama buna cevap olarak da yine aynı surenin 6. ayeti veriyor.

“Gerçek manada iman edip ve Salih amel işleyenler hariçtir.

Onlar ise insanlık şeref ve haysiyetine yakışır bir biçimde hak etmiş olduğu cennetin en yüce tabakalarına yerleşecektir”

Yüce Kur’anın değişik ayetlerinde insanlığın yüce değerini anlatan ayetler bu şartlara bağlıdırlar.

İnsan!…

Fiziksel olsun, akıl ve düşünce seviyesine yükseliş ciheti olsun, tüm varlıklardan üstündür.

Zira Allah’a kulluk yapmak için, Allah’ı tanımak için, Allah’a yaklaşmayı kazanmak için yaratılmış bir yüce değer olma hasebiyledir "kutsal" vasfa sahip olması…

Bu sıfatları taşıdığı müddetçe, başta canlı yaratılmışlar olmak üzere tüm yaratılmışları insanlığın hizmetine vermiştir yüce Allah.

Ama baştan buraya kadar ifade etmeye çalıştığımız, insanlığın Allah nezdinde yüce bir değer olarak gösterilmiş olması ve hemen sonra da esfeli-safilin denilen cehennemin en derin çukuruna gönderilişinin sebebi de yeryüzünde tarih boyu kan dökecek, fesat ve bozgunculuk yaratacak, bu insanlık dışı faktörlerle kalkıp oturan bir varlık olacak olması, cehennemin en derin çukurunu hak etmesidir.

Katil olduğu zaman canavardır, insan değildir, insanlık vasfını yitirmiştir.

Gerçeği saptırıp, insanları fesat ve fitne yollarına yönlendirmeye çalışan El-Hannas bir şeytan durumuna girer.

Allah’ın ubudiyetini inkâr eden ve diğer hemcinslerine de bunu enjekte etmeye çalışan insan suretindeki şeytanlar kategorisine girdiği için, cehennemin derin çukuruna müstahak oluyor. Ki Allahû Teâlâ onun için Ahsen-i Takvim vasfını bu tür insanlara değil, melekleşmiş, insanlığa zarar vermeyen insanlar için kullanmıştır..

İnsanlık pusulasını şaşırdığı zaman, Allah’ın kıblesini tanımadığı zaman, Kur’anın buyruklarını inkâr ettiği zaman, İslam gerçeğini kabullenmediği zaman, kesinlikle insanlık sıfatından çıkmıştır.

Velev ki boyu, büstü, kaşı, gözü, tüm fiziksel ve karakteristik görünümü güzel olsa dahi hiçbir zaman kendini cehennemin en derin ve alçalış çukurundan kurtaramaz.

* **

Bakınız, sevgili okurlar.

Bugün yeryüzü, insan kanıyla boyanmaktadır.

Günümüzde çağdaş, muasır medeniyet seviyesine tırmanan bir insanlık faktörü, her ne kadar kendini bu vasıflarla tanımlamak istiyorsa da hiç de öyle değildir.

Eğer gerçekten çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmış olunsaydı, insanlığa huzursuzluk ve zarar verilemezdi.

Acımasızca kan dökmezdi.

Haince; mağdur, masum, biçare İslam dünyasını istila etmezdi.

Müslümanların karşısında güç birliği ederek, İslam dünyasını küfrün, inançsızlığın, haçlı ve Siyonist emperyalizmin şiddeti altında inim inim inletmezdi.

Ama ne yazık ki gerçekleri görmeyen bu dünya, kendine bedavadan ucuz fiyatla insanlık vasfını bağdaştırmaya çalışıyor ise de; hakikat orta yerde.

Görünen odur ki tam tersine beş seneden beri Suriye’de 350 bin insanın kanı döküldü, beşikteki bebeden tutun da 90 yaşındaki yaşlı dede ve ninelere kadar, “insanlık” adı altında “insanlık” adını istismar ederek, hunharca bu insanların kanı dökülmüştür.

Ne yazık ki medeni dünya bunların hiçbirini görmüyor, müdahale de etmiyor.

Filistin; yıllardan beri Siyonist İsrail’in askeri çizmeleri altında inim inim inliyor.

Havadan acımasızca füzeler atılıyor.

Evler ve aileler virane ediliyor.

Bakınız, iki gün önce toplanan G-20 Liderler Zirvesi..

Bu olup bitenlerin zerre-i miskalini dahi hiç görmedi ve görmezlikten geldi.

Mısır’daki hain, darbeci Sisi’nin 4 bin İhvan-ı Müslimini acımasızca katletmesini….

Demokratik yöntemle yüzde 52 oy alıp seçilen bir cumhurbaşkanını alaşağı edip idama mahkûm edilmesini de bu dünya görmedi.

Hiçbir G-20 ülkesi bunu konu bile etmediği gibi, etmemekte de direniyor.

Peki, ne oluyor da katil Esed’in gammazlığıyla, girişimiyle Fransa’nın başkenti Paris’te DAEŞ isimli yeni bir terör örgütünü kullanarak 129 insanın bu katlini görüyor ve kanları tazeyken deyim yerindeyse timsah gözyaşları döküyor ve sözde terörle mücadele ittifakına girmeliyiz diyorlar?

Bu çifte standartlıklarına rağmen barışçıl bir dünya ülkeleri olarak kendinlerini tanıtıyorlar.

Lakin, vicdanlar buna hiç razı değil..

Gerçek manada Ahsen-i takvim olarak yaratılmış insanlık cibiliyeti bunları ve yaptıklarını kabullenemiyor.

* * *

Hele hele dün TBMM’nde 1 Kasım seçimleri münasebetiyle 26. Dönem Milletvekillerinin yemin merasimi yapılırken, Diyarbakır asıllı olup hukuk duayeni olarak bilinen (!?) bir zat-ı muhterem (!?) İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu çıkıyor, Paris’te yapılan katliama yönelik TBMM üyelerini saygı duruşuna davet ediyor.

Maşallah!

Nazar değmesin!

Evlere şenlik!

Demek ki onun da diğer insanlar gibi vicdanı sızlamış ki yaralanmış ki bu teklifi TBMM’ne sunuyor ve geçici Meclis Başkanı Sayın Deniz Baykal bunu reddediyor.

Yoksa akşamdan devirdiği şarap şişelerinin etkisinde mi kalmıştı acaba?

Baykal, zımnen “Rahat dur ey Sezgin, şimdi acele etme bu TBMM’nin saygı duruşu sonraki iştir” dercesine azarlıyor.

Sezgin Tanrıkulu bir hukukçudur.

Sormak gerekir, yıllardan beri Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da şehit düşen asker için, polisler için, sivil insanlar için Meclis'te saygı duruşu yapılması teklifinde bulunmuş mudur?

Ne mümkün?

"Müslümanlar, terörle mücadelede ön planda bulunuyor ve onlar terörün en ana mağdurudur" diyen Nato Genel Sekreteri Jens Stoltenberg kadar da düşünmüyor hukukçu Sezgin Tanrıkulu...(!)

En derin saygı ve sevgilerimle.