NİFAK, ŞİKAK EŞİTTİR İNŞİKAK! (II)
Eklenme: 1/26/2017 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü sohbetimizde de ifade etmeye çalıştığım gibi…

Memleket meselelerini enine boyuna, tarih ve zamanına dayanarak kaleme aldığımız önemli konuları, Allah fırsat verdiği müddetçe tüm olayları tazeliğiyle size yansıtma görevine devam edeceğiz.

Zira her zaman bu köşede anlatmaya çalıştığım üzere günümüzdeki Türkiye’mizin en azından yüzyıl kadar öncesine dayalı geçmişimizdeki olup bitenleri öğrenmemiz lazım.

Takip etmemiz gerekir…

Öylesine inanıyoruz ki; ülkemiz, milletimiz, devletimiz, önümüzdeki merhalelerde net olarak her şeyi görmezse, yolumuza devam edemeyiz, önümüzü tıkamak için yolumuza engel koyma hareketinde olanlar, kaçınılmaz olur..

Tarih buna şahittir.

Yıllar öncesinde yani 19. yüzyılın başlarından günümüze dek dost gördüğümüz Siyonist ve emperyalist mihraklar, tam tersine hep düşman olarak bizimle uğraşmışlardır.

Hiçbir zaman dost olamamışlardır.

En büyük tehlike de içimizdeki hain, kölelik ruhunu taşıyan, taşeron Selanik dönmeler başta olmak üzere yine içimizdeki Ermeni dönmeleri olmuştur…

Ki onlar, her zaman için teyakkuzda olduklarını da bilmeliyiz ve öğrenmeliyiz.

Bunların yanı sıra devletin bünyesine sızdırılmış iradesiz, akli melekesine sahip olamayan, ikiyüzlü münafıklar ve bu münafıkların bünyesinden türeyen eşkıya ruhlu terör örgütleri.

Hiç unutmayalım ki en az dış düşmanlar kadar, bunlar da iç düşmanlardır.

Başta FETÖ denilen hain bir hareket olmak üzere…

Şerefle, izzetle, gururla intisap etmiş olduğumuz yüce İslam dinini hiçe sayarak, bu milletin gençliğini entrikalı tezgâh ve oyunlarla, o yüce İslam dininden koparıp, ulusalcılık, Atatürkçülük, CHP’nin Kemalist altı oklu anlayışıyla yola çıkan çok kirli, kirli oldukları kadar da tehlikeli ve gizli şımarık komiteler vardır.

Unutmayalım ki bunların başını çeken de kirli politik şımarıklığına giren, CHP gibi iktidar yüzünü göremeyen anlayışlardır.

Bizim burada kimseye çamur atma veya keyfi olarak karalama gibi kötü bir niyetimiz yok.

Ancak bu da bir gerçektir ki geçmiş tarihimizin derinliklerine bakıldığında bugünkü bu söylediklerimiz, o olup bitenlere karşı deveden kulak bile değildir.

“Islahatçılık” dediler, tam tersine ülkeyi fesat ve bozgunculuğa götürdüler.

“Batılılaşma” dediler, batının yanlış kültürüyle ülkeyi batırmanın kıyısına ittiler.

“Milli birlik ve beraberlik” dediler, tam tersine nerdeyse ülke politikasını İngiliz ve Fransızlarla işbirliği yapan İttihatçı ırkçı Jon Türklerin uzantısı durumuna getirdiler.

Tüm bunlara rağmen, uyanan bir milletin önünü değişik, entrikalı hilelerle, milli inanca karşı çok büyük yasaklar getirdiler.

Milletin üzerinde etkisi ve yetkisi olan ulema kesimini tümüyle ortadan kaldırdılar.

Başta idam olmak üzere, sürgün ve işkence çeşitleriyle çile çektirerek, hileli ve baskıcı mezalimler uyguladılar.

Ülkeyi ırkçılık hegemonyası altına sokmak isteyen Jon Türkçü İttihatçılar, Âdem-i merkeziyet adı altında Arap dünyasını Osmanlıdan uzaklaştırmaya çalıştılar.

Ve hedeflerine de ulaştılar.

Türkiye’yi en alçak “Batılılaşma” hareketiyle İslami değerlerden uzaklaştırdılar.

İslam şeriatı üzerine kurulan ve bütün gücünü Kur’andan alan, o büyük devleti “Batılılaşma” edepsizliğiyle küçülttükçe küçülttüler.

Ta ki Abdülhamit Han’ı tahttan indirinceye kadar…

Tahttan indirildikten sonra bu kez Hilafet-i İslamiye’yi dağıttılar.

Bugünkü Cumhurbaşkanının gittiği Afrika coğrafyasına kadar uzanan İslam medeniyeti vardı…

Devletçiklere böldürme başarısını elde ettiler.

İşgalci İngilizler, İstanbul’a ayak bastıktan sonra kala kala padişahın yalnızca ismi kalmış durumda oldu ki Sultan Reşad veya Vahdettin’i “kukla” durumuna soktular.

Tek kelimeyle tarihi dünya devleti olan Osmanlıyı bir oyun topu gibi İngilizlerin eline teslim ettiler.

Ve bundan sonra kurulan “Cumhuriyet de” cumhurun tersine olup İngilizlerin harfiyen bir projesi haline getirilip, milletin üzerine bir demoklesin kılıcı gibi salladılar.

Ondan sonra din namına bir şeyin varlığı kalmamakla beraber, din ulemalarını da ortadan kaldırma edepsizliği içine girildiler.

Ulemasız kalan bir milleti, anasız babasız kalmış yetim bir çocuk durumuna soktular.

Yapay, makyajlı yasalarla böyle bir anlayışa “Kurtarıcılık ve kahramanlık” sun’i olarak verildi.

Ve ne yazık ki yıllardan beri AK Parti’nin ciddi çalışmalarına rağmen, hala da devlet ve millet bir türlü o bunalımdan kurtulamadı.

Ama kurtuluş emareleri de yavaş yavaş görünmektedir.

Tünelin sonuna doğru giden bir Türkiye, ışıkları artık görmeye başladı.

Zira önümüzdeki Referandum, bize göre Türkiye’nin son şansıdır…

Bu şansı kullanan bir Türkiye büyük bir zaferle, büyük bir başarıyla ortaya çıkacaktır.

Bu ülke insanının dayanak noktası; 1438 yıl önce Ortaçağ küfür bataklığını kurutan o yüce lider ve tüm insanlığın önderi olan Hz. Muhammed (S.A.V)’in intisabıdır…

Ve bu intisabı, bütün canlılığıyla milletimizin içinde devam etmiş ve etmektedir.

Bundan sonra da tüm hızıyla devam edecektir.

Zira Sa’di Şirazi’nin dediği gibi;

“Çı ğem divarê ümmet-ra

Ki başet çûn tu piştiban

Çı bak ez mevcê behran-ra

Çı başet nuhi keştiban”

“Bir ümmet ki dayandığı duvarın dayanak noktası Hz. Muhammed (S.A.V) ise o duvar yıkılmadığı gibi…

Bir gemi ki Hz. Nuh o geminin kaptanı ise o gemi okyanusların dalgaları tehlikesinden endişe etmez”

* * *

Onun için burada her zaman söylediğimiz gibi…

İttihatçıların başlangıcından tut, cumhuriyetin kuruluşuna kadar ve özellikle İsmet Paşa’nın devletin Cumhurbaşkanlığı gibi şerefli bir makamı işgal ettiği döneme kadar, yani 1950’lere kadar…

Bu ülke çok büyük badireler geçirmekle beraber, o günlerden devam ede gelen terör Bolşevizm’i anlayışından kendini kurtaramayan ülke insanı ne yazık ki hep lanetli darbelerle tanıştı.

Bundandır ki Bediüzzaman Hazretleri Afyon Hapsinde iken dönemin Başbakanına, Adalet Bakanına ve Dahiliye Bakanına yazmış olduğu mektubunda şöyle bir çağrıda bulunmuştur;

“Bir tek gayem vardır:

O da, mezara yaklaştığım bu zamanda, İslâm memleketi olan bu vatanda Bolşevik baykuşlarının seslerini işitiyoruz.

Bu ses, âlem-i İslâmın iman esaslarını zedeliyor.

Halkı, bilhassa gençleri imansız yaparak kendisine bağlıyor.

Ben bütün mevcudiyetimle bunlarla mücadele ederek gençleri ve Müslümanları imana davet ediyorum.

Bu imansız kitleye karşı mücadele ediyorum.

Bu mücahedemle inşaallah Allah huzuruna girmek istiyorum.

Bütün faaliyetim budur.

Beni bu gayemden alıkoyanlar da, korkarım ki Bolşevikler olsun.

Bu iman düşmanlarına karşı mücahede açan dindar kuvvetlerle el ele vermek, benim için mukaddes bir gayedir.

Beni serbest bırakınız, el birliğiyle, komünistlikle zehirlenen gençlerin ıslahına ve memleketin imanına, Allah'ın birliğine hizmet edeyim.

Mevkuf - Said Nursî”

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Günümüzün o büyük İslam allâmesi, dönemin devlet büyüklerine nasıl güzel bir çağrı yapmış, ülkenin geleceğini nasıl iman dürbünüyle tespit etmiş?

Ve milletin başına gelebilecek Bolşevik ve dinsizlik tehlikesini nasıl kaleme almıştır?

İşte emperyalist siyon ve haçlılara taşeronluk yapan komite çetelerinin, memleketi nasıl yanlış yönlere yönlendirdiğini böyle İslam âlimlerinin tarihi tespitlerine dayanarak yola çıkan bir devlet, bir millet, ümit ediyoruz ki artık yolunu şaşırmaz.

Öyle ümit ediyoruz ki bu devlet Erdoğan sayesinde artık rayına oturmuştur.

Özellikle iki ay sonraki “Referandum” ile her şey, tarihte saklanmış olan tüm kirli oyunlar, milletin oylarıyla gün yüzüne çıkacaktır.

Her zaman bu köşede siz değerli okurlarımızla paylaşmak istediğimiz gerçekleri zaman zaman “kıssadan hisse” olarak hatırlatma babında tekrar kaleme almak istiyoruz.

Evet, gerçekten Türkiye başta olmak üzere tüm İslam dünyasının yegâne ümidi olan Recep Tayyip Erdoğandır…

Ümmetin dualarına mazhar olan bir liderdir.

Gavs-ı Geylani’nin dualarının himayesi altındadır.

Onun için Gavs-ı Geylani her asırdaki çıkan İslam liderlerine yaptığı bu dua, bugünkü Türkiye’ye lider olan Erdoğan da öyle ümit ediyoruz ki aynı duaya layık görülmüş bir liderdir.

İşte Gavs-ı Geylani diyor ki;

“Fe inneke mahrusûn bi aynil inayeti”

“Sen Allah’ın inayet gözüyle koruma altındasın”

En derin saygı ve sevgilerimle.