OSMANLIYI OSMANLI YAPAN FAKTÖR NEDİR?(II)
Eklenme: 4/6/2016 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar…

Bilindiği gibi günümüzdeki çağdaş, muasır medeniyet zirvesine tırmanmak isteyen sözde medeni dünya ne yazık ki yeryüzü coğrafyasını kandan, katilden, cinayetlerden, sömürücülükten, insan hak ve temel özgürlüğünü hiçe sayarak küresel dünyadaki insanların şeref ve haysiyeti ile oynamaktadırlar.

Yüce Allah'ın halife-i rü-izemin olarak yaratmak istediği yani yeryüzünün halifesi olarak yaratmış olduğu insanları Allah'a kul olmaktan çıkarıp kendine kul olmak sevdasında yürüyen bir medeni dünya(!?)…

Bir medeni dünya görüyoruz ki küresel hemcinslerine yarar yerine zarar vermektedir.

Bu da tarih boyunca yani insanlık tarihi boyunca insanların kendine sığdıramadığı insanlık dışı bir vahşettir, canavarlaşmadır, zorbalıktır ve edepsizliktir. Güçlünün, güçsüzün üzerine hükümdarlığının kurulmasıdır.

Yani fıtrat kanununa aykırı bir olumsuzluktur. Bu ise insanlık yaradılış kanunlarına terstir, aykırıdır ve hayvanlaşmadır.

Sevgli okurlar…

Bakınız dün aynı bu köşemizdeki yazımızın son bölümlerine doğru tarihi Osmanlı imparatorluğunu Dünya'ya tanıtan ve konstantiniyye denilen İstanbul'un Fatihi olan Sultan Muhammed Fatih'in ölüm döşeğinde iken oğluna yapmış olduğu 13 maddeden ibaret bir vasiyet namesini sizinle paylaşmak istemiştim.

Evet, o vasiyetnamesinin tümünü dünkü köşemize sığdıramadığımız için geri kalanı bugüne bırakmak sözünü vermiştik. Yine aynı o tarzda aynı minval üzere o tarihi büyük anlamlarla dopdolu vasiyetnamesinin geri kalanını bugün sizinle paylaşmak istiyoruz. Malumunuz üzere o ulu Sultan Muhammed Fatih'in oğluna ilk yapmış olduğu vasiyetnamesinin 3 kelimesini burada tekrar hatırlatmak babında sizinle paylaşarak devam edeceğiz.

Oğluna şöyle diyordu:

Ey oğul, adil ol, salih ol.

İnsanlara karşı rahmet ve şefkat kanadını ger…

İslam'a inanmayan kimseye de devlet işini ellerine verme, devlet işlerine yaklaştırma…"

İstanbul'un Fatih'i o büyük Sultan işte böylesi bir karaktere sahipti.

Sürmekte olduğu devlet siyasetini adeta Hz. Ebubekir Sıddık hilafetindeki başarının sırrını kopyalarcasına uyguluyordu.

Bilindiği gibi Hz. Ebubekir Sıddık, Efendimiz (S.A.V)'den sonraki 12 senelik hilafet dönemini hep ülkeleri fetihten fethe koşturuyordu.

Ama büyük bir İslam dehası ile bunu yapıyordu.

Ve nereye yönünü çevirmiş ise illaki o ülkeyi fethetmeden geri dönmeyen ilk İslam halifesidir.

Gerçekten Muhammed Fatih’te aynı minval üzerine devlet siyasetini gerçekleştiriyordu.

Böylece İslamı temsil ediyordu. İslam akidesini, inancını taşıyordu.

Savaşlarda Ebubekir Sıddık'ın savaş siyasetini yürütüyordu.

Doğu Roma imparatorluğunu yani Bizans imparatorluğu üzerine yürürken o büyük Fatih şöyle diyordu.

Sakın fethettiğin insanlara karşı ve içteki ordunun donatımına karşı hain olmayın, hainlik yapmayın, zorbalık yapmayın, teslim aldığınız insanları yani esir olarak aldığınız insanları mağdur etmeyin.

Misillime hiç yapmayın.

Küçük çocukları öldürmeyin, yaşlı insanları da öldürmeyin, kadınlara hiç dokunmayın.

Bağ bahçeleri yağmalamayın, yakmayın, tarım ürünlerini yakmayın, esir aldığınız insanların bahçelerinde meyvelerini talan etmeyin, sahiplerinin izni olmadan hiç koparmayın, hayvanlarını kesmeyin.

Ne koyun, ne keçi, ne deve, ne de ineklerini kesmeyin.

İllaki ganimet olarak aldığınız hayvanları da yeme ihtiyacından başka telef etmeyin.

Siz fethettiğiniz ülkelerin içinde yürüyüp giderken mutlaka o ülkenin Hıristiyanlığa ait mabetlerine rastlayabilirsiniz.

Onlara karışmayın. Onları bırakın kendi mabetlerinde ibadetlerine devam etsinler.

Kendinizi savunurken Allah adını anmayı da unutmayın.

Muhammed Fatih Bizans imparatorluğunun hangi ülkesine ve şehrine girerken Fetihten sonra yaptığı ilk iş Batı dünyasının Hıristiyanlarına adalet dersini veriyordu, rahmet ve şefkat talimatını veriyordu.

O kadar adil davranıyordu ki kendini o uygulamaları ile beraber Osmanlının bir Osmanlı hükümdarı olmaktan daha fazlası ile kendini bayraklaştırmıştı.

Fethettiği ülkelerin içine ilk olarak şefkat ve merhamet kanadını geriyordu, adaleti o ülkelerde yaşayanlara öğretiyordu.

Hatta Polonya, Romanya, Balkan gibi ülkelere giderken oradaki insanlar artık İslama gönül vermiş insanlar kendi kendilerine şöyle diyorlardı.

Türkler içimizden gitmesinler.

Eğer Osmanlılar yani Türkler bu memleketten geri dönerlerse bu ülke insanları öyle bir dayanışma içindeyken o dayanışmayı unuturlar yeniden birbirine düşerler, ülkenin altını üstüne getirirler.

Temennimiz odur ki bizim Hıristiyanlık dinimize karışmadıkları için sosyal dengelerimizi de koruyan Osmanlı'nın geri gitmesini istemiyoruz diyorlardı.

Ancak bize medeniyeti göstermiş ve öğretmişlerdir.

Yabancı bir yazar diyor ki;

Ben 1917 yılında Viyana'ya ve Polonya'ya gitmiştim.

Oradaki misyonerlerle konuşuyordum.

Avusturya'daki o insanlar yani misyonerler birbirleriyle şöyle konuşuyorlardı:

Bugün yeryüzünde, Avrupa'da adalet ve rahmet ve şefkatin varlığı söz konusu ise kesinlikle Osmanlı'dan bize mirastır diyorlar. Onu birbirine derlerken Batı dünyasından en yetkili bilim adamı bunu itiraf ediyor.

***

Evet, sevgili okurlar…

Madem böyle ise hani demişler ya tarih tekerrürden ibarettir.

Bugün artık o ecdadımızın tarihi içimizde tekerrür etmemektedir.

Böylece içine düşmüş olduğumuz baskıcı rejimlerin hegemonyasından kurtulmamamızın başlıca nedenlerindendir.

İslam dünyasının inim inim inlemesi bunun bir kanıtlayıcısıdır.

Sultan Muhammed Fatih oğluna şöyle diyordu:

Kendi raiyetinin, milletinin, tevasının korunması için herşeyden evvel İslam hukukunun varlığına bağlı kal.

İnsan Temel Hak ve Özgürlüğü'nün varlığı söz konusu ise ancak Devlet'in İslam gerçekleri ile milletine İslam hukukunun uygulanması ile gerçekleşebilir.

Evet, Muhammed Fatih'in savaştan savaşa giderken hedefi İ slama doğru insanları davet etmesiydi, İslam çağrısıydı ve İslam dünyasının coğrafyasının genişletilmesiydi.

Yani daha doğrusu özetlemek gerekirse Ezan-ı Muhammedi’nin nidalarını yeryüzüne yansımasıdır.

***

Sevgili okurlar.

Hani demişler ya "görünen köy kılavuz istemez!".

Eğer bugün başta Türkiye olmak üzere diğer İslam ülkelerinin zorba, baskıcı, sömürgen devletlerin zulmüne karşı yenik düşmüş durumda ise unutulmamalıdır ki artık samimi ve ciddi bir ümmet olmaktan çıkmış olmasıdır.

Zira yüce Allah Kur'an'da şöyle buyuruyor:

"Bir toplum kendini değiştirmediği müddetçe Allah onu değiştirmez.

Ecdat, tarihi üzerine bırakır.

Eğer bugün İslam dünyası kendini o büyük ecdatların yolundan çıkmış durumda ise yani İslam’a sırt dönmüş ise Allah'ta İslamiyet’i onlara küstürmüştür.

Bu itibar ile İslam’ın küsmüş olduğu bir toplum tez ve tez kendini toparlayamaz.

En derin sevgi ve saygılarımla.