OSMANLIYI SÜKÛTA DÜŞÜREN FAKTÖR NEDİR? (IV)
Eklenme: 4/12/2016 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

‘’OSMANLIYI SÜKÛTA DÜŞÜREN FAKTÖR NEDİR?’’ başlıklı seri yazımızın dördüncü günündeyiz.

Zaman zaman bu köşede siz değerli okurlarımızla yapmış olduğumuz sohbetlerde dile getirdiğimiz önemli konular da temel görev ve gayemiz; olup-biteni tüm çıplaklığıyla sizinle paylaşabilmektir.

Zira ülkesini bir bütün olarak algılayan bir toplum, o ülke bütünlüğünü ve milletin birlikteliğini koruyabilmesi için, milli iradeye dayalı ana faktörleri korumak zorundadır.

Yani millet, milli iradesini tevdii etmiş olduğu iktidarlara her hususta sahip çıkması gerekir…

Yardımcı olmaları gerekir ki; o bütünlüğün ve birlikteliğin temeline fesat, bozgunculuk, nifak, riyakârlık ve hud-aa gibi, yani kandırmacalar, zararlı unsurlar iktidarın bünyesine sızdırılmasın.

Her ne kadar iktidarlar birer siyasal unsurlar olarak iktidara geliyorlarsa da ancak temel dayanak noktaları millettir.

Milletin iradesidir.

Ve bu irade paralelinde bütünlüktür, beraberliktir ve kardeşliktir.

Başbakan Sayın Davutoğlu’nun dediği gibi "Tevhit inancıdır ve vahdettir."

Yani birlikteliktir.

Tevhit inancına dayalı bir milli irade elbette ki; vahdeti yani milli birlikteliği de beraberinde taşıyor olması gerekir.

Tüm bunlara rağmen, Osmanlının son dönemlerinde devletin bünyesine sızdırılan yabancı ideolojilerden, kirli senaryolardan, milletin ruhi derinliklerine ve inancına zarar veren unsurlar, bir İmparatorluğu yok etti.

İşte Osmanlıyı sükûta düşüren yani düşüşe uğratan ana faktör de bu fesat ve bozgunculuk unsurları olmuştur.

Tarih ortada kimse inkâr edemez.

Merhum Sultan Abdülhamit bunlarla çok büyük mücadele verdi ve neticede gizliden İngiliz ve Yahudi ittifakı ile içteki satılmış piyon münafıkların işbirlikçileriyle birleşerek o Devlet-i Aliye Osmaniye’yi böylece yıkabildiler.

O ulu hakan Abdülhamit Han'ın ne kadar iyi niyetli olduğu da, uzun süre yani 33 yıllık bir sürede devleti yönetmiş olmasıdır.

Bu da, Sultan'ın sağlam bir inanca sahip olduğunun kanıtlayıcı delilidir.

Eğer, gerçekten bundan 150 yıl önce ki Osmanlının yıkılış başlangıcının başlangıcına sebep olan zararlı unsurlar, AK Parti’nin bünyesine de yerleşerek gününü gün ederse…

Ve AK Parti de fesat unsurların varlığını görmezlikten gelirse ya da iktidar büyükleri olup bitene seyirci kalırsa, gerçekten Türkiye’nin geleceği de vahimdir.

Bakınız sevgili dostlar.

Yıllardan beri Türkiye ülke olarak, millettiyle, devlettiyle, askeri ve polisiyle tüm aktifliği ile PKK gibi fesat bir terör örgütüyle mücadele veripte, bir türlü onları yok etme başarısını elde edememişlerse o zaman kendimize dönüp acaba yanlışlıklarımız nerede diye sormak gerekmez mi?

Yaşananları irdelememiz gerekmez mi?

Nerdeyse bu hain örgüte devlet, dolaylı yollardan olsa dahi adeta bütçe hazırlıyor.

Ve onların arka planında ki siyasi yapılanmayı da besliyor.

Gerek siyasi yapılanma olan HDP olsun, gerekse PKK olsun eğer bugüne kadar bu devlet, bu iktidar bu hain planlamanın arkasındaki Ermeni faktörünü fark etmemişse…

PKK’nın Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki Kürt halkıyla uzaktan yakından alakasının olmadığını halen de istihbarat bilgilerine dayalı olarak veriler elde edememişse…

PKK terör örgütünün ASALA Ermeni terörünün uzantısı olduğuna dair kesin bir karara varmamışsa..

O zaman devleti yöneten sorumlular daha ne zamana kadar, "bu hakikatları" görmezlikten geleceklerdir?

Artık, boş macera peşinde olduklarının da farkında olmaları gerekmez mi?

Yoksa batı dünyasının veya ABD’nin talimatları doğrultusunda, güdümlü bir siyaset yapılıyorsa ona da bir diyeceğimiz yok.

Zira peşinen diyelim ki iş bitmiştir, söylenecek bir lafta yoktur.

İşte Osmanlıyı içten vuran ve sükûta düşüren unsurlar o gün neyse kesinlikle bugün de başımıza gelenlerin o unsurların bir uzantısı olduğu tartışılmazdır.

Bizim kurtuluş çaremiz inançlı bir millet olma hasebiyle yüce kitabımız Kuran-ı Azimşan ve yüce İslam dininin ana prensipleridir…

Bu inanca bağlı olduğumuzu unutmayalım.

Şu halde ter-u taze, yüksek bir inanca, bir dine intisap etmiş olduğumuz halde iktidarların bünyesine sızdırılmış, hem de iktidarların imkanlarından faydalanmak üzere!…

Bu nedenle, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da kol gezen rantiyeci şebekelere artık dur denilmesi gerekmiyor mu?

Yoksa demokratik, laik, hukukun üstünlüğü, insan temel hak ve özgürlüğü gibi kavramlar sadece telaffuzda kalarak mana değerini arka plana atmakla, sorunlar çözülmez..

Bilakis, hiç unutmayalım ki, Ak Parti de, bir eski ANAP gibi, bir Doğru Yol gibi tarih sayfalarının karanlığına gömülme tehlikesiyle karşı karşıya kalabimekten kendini kurtaramaz..

Bakınız sevgili okurlar.

Dün Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdulaziz Al Suud, Ankara’ya geldiler.

Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan onu havalimanında karşıladı.

Büyük bir coşku ve sevgiyle Suudi Kralını karşılayan halk bile vardı.

İnanın Suudi Kralına yapılan bu coşku, diğer yabancı devletlerin hiçbir devlet adamına yapılmamıştır.

Yakın tarihimiz buna şahittir.

Demek ki buradaki heyecan, coşku, o kutsal topraklardaki bir devlet adamının Ankara’ya gelmesinin bir kardeşlik ve iman sevgisidir.

Zira Türkiye 78 milyon bir nüfus potansiyeline sahip…

Ve insanlarının yüzde 99,9'ü Müslüman’dır… İslam’ı tüm ana gerçeği ile kucaklamaktadır.

Bize göre Suudi Arabistan Kralının bir gün önce Mısır’a gitmesi ve darbeci Sisi ile sarmaş-dolaş öpüşmesi…

Türkiye’ye de hemen bir gün sonra gelmesi yüce İslam dininin gereği olarak "İslam ülkeleri arasındaki kavganın" son verilmesi demektir.

Batı emperyalizmin güdümünde çalışan darbecilerin, zalimce hareketlerine son verme uyarısı demektir ki, inşallah Türkiye ile Mısır arasındaki "İslam Kardeşliğiyle" bir barış hareketi oluşur.

Ve darbeci Abdülfettah Sisi, ihvan üyelerine karşı özellikle Mursi ve diğer arkadaşlarına karşı, acımasız bir idam etme havasından vazgeçeceğine ve o ihvan üyelerinin tümümün serbest bırakılacağı ümidindeyiz.

Kral Selman’ın böyle büyük bir barışa yönelik adım atması, tüm emperyalist ülkelere karşı tarihsel bir hamledir ve mutluluk veren bir harekettir.

Allah-u Teala, hem ondan, hem de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan razı olsun…

Sisi’ye de İslam şuurunu vererek, onu o zalimane darbeciliğinden vazgeçirsin..

Yoksa İslam Dünyasının hali pür melalli çok düşündürücü olacaktır.

İnanın, sevgili okurlar.

Bugünkü İslam dünyasının özellikle Türkiye olsun, Mısır olsun, Suriye olsun ve diğer Ortadoğu ülkeleri olsun, içinde bulunduğu İslam dışı yaşam tarzları, insana ‘’MAİDE’’ suresinin 78. ve 79. ayetlerinin mealini hatırlatmaması mümkün değil.

Bakın, bu her iki Ayet-i Celile’nin yüce mealleri İsrail oğullarının kendi aralarında yapmış olduğu insanlık dışı uygulamalar…

Allaha karşı isyan..

Çok kötü günahların işlenmesinden, kendilerini kurtaramadıklarından dolayı, lanetlenmiş bir millet olarak bu her iki ayet bize onları hatırlatıyor.

‘’Tevrat’ vahiyden sonra bir kısım Yahudiler zaman içinde bu ilahi kitap üzerinde tahrifatlar yapmışlar ve yaptıkları tahrifatı da, Allaha mal etmişlerdir. Yani Allaha ait olduklarını söylemişlerdir.

Böylece Tevrat’ı, aşırı ırkçı tutumlarına alet edip, dünyevi amaçlarına kutsal bir görünüm vererek, sapık, bozguncu ve isyankâr tavırlarına devam etmişlerdir.

Onların isyan etmeleri ve isyanlarından peygamberleri öldürecek kadar zıvanadan çıkmaları nedeniyle, Hazreti Davut'un (a.s) ve Meryem oğlu İsa’nın (a.s) diliyle de lanetlenmişlerdir.

Yüksek frekanslı bu mesaj Yahudi toplumun yaşadıklarını çirkin bir durum olarak gösterip eleştirse de bu aynı zamanda genel bir muhteva taşımaktadır.’’

Yeryüzünü kötülüklerden bütünüyle arındırmak elbette ki imkânsızdır.

Ancak İslam kötülüklere karşı direnç göstermeyi emreder.

Ve kişilerin rahatlıkla kötülük işlemesine asla müsaade etmez.

Kötülüklerden arındırılmış, daha derli toplu dünyanın oluşması için bireyin ve toplumun kötülüklerin karşısında durmasını, onlara karşı birbirlerini sakındırmasını zorunlu kılar yüce İslam dini.

Evet, sevgili okurlar.

Her ne kadar bu her iki ayet İsrail oğullarının yapmış olduğu kötülükler nedeniyle iki peygamberin diliyle lanetlenmiş olduğunu bildiriyorlar ise de yukarıda açıkladığımız gibi bugünkü içinde bulunduğu İslam dünyasının bu hali de bu ayetlerin kapsamı dışına atılmıyor.

İllaki içine almış ki, Allah korusun…

Nitekim, bir türlü Ortadoğu İslam ülkelerinin iki yakası bir araya gelmiyor.

En derin saygı ve sevgilerimle…