RAMAZAN AYINA GİRERKEN! (III)
Eklenme: 6/8/2016 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

“Ramazan ayına girerken” başlıklı yazı serimiz devam ediyor..

Mübarek Ramazan ayının feyzinden, bereketinden, faziletinden faydalanmak üzere gerek Türkiye olsun, gerek diğer İslam ülkeleri olsun…

Elbette ki bu ayın ne kadar yüksek derecede faziletli, kutsal bir ay olduğu yüce kitabımız Kur’anda belirtilmiştir.

Keza yüce İslam Peygamberi Efendimiz (S.A.V) de aynı paralelde Ramazan ayının kutsallığını değişik hadislerde bütün İslam dünyasına tebliğ etmiştir.

Bırakın yalnızca İslam dünyasını, eski adetlere göre; gayrimüslim olan Hıristiyanlar olsun, diğer semavi dinlere mensup olanlar olsun, içimizdeki gayrimüslim vatandaşlar dahi oruç tutmadıkları halde, oruç tutan Müslümanların karşısında orucun saygınlığına hürmeten, yeme, içme gibi saygısızlık yapmıyorlardı.

Hatta bazı önemli rivayetlere göre Osmanlı döneminde Hıristiyan’ın birisi, oğlu açıkça yemek yerken, oğlunu azarlamış ve o mahalden uzaklaştırmıştır.

Sormuşlar; “Sizin dininize göre oruç tutma mecburiyeti yoktur, senin oğlun yerken niye kalbini kırdın, azarladın?”

O insan cevaben şöyle diyor;

“Evet, Ramazan ayında oruç tutma gibi bir mecburiyetimiz yoksa da biz burada Müslümanların içerisindeyiz, kapı komşularımız genellikle oruç tutan Müslümanlardır. Onların inançlarına hürmeten saygı göstermemiz lazım, açık yiyip içmememiz lazım. Ben onun için oğlumu azarladım ve bir daha Müslümanlara karşı böyle bir saygısızlık yaparak adet haline getirmesin diye..”

O Hıristiyan insanın düşüncesine katılmamak mümkün değildir.

Ama ne yazık ki Müslüman geçinen, Veli, Ali, Hasan, Hüseyin, Ahmet, Mehmet gibi İslami adları taşıyorlar ise de hiç de oruç tutan Müslümanlara karşı saygılı olmamakla beraber, bu kutsal Ramazan-ı Şerif ayına karşı da saygıları yoktur.

Bırakın Ramazan ayına karşı saygı göstermeyi veya diğer oruç tutanlara saygı göstermeyi…

Böylesi insanların Allah’a karşı saygıları yoktur…

Allah korkusu onların kalplerinde yaşamıyor ki; oruç tutanlara karşı saygı göstersinler.

Bu da memleketimizin ne kadar "ahlaki çöküntülerle" karşı karşıya kalmış olduğunun bir alamet-i farikasıdır.

İslam’dan her gün biraz daha uzaklaştırılan toplum ve o toplumdaki gençlik, ne yazık ki oldukça yozlaşmış insanlık dışı, fıtrat dışı, gayri ahlaki durumlara girmiştir.

Bir atasözü var.

Demişler ya; “Mal bozuksa, mal müdürü ne yapsın?”

Gerçekten de öyle.

Yani sistemin, mevcut Kemalist, laik rejim yıllardan beri değişik versiyonlarla, değişik platformlarda, değişik görüntülerle, inanan insanımızı inançsızlığa yönlendirmiştir, İslam anlayışından uzaklaştırmıştır.

Bu da elbette ki, Siyonist, masonik kafaların her ülkede, özellikle İslam ülkelerinde büyük bir aktif faaliyet içerisinde olduğunun bir göstergesidir.

Bunun adı da dünya üzerinde rol oynayan “El kuvvet’ül hafiye” “Gizli güçler”dir.

Bilindiği üzre dünya masonluk sistemleri çok eskiden beri bir köprü olarak kurulmuştur..

Bu köprünün üzerinde illa Siyonist Yahudiler geçer..

Bu kirli köprüden geçenler, masonik Yahudilerin gücü olarak bilinmektedir ve bu güç bizim ülkemizde olduğu gibi diğer İslam ülkelerinde de çok değişik mahfiller, localar kurarak faaliyet içerisinde olmuşturlar.

Ve bu localarla aynı o ülke insanlarından seçerek ya büyük meblağ karşısında veya devletlerin bünyesinde büyük makam, mevkiler taahhüt ederek görevlendirilmiş kişiler, hain plan ve projeleri uygulamışlardır..

Ve bu hain plan projelerin temel hedefleri, o ülkenin toplumunu dini kural ve kaidelerden uzaklaştırmaktır…

Maarif denilen Milli Eğitim camiasındaki yapılan Eğitim ve Öğretim şeklini tamamıyla dinsizleştirmek…

Orada yetişen gençliği, dinin esas ve kurallarından uzaklaştırmak…

Böylece kirli ve hain projeleri İslam dünyasının içine yayma aktifliği, "müslümanları" sömürge altına almaya çalışıyor.

Tabiatıyla hedeflenen her oluşumun veya her plan projenin ardından gelen her şey Yahudi lehine oluşmaktadır.

Nitekim, yıllardan beri dünya hâkimiyetini elinde tutmayı sağlamış durumdadır Yahudi dünyası.

* * *

Bu itibarla masonların Siyonist Yahudiler için kurmuş olduğu geçit köprüleri bütün dünya ülkelerine yayılmış durumda.

Böylece de bu tür düşüncelerin neticesinde ülkelerin yıkılması başta gelir…

Milletlerin yok olma hedefi söz konusu.

Bunu da yapabilmek için İslam dünyasında kiralık siyasi ajanlar tarafından kurulan bazı partiler, mutlaka Yahudi mason localarına dayandırılmaktadır.

Başlıca hedeflerinden birisi de gizli terör güçlerinin localardan almış olduğu talimatlardır ve günümüzdeki Türkiye gibi diğer İslam ülkeleri arasındaki veyahut diğer Dünya ülkeleri arasındaki terörün oluşturulmasıdır.

Netice itibariyle de o ülkeleri yıkmak, gizli zengin kaynakların üzerine oturmak ve böylece dünya emperyalist siyon güçlerinin her gün biraz daha yeryüzünde hâkimiyetini genişletmektir.

Yıllardan beri Türkiye’deki akıtılan nice masum insanların kanı elbette ki boşuna değildir.

Tümüyle dünya Siyonist hâkimiyetine yönelik gösterilen bir çabadır ve başlıca hedeflerinden birisi de Türkiye’dir.

Hatta Ak Parti iktidarıdır, daha doğrusu Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik kirli teşebbüstür.

Erdoğan’ı yok edebilme planlarıdır.

Ama inşallah hedeflerine ulaşamayacaklardır.

* * *

Bakın dün sabah erken saatlerde 07.30 sularında İstanbul Vezneciler’de polis araçlarına karşı seri halde patlatılan bombalar sonucunda şehit düşen polisler ve katledilen masum sivil vatandaşlar…

Bu olay, başta söylediğimiz gibi Yahudi Siyonist gizli mahfil ve locaların işidir.

Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan da yaralıları ziyaret ederken, bu terör kirlenmesine karşı çok sert ifadelerle cevap verdi.

Erdoğan şöyle dedi;

“Terör örgütünün özellikle sivil, polis, asker ayrımı bizi bağlamaz. Sonuçta şehit olan insandır. Bu insanlığa karşıdır. Bizim askerimizin, polisimizin, korucumuzun görevi, milletin güvenliğini sağlamaktır. Bu yükümlüğe karşı terör eylemleri yapılmaktadır. Bunun affedilir hiçbir yanı yoktur. Biz teröristlere karşı mücadelemizi vereceğiz.

Tabiî ki şehitlerimiz var, ciğerimiz kan ağlıyor; ama her şeyin bir bedeli var. Bu mücadele kıyamete kadar sürecek.

Terörün hangi saatte geleceği de, ne yapacağı da belli değildir.

Ona göre davranmamız gerekir ve her zaman teyakkuzda olmamız lazım”

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Bilindiği üzre ülkemizin yüzyıllardan beri büyük bir anlaşmazlık, kavga, terör odaklarıyla karşı karşıya olduğu aşikârdır.

Bunun yegâne sebeb-i mucibesi de ustaca milletimize, ülkemize karşı kurulan tuzakların, ülke insanımızın birlikteliğini beraberliğini bozmak ve her gün biraz daha dini, ahlaki gerçeklerden uzaklaştırmakla çıkarını ön planda tutan bürokratları yetiştirmek…

Dinden, imandan haberi olmayan siyasetleri icat etmek….

K o siyaset gölgesinde görevlendirilen bazı bürokrat kesimleri, "onların" talimatları doğrultusunda, ülkeyi kaosa sürükleyebilmek.

Bozgunculuk yapmak, fesat çıkarmaktır.

Özellikle bu coğrafyamızda ve Diyarbakır’ımızda yıllar yılı vurgulayarak, parmağımızı basarak söylediklerimize rağmen, birilerinin kulaklarına bir türlü duyuramıyoruz.

Eğer devlet bünyesinde bürokrat, sözde kanun ve yasalar gölgesinde ülke insanlarına zulüm yapıyorsa, ülke ekonomisine zarar veriyorsa, rüşvet, suiistimal, adam kayırma gibi zararlı oluşumları millete uyguluyorsa, elbette ki hiçbir zaman bu ülkede terör bitmez, son vermez, oldukça çoğalması beklenir.

Zira vücutta hastalık varsa, hele hele kanserolojik bakterilerin mevcudiyeti insan vücuduna yerleşmişse, o vücut kendini ölümün pençesinden kurtaramaz.

Devlet vücudu da tıpkı böyledir..

Eğer devletin bünyesinde mezalim odaklarını simgeleyen zulmün vücuduna adalet ve kanun giysileri giydirip de o zulüm örtbas edilmeye çalışılıyorsa, o devlet hiçbir zaman payidar olamaz.

O millet kendine gelecek belirleyemez.

Zira temel anarşi ve terör, uyduruk yasalarla milletin günlük olağan yaşamlarına baskı kurmaktır.

Polisin, jandarmanın, bürokratın, keyfine göre devletin kanunlarını istismar edip, kişisel rant temin ediliyorsa, hem de resmiyet dilini ve kalemini kullanarak yapılıyorsa…

Vay o ülkenin haline!

En derin saygı ve sevgilerimle.