REZALET, FELAKET, HELAKET!?
Eklenme: 4/8/2010 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar. Bugünkü köşe yazıma başlık olarak koyduğum bu üç kavram, anlam itibarıyla toplum arasında vuku bulan kötümser olayların birer sonucu olarak kullanılmaktadır. Daha doğrusu kelimenin tam anlamıyla biri diğerinin davetçisidir ve sonucudur. Yani bir toplumda antidemokratik hukuksuzluklar silsilesinin ardı arkası kesilmiyorsa.. Hem de hukukçu olarak geçinen kimseler tarafından 'hukuksuzluk' icra edilyorsa ona rezalet denir. Rezalet sözcüğünün arkasında kesintisiz olarak "felaketin" gelmesi kaçınılmazdır. Tabiatıyla bilimsel olarak düşünülürse zaten felaketlerin neticesinde de helakettir, ölümdür, yok olma neticesidir. Demek bilimsel olarak insanlar arasında kullanılagelen bu üç kavram kendini bilmeyen, kendine çekidüzen veremeyen daha doğrusu ahlaki çöküntülerden kendini koruyamayan, adalet ile hukukla tanışmayan toplumlarda vuku bulur. Ve sonuç itibarıyla kesinlikle kendilerini bu üç kavramdan kurtaramazlar. Evet, rezalet artı felaket, eşittir helaket. Zaten günümüzdeki medeniyet ve hukuk olarak adlandırılan evrensel hal gerçeğe uymadığı için yüzeysel.. Yalnız kelime ve kavram kargaşası içerisinde kıvranıp durduğundan dolayı yıllardan beri Türkiye bu manzara ile karşı karşıya kalmıştır ve kalmaya da devam edecek gibi gözüküyor. Zira evrensel çağdaş medeni dünyada yaşanagelen bugünkü hal maalesef insanlık cevherine ve ahlakına ters düşmektedir. Söylemle uygulamalar birbiriyle çelişmektedir. Toplumsal olarak gördüğümüz bazı önemli gerçekler var. Toplumun siyasal ve sosyal olarak dizginini eline alan hemen hemen herkes evrensellikten, sosyal hukuk devleti anlayışından, hukuktan, demokrasiden dem vururken bakıyorsun ki attıkları her adım "insan karakterine ve cevherine" aykırıdır. Çırpındıkça batar misali ne kadar hukuktan, demokrasiden, evrensellikten dem vurulursa o kadar hatta fazlasıyla hukukun ana cevherinden uzaklaşmakta.. Toplumu ahlaki çöküntülere sürükleyip kavga, kargaşa, terör, kan ve gözyaşlarından başka bir getirisi olmuyor. Bu nedenle rezalet, felaket ve helaket bugünkü toplumumuzun kaçınılmaz halleridir. Evet, bakınız sevgili okurlar. Türkiye nereden nereye geldi? Yazılı günlük medyanın birinci sayfadaki sürmanşetlerine büyük puntolarla atılan haberler okundukça tüyler ürpertiyor. Manzara çok bulanıktır. Hâli âlem çok kritik durumda, gerçeği nerede arayacağını şaşırıyorsun? Kimin ağzını açıyorsun, herkes anayasa deyip duruyor? Hukuk ilkeleri anayasa deyip duruyor. Cumhuriyetin temel ilkelerinin korunması (!) adı altında Türkiye insanına karşı adeta bir haydutlaşma hali yaşanmaktadır. Aldatmalar, kandırmacalar, zahiri halde görünen makyajlı görüntüler, karakter olarak insani cevherinden yoksun olarak icra edilmektedir. O makyajlı tip ruhen haydutlaşmış, milletin ve ülkenin gelişmesini kesmekten başka bir düşünce üretmemektedir. Taraf Gazetesinin başyazarı Ahmet Altanın dünkü yazısını özetleyerek bir iki paragrafını sizinle paylaşmak istiyorum. Bakınız, Sayın Altan diyor ki: "Rezalete bak" Ve devam ediyor: "Bu ülkenin gerçekleri gerçekten ürkütücü "kör" bir medyayla yaşamak bu gerçekleri görmekten kurtarıyor. İnsanları bilmemenin o karanlık huzuruna gömülüyorlar; ama o huzur bir devletin ve toplumun çöküşünü taşıyor içinde. Şimdi o çöküntünün hangi boyutlara ulaştığına dehşetle tanıklık ediyoruz. Görmezden gelinen "çürüme" almış başını gitmiş, "devlet diş gibidir" çünkü Çürümeye başladığında kendi kendine iyileşmez, siz aldırmadıkça o çürüme daha derine işler, daha büyür acı vermeye başlar. Mutlaka bir tedavi, bir temizlik gerekir. Darbe hazırlamak suçu ile tutuklanan 1. Ordunun eski Komutanı dün bir mektup yayınlayarak eski Genelkurmay Başkanı ile arasında geçen bir konuşmayı açıkladı." Aynı gazetenin bir de manşetine bakıldığında şu ifadeleri görüyoruz. "Balyoz skandalında dokuz karanlık saat" "Başsavcı Engin sabah 09.00da başlayan balyoz operasyonunu 17.50de bitirdi. Genelkurmayda aynı saate kadar muvazzaflar için talimat vermedi. İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Aykut Cengiz Enginin operasyonuyla duran Balyoz soruşturmasında karanlıkta kalan pek çok nokta var. Savcıların sabah başlattığı ve bütün televizyonların canlı yayınladığı operasyonu bitirmek için Engin neden dokuz saat bekledi? 89 kişilik gözaltı listesindeki emekli subaylarla ilgili Merkez Komutanlıkları hemen işlem başlattı, geriye kalan 25i General 75 muvazzaf subay için de komutanlıklar Genelkurmay Başkanlığından talimat bekledi; ancak akşam saatlerine kadar talimat gelmedi." Evet, sevgili okurlar. Başta ifade ettiğimiz gibi rezalet, felaket ve helaket. Bu üç kavrama pür dikkat etmek lazım. Anlam itibarıyla yıllardan beri Türkiyede yaşana gelmekte olan karanlık tabloların bir sonucudur. Yaklaşık 30 yıldan beri Güneydoğuda yaşanmakta olan olağanüstü insanlık dışı hallerin yaşanmasını biz yıllar öncesinde bir bir bu köşeye taşımışızdır. Devletin mekanizmasını elinde tutan siyasilerin dikkatini sıkça çekmişiz. Özellikle başımızdan gelip geçen antidemokratik hukuk dışı olumsuzluklara karşı tüm varlığımızla mücadele vermişiz. Bugünkü Türkiyenin başına gelen bu acımasız felaketlerin iç yüzü aslında 9 Kasım 2005te Şemdinlide vuku bulan hadisede gün yüzüne çıktı. Güneydoğuda olup bitenlerin, rezaletlerin, felaketlerin, alçalışların tüm hızıyla devam edeceğini bir bir sıralayarak TBMM Araştırma Komisyonuna 24 Ocak 2006 tarihinde müşteki tanık olarak anlatmıştım. Ama ne çare ki Araştırma Komisyonu soruşturmaya gerek duymadı. Neden mi? Zira o günün şartlarına göre kendini askeri vesayetten kurtaramayan iktidar hatta Başbakanlık buna yanaşamadı. Zira "eli kulağındadır" misali her an için ikinci bir 28 Şubat olayı başlarına geçebileceği endişesini taşıyorlardı. Keza bir gün sonra yani 25 Ocak 2006 günü Van Cumhuriyet Başsavcılığınca Vana çağrıldım. Orada da Güneydoğuda yaşanmakta olan karanlık manzaraları bir bir Savcı Ferhat Sarıkayaya anlattım. Sayın Sarıkaya görevini yaparak bir hukukçunun gerçek hukuk ilkelerine bağlılığını göstererek büyük bir fedakârlıkla tüm tehlikeleri göz önüne alarak Van 3. Ağır Ceza Mahkemesinde dava açtı. İfadem de geçen tüm gerçekler mahkemece makul göründü ve dava açıldı. Olayın sahte kurtarıcısı olarak rol oynayan Başçavuş Ali Kaya (Mutkili Ali Kaya) ile arkadaşı İldeniz 39 yıl 10 ay hapse mahkum oldular. Ama ne çare ki o iddianame Savcı Ferhat Sarıkayanın meslek hayatına mal oldu. Zira yıllardan beri Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulunda çöreklenmiş ideolojik bayat bir anlayışın hakimiyeti söz konusudur. Bir türlü gelen giden Adalet Bakanları kendi Bakanlığına hakim olamadılar ve bu karanlık manzara, o günden bugüne dek o keyfilik süregelmektedir. İşte bugün hükümetin Adalet Bakanı Sayın Sadullah Erginin karşılaşıp ve içinden çıkamayacak halin yaşanması bu anlayışın faturasıdır. Sayın Başbakan Şemdinli olayında ucu nereye giderse gitsin biz üzerine gidiyoruz" dediği halde o gün gidemediler. İşte o gün gidemediklerinden dolayı çöreklenip katmerleşmiş bir anlayış devleti işlemez hale getirmiş durumda ve hükümetin de atmak istediği adımları attırmıyor o zihniyet. İşte yaklaşık bir haftadır 3. Balyoz operasyonunun hali pür melali görünmektedir. Hukukun temel ilkelerine dayalı sosyal bir hukuk devletinin anlayışı böyle ise hukuk nerede, devlet nerede, hukukçu geçinenler nerede(!?) demekten kendimizi kurtaramıyoruz. En derin saygılarımla.