SAHADA KAZANDIĞIMIZ MİLLİ MÜCADELEYİ MASADA KAYBETME TEHLİKESİ!?
Eklenme: 12/30/2016 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, TÜBİTAK ödül törenine katıldı.

Gerçekten Cumhurbaşkanımız, kendisine düşen "devlet büyüklüğü" görevini hakkıyla yerine getirmektedir.

Daima “Hakka Hak… Batıla Batıl...” diyen bir devlet adamı…

Hem de gaddar ve zalim ABD ve haçlı emperyalizme karşı.

Batı dünyasının tutarsızlıklarını, sözlerinde durmamalarını, kendi bünyesinde terör yetiştirip diğer milletlere saldırma edepsizliğini yüzlerine vurmaktadır…

Avrupa’yı deyim yerindeyse yerden yere vurmaktadır.

Der demez insan ah çekiyor…

"Ah keşke yüz yılımız böyle geçmemiş olsaydı!.?"

Bu yüz yıldan 14 yılı çıkar geriye kalan 86 yıl, gerçekten beyhude geçmiştir.

Gelen giden devlet adamları, Başbakanlarından tutun da Cumhurbaşkanlarına kadar…

Bilaistisna hepsi, Kemal-i inkıyatla “Demokrasi, İnsan Temel Hak ve Özgürlükleri” adı altında adeta Haçlı Emperyalizmin mezalimine diz çökmüşler, iliklerini kapatmışlar, “dut yemiş bülbül" gibi karşılarında susmuşlar…

Ve ne yazık ki, gününü gün etmişlerdir.

Eğer bugün devletin başında bulunan çok saygı duyduğum devlet büyüğü Sayın Erdoğan’ın cesaretinin 3’te 1’ini taşımış olsaydılar veyahut basmakalıp bir şekilde devleti yönetmemiş olsaydılar…

İnanın, sevgili okurlar.

Bugün Türkiye’nin ve bu coğrafyanın yeri çok başka olmuş olacaktı.

Amerika Birleşik Devletleri’nden de daha ilerdeydik bugün.

Haçlı keferetül fecerelerle ve Emanuel Karasu’lar gibi veyahut Lord Gürzon’lar gibi ya da Lawrence’lar gibi hain şebekelerle işbirliği yapmamış olsaydılar, bugün bu devlet 624 yıl hükümranlık süren bir Osmanlı imparatorluğunun paralelinde gidiyor olmuş olacaktı.

Ama heyhat!

Milleti, dışarıdan ithal ettikleri kültürle aldattılar.

Dışarıdan ithal edilmiş yanlış kültür, yanlış tarih, yanlış inanç, tek kelimeyle yanlış medeniyet desek daha doğru olur.

Bu ülke insanını batı dünyasının yanlış medeniyetiyle, yani tek dişi kalmış bir canavarla "dostane" tanıştırdılar.

Onları kendilerine patron olarak kabullendiler ve onlar adına yasaları bu millete enjekte ettiler…

“Hukuk” adına “Hukuk”a gölge düşürdüler.

Zulmün başına adalet külahı giydirmeye çalıştılar.

Kurtarıcılık, zafer ve muzafferiyet gibi kutsal kavramları kirleterek “yanlış” yolları millete “doğru” olarak gösterdiler.

Nice tahribatlar yaptılar…

Daha da tahribatlarını sayabiliriz de zamanımız yok ve köşemiz de şuan buna izin vermiyor..

Ama peyderpey, dilimizin döndüğü kadar, kalemimizin yazabildiği kadar siz değerli okurlarımızla tarihin gerçek yüzünü tüm çıplaklığıyla paylaşmaya devam edeceğiz..

Bu yönde söz veriyoruz.

Bunlar zulmün, adaletsizliğin kirli şalını tarihi gerçeklerin üzerine çekmişler, üzerini süslemişler, tabiri caizse “bal lokmasına gizli zehir koymuşlar” ve millete bal olarak yedirmeye çalışmışlardır.

İşte bu yüzden bu memleket bu hale geldi.

Yine de Allah’a şükürler olsun ki bugün devletin başında milletin ruhu paralelinde hareket eden, mücadele veren bir devlet başkanımız var…

Yani muhterem Recep Tayyip Erdoğan var.

***

Bakınız…

Sayın Erdoğan dün TÜBİTAK ödül töreninde hitap ederken, şöyle söylüyordu;

“Terör örgütleriyle mücadele ederken, kalkınmayı ve büyümeyı ihmal etmedik, edemeyiz de…

Ülkemizin asıl gündemi zaten bunlardır, bunlar olmalıdır da.

Terör örgütleriyle elbette mücadele edeceğiz ve ediyoruz da.

Aynı mücadelenin devamını Suriye’de, Irak’ta, gerekiyorsa başka yerlerde elbette vereceğiz.

Ebediyete uğurladığımız her Şehidimizin acısını yüreğimizde elbette hissedeceğiz.

Bunlarla birlikte mücadelemizin gelişme, kalkınma, büyüme yönünü de kesinlikle ihmal etmeyeceğiz.

Asıl bunu yapmazsak, şehitlerimizin ruhunu incitmiş oluruz…

Ki asıl kalkınma gündemimizden koparsak, milletimize karşı mahcup oluruz.

Türkiye’nin pozitif gündem sıkıntısı yoktur….”

* * *

İşte bakınız, sevgili okurlar.

Sayın Erdoğan’ın sadece işi, gücü milletin dertleriyle dertlenmektir…

Her yönüyle, Milletin sıkıntılarını kendi ruhi derinliklerine yerleştirip milletle paylaşma yürekliliğini gösteriyor.

Batı dünyası, yani haçlı emperyalist ülkeler başta ABD dahil olmak üzere kendi bünyesinde teröristleri yetiştirerek, İslam dünyasına ihraç ediyorlar.

Özellikle Türkiye’ye karşı terör örgütlerine çok acımasızca lojistik destek veriyor, sandıklarla silah ve mühimmat gönderiyor, Suriye’nin ve Irak’ın açık sahralarına yıllardan beri uçak vasıtasıyla, mühimmatlar indiriyor…

Bunların bu kirli oyunlarını ve ayıplarını yüzlerine vurma cesaretini gösteren de bir tek Recep Tayyip Erdoğan'dır.

Erdoğan bakınız bu minvalde şöyle diyor..

“Türkiye olarak uzun süredir batılı ülkelere terör örgütleri arasında ayrım yapmamaları, bu konuda ilkeli ve tutarlı davranmaları çağrısında bulunuyoruz.

Buna karşılık Amerika başta olmak üzere kimi ülkeler kendilerince çeşitli bahaneler ileri sürüp, harf oyunlarıyla göz boyayarak bölgemizde masumları katleden örgütlere halen destek verme yoluna gidiyorlar.

Bunları da dile getirdiğimiz zaman beyefendiler rahatsız oluyor.

Bize böyle medya aracılığıyla sataşmayın diyorlar.

Tamam da bunu nerede konuşacağız?

Bunu ikili toplantılarda da konuştuk, sizlerle hala da konuşuyoruz.

Ama sizler terör örgütlerine bu bölgede her türlü silah yardımı yaparsanız, ondan sonra bunu bir kılıfa koyarak "hayır, biz silah göndermiyoruz, mühimmat gönderiyoruz" derseniz, kusura bakmayın bunu biz yutmayız.

Bizim de Silahlı Kuvvetlerimiz var, bizim de güvenlik güçlerimiz var.

Ne mühimmattır, ne silahtır, bunu en az sizler kadar biliyoruz”

***

Evet, Erdoğan bunları Amerika’ya, AB ülkelerine karşı tüm dünya kamuoyu önünde haykırarak söylemesi ve ayıplarını yüzlerine vurması, açıkça söylemese dahi hükmen anlaşılan budur ki “kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” misalidir…

Ki bu ifadeyle adeta AB ülkelerini birer "terör devleti" olarak nitelendirmesi elbette ki tüm insanımızı memnun etmiştir.

Yerli yerinde bir konuşmadır.

Bırakın, ülkemizin insanının memnuniyetini kâinat önünde hak kelimeleri ifade etmesi çok önemlidir.

İmanlı ve inançlı bir devlet adamına da bu yakışır zaten.

Onun için milli mücadele sonucunda haçlı emperyalistlerin, deyim yerindeyse önünde iliklerini kapatacak, kapı kulu gibi duran yapay kahramanlardan değildir; Erdoğan…

O gerçek bir İslam kahramanıdır, gerçek bir vatanperverdir.

Vatanını imanla, İslam’la donatarak vatan sevgisini millete kazandıran bir devlet adamıdır Erdoğan.

Zira söyledikleriyle yaşayan biridir.

Millete vatan mefhumunu İslam’sız olarak yapay ve uyduruk anlayışlarla tanıtanlar, ne yazık ki yıllardan beri bu memlekete hizmet değil, “hezimet” kazandırmışlardır.

“Hakkaniyet” değil hakaret ve ihanet yapmışlardır.

Zira hiçbir zaman İslamsız, imansız, Kur’ansız, İslam medeniyeti alfabesi olmadan başka bir alfabeyle vatan sevgisini kimseye inandıramazsınız.

İşte Erdoğan böyle değil.

Erdoğan, bin senelik kültürümüzle donatılmış bir vatan toprağını, vatan sevgisini millete tanımlıyor.

Akif’in dediği gibi;

“Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır

Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır”

***

İşte o vatan, camili vatan, cemaatli vatan, şeriatlı vatan, Kur’an ve tevhit inancıyla üzerinde dolaşan bir vatan…

Elbette ki seve seve bayrağını yükseklerde tutar.

Onu kendi şehitlik kanıyla boyar ve vatanını da her zerre toprağın içine dökülen o şahadet kanıyla var eder…

Ki bu da kesinlikle tevhit inancına dayalı bir kandır..

Ve o kan, o vatanı sevdirir.

Onun için, dün de burada ifade etmeye çalıştığım gibi…

Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri…

Milli Mücadele’den sonra milletin ülkeden kovmuş olduğu düşmanlara gidip masada anlaşarak, vatanın yarısını onlara peşkeş etme gibi rezalete ve hezimete “Lozan Zaferi” diyen uyduruk kahramanları uyarmıştı.

Kurtuluş Savaşı’ndaki mücahitlere diyordu ki;

“Sahada kazandığınızı masada kaybetmeye çalışmayınız.

Siz eğer sahadaki dökülen şehitlerin kanını hiçe sayıp, gidip Lord Gürzon’larla masada oturup, Musul’u, Kerkük’ü, İngilizlere peşkeş ettirmek, Yunanlıları denize döktük demekle, sonradan 12 Ada’yı ve Batı Trakya’yı Yunanlılara peşkeş etme anlayışı masa üzerinde akdediliyorsa, bu millet o akdi hiçbir zaman kabul etmiyor.

Ve böylesi bir akde değil ki inanmak, ancak lanetle anmak lazım...

Onun için Bediüzzaman Hazretleri, Risale-i Nur eserlerinde vatanın ne kadar aziz bir vatan olduğu ve toprağın da ne kadar kutsal bir vatan olduğu gerçeğinini şu üç şartta bağlamaktadır…

Şartı İslamiyet….

İnanç…

Ve Kur'an-ı Kerim..

Aziz ve kutsal olma şartları; buradan geçiyor…

Yani, Kemalizm’den değil, laikçilikten değil, CHP’nin altı oklu anlayışından değil.

Bu münasebetle Bediüzzaman Hazretleri;

“Hürriyet ama gerçek hürriyet.

Adalet, hukukun üstünlüğü ve cumhuriyet fazilettir.

Zira imanın birer hassasıdır” diyor.

En derin saygı ve sevgilerimle.

Hayırlı Cumalar…