ŞEMDİNLİ’NİN ARKASI SAVCILARIN TRAVMASI(!)
Eklenme: 5/14/2009 12:00:00 AM

Evet sevgili okurlar!

9 Kasım 2005 tarihinde vuku bulan Şemdinli Hadisesi Türkiye için ve dünya için büyük bir olay idi.

Ve olayın önemine binaen SÖZ Gazetesi, daha önceden bölgede olup bitenleri büyük özveriyle, üstün cesaretle hemen hemen her gün manşetlerine taşıyordu.

Bölgenin tüm illerine kadar ulaşan SÖZ Gazetesi, Vana da gidiyordu.

Birinci sayfadan günlük manşetlerine bölgenin karanlık tablolarını, kirlenmelerini, feodaliteye dayalı baskıcı unsurları taşıyordu. Bölge insanı üzerine adeta mezalim hegamonyasını yağdıran karanlık güçleri deşifre ediyordu.

O dönemde bir çok kişi ve kurumlar; 'derin' ilişkiler içindeydi.

Özellikle Diyarbakır, Batman, Hakkari ve Şırnak gibi illerimizde JİTEMle çok özel ilişkiler 'kuranlar' vardı.

JİTEMin çalışma stili ise hemen hemen birçok yönüyle rant ve çıkara dayalıydı.

Bunu da feodaliteye dayalı korkak, iradesiz kişileri kullanarak yapıyordu.

Özellikle 1993ten 2000li yıllara kadar İl Jandarma Komutanlıklarında çalışan bazı Jandarma Alay Komutanları ve onların mahiyetindeki jandarma istihbarat birimlerinin başındaki bazı subaylar

Bunlar, terörle mücadele adı altında deyim yerindeyse Bizans oyunları oynuyorlardı.

"Tavşana kaç, tazıya tut" misali bir yönleri gizliden gizliye PKK ve Hizbullah gibi örgütlerle iç içeydi. Onları birbirleriyle çarpıştırmalarının nedeni de rant teminiydi.

Öbür taraftan itirafçıların hegamonyası ön plandaydı.

Çıkar uğruna kalmadık iğrençlikler yapılıyordu.

O arada SÖZ Gazetesi 1992den 1998lere kadar tüm vukuatları yazıyordu.

Özellikle bürokrasideki önemli mevkileri ihraz eden ön planda rol oynayan yüksek seviyedeki üniformalıları ve daire başkanlarının kimlerle ilişkiler içerisinde olduğunu kaleme alıyordu..

Bu nedenle başımıza gelmeyen kalmadı.

Başta DGM ve Cumhuriyet Başsavcılığı gibi devletin kilit durumundaki birimlerinin başındakiler bizimle uğraştıkları gibi karşıt görüşlü terör odaklarını da ihmal etmiyorlardı.

Yani kendi taraflarına çekerek itirafçı olarak kullanmaya çalışıyorlardı.

Böylece devam eden bölgedeki karanlık Bizans oyunları hep sahnede oynanıyordu.

Ne hazindir ki devletin dokunulmazlık zırhına bürünerek kendilerine devlet adını vermişlerdi.

"Her şey devlet içindir" diye yutturmaya çalışıyorlardı.

Ta ki Şemdinli Hadisesi meydana gelinceye kadar

Orada elbette ki Allahın gayretine dokunuldu ki patlak verildi ve suç üstü yakalandılar.

Devletin savcıları harekete geçtiler bu arada o tarihlerde Van Cumhuriyet Başsavcılığı bünyesinde görev yapan Savcı Ferhat Sarıkaya bu işi özel olarak ele almıştı.

Kaç defa gazeteyi aradılar, yani büromuzu aradılar. Bizden yazdıklarımızın paralelinde onlara yardımcı olma bakımından bilgi istediler ve hatta özellikle beni de Vana davet ettiler.

Oraya gittim, bütün olup bitenleri yaklaşık kırk sayfadan ibaret açıklamalarda bulundum.

İddianamenin hemen hemen yüzde sekseni benim anlattıklarıma dayalıydı.

Sayın Başbakan Şemdinliye gittiğinde, "Bu iş karanlık bir iştir, ucu nereye dayanırsa dayansın üzerine gideceğini" kamuoyuna taahhütte bulundu.

Ama heyhat ne çare ki gün geldi savcı Ferhat Sarıkayanın kaderine çattı ve açığa alınarak mesleki hayatına son verildi.

SÖZ Gazetesi "MANŞETTEN" adlı köşe yazısında bunu yorumlamıştı.

O günkü köşe yazısında: "Devletin Bekası Şemdinlinin Arkası" başlığı altında uzunca bir yazı yazılmıştı.

İzninizle o yazının bazı önemli paragraflarını sizinle paylaşmak istiyorum.

"Şemdinli davası ile ilgili Van 3. Ağır Ceza Mahkemesinin gerekçeli kararında tarihi tespitler mevcut.

Tarihi tespitler olmakla beraber hukukun ve adaletin şanına ve şerefine yakışır bir biçimde objektif olarak kendini göstermiştir. Allaha şükürler olsun ki; Türkiyemizde yargı kurumlarımızda böylesine yürekli, haysiyet, şeref ve vicdanlarını her şeyin üstünde tutan hakim ve savcılarımız mevcuttur.

Kararın içinde geçen çarpıcı cümleler

Şemdinlinin Arkası Devletin Bekası yazılı günlük medyamızın sürmanşetlerine dahi bu ifadeler taşındı.

12 Mart 2007 Pazar günü Yeni Şafak Gazetesinin sürmanşetten geçen haberi aynen şöyle:

Şemdinli davasında iki astsubay ve itirafçıya 39 yıl ceza veren mahkeme Üst rütbeler işin içinde olmadan bu eylemler yapılamaz. Perde arkasına ulaşılması devletin bekası için zorunludur dedi.

ÇETENİN BAŞI ASTSUBAY OLAMAZ

Astsubayların çete kurmaktan değil üye olmaktan cezalandırıldıklarına dikkat çekilen kararda, astsubayların astlık üstlük ilişkisi nedeniyle böyle bir eylemi yüksek rütbeli görevlilerin himayesi ve katılması olmadan işleyemeyecekleri vurgulandı.

PERDE ARKASINDAKİLERE ULAŞILMALI

Kararda çeteleşmenin uzandığı üst rütbelerin ortaya çıkarılmadığı belirtilerek bunun içte ve dışta Türkiyeye yönelik eleştirilere neden olduğu hatırlatıldı ve Yapılanmanın perde arkasındakilere ulaşılması devletin bekası için zorunludur ifadesi geçmiştir."

Bizim bu ifadeler ve daha sonraki gelen bazı tespitlerimizden dolayı hani "Yarası olan gocunur" misali Diyarbakırlı A.İ.K. isimli bir işadamı(!) yazının tümünü üzerine almış ve bizi dava etmişti.

Bu doğrultuda yerel mahkeme davanın kısmen kabulune, kısmen de reddine karar vermiş, avukatlarımız tarafından karar itirazen temyiz edilmiş ve nihayet Yargıtayda yine adaletin gür sesiyle adil olmayan bu karar bozulmuş ve lehimize sonuçlanmıştır.

İşte başta söylediğimiz gibi bu yörede hep feodaliteye dayalı işlerin ayarlanmasında devletin önemli mekanizmaları kullanılmıştır.  Feodal yapıyı devam ettirmek için zaman zaman çatlak sesler çıkarılmış, çıngarca naralar atılmıştır.

Hatırladığınız gibi SÖZ Gazetesi 11 Mayıs 2009 Pazartesi günkü manşetinde "Kaya İşbirlikçi mi?" başlığıyla Yargıtayın kararını şöyle kaleme almıştı.

Yargıtay, SÖZ Gazetesini Devletin Bekası Şemdinlinin Arkası yazısında haklı gördü. Yargıtay işadamı Ali İhsan Kayayı da, "PKK ve JİTEM işbirlikçisi" olduğu yönündeki haberin gerçekliğine karar verdi."

Buraya kadar özetlemek istediğimiz konuların ana çizgisine gelelim.

Dört yıl önce kaleme alınan "Devletin Bekası Şemdinlinin Arkası" başlıklı yazının hemen hemen aynı mahiyeti taşıyan günümüzdeki medya bir haftadan beri aynı konuyu işlemekte olduğu görülmektedir.

Dünkü Taraf Gazetesinin sürmanşete aldığı "Savcıların arasında Ferhat Sarıkayanın hayaleti geziniyor" başlıklı haber şöyle devam ediyor:

"TESEVin 52 savcı ve yargıçla yaptığı araştırmaya göre meslekten ihraç edilen Şemdinli Savcısı Sarıkaya gibi olma korkusu savcılar arasında bir travma yarattı.

Yargıda Algılar ve Zihniyet Yapıları araştırmasında Sarıkayanın ihracının yarattığı travma, her görüşmede gölge gibi varlığını hissettirdi dendi.

Görüşülen savcılar, dengelere dikkat etmezlerse başlarının belaya gireceğini ima etti. Sadece bir savcı adını vererek Ferhat Sarıkayaya yapılan haksızlıktı dedi."

Buyrun sevgili okurlar!

Beraber bu olayı irdeleyelim.

O günkü JİTEMli Türkiye ile bugünkü Ergenekonlu Türkiye aynı paralelliği arz etmektedir.

Adeta Ergenekon Terör Örgütünün üzerine gitmesi yerine tam tersine olaylar sulandırılmaya sürükleniyor.

Kamuoyu bunu dikkatle takip ediyor ise de, ama elden bir şey de gelmiyor.

Özellikle Diyarbakırda yaşanan tarihi faili meçhul cinayetlerde en büyük rolü aldığı öne sürülen Albay Cemal Temizöz gözaltındadır.

Onun o günlerdeki, yani 1998de maşa olarak kullandıkları itirafçılardan Abdülhakim Güven ile Hıdır Altuğ'da bugün onunla beraber derdesttir.

Özel yetkiyle atanan savcıların çalışma şekli tabii kamuoyundan çok gizli

Özellikle beni ilgilendiren olay şu;

2005ten bugüne kadar üç klasörden ibaret olan 2006/19198 Haz. Dosyası deyim yerindeyse adeta sürümcemededir.

Kimler kimleri koruyor ve kolluyor acaba?

Kendimizi bu sorudan bir türlü kurtaramıyoruz.

Keşke yanlış düşünmüş olsaydım.

Oysa ki hayır!

Hiç de yanlış düşünmüyorum. Zira hukuk maalesef zaman zaman, yer yer bazı hakim ve savcıların tarafgirlik ve siyasallaşma anlayışıyla karşı karşıya kalıyor.

O da neticede bu soruyu meydana getiriyor.

"Kim kimi koruyor ve kim kimi kolluyor?"

Nitekim dünkü Star Gazetesinin 15inci sayfasında büyük puntolarla yazılı adaletle ilgili şöyle bir haber vardı..

"Adalet Safını Belirledi: Gereği düşünüldü Bireyci Değil Devletçiyiz" başlıklı haber şöyle devam ediyor:

"Türkiye Ekenomik Sosyal ve Etütler Vakfı (TESEV) tarafından yapılan araştırmada, Türk yargı sisteminin yurttaşın hak ve özgürlüklerini korumaktan çok devleti koruyup kolladığı gerçeğini teyid etti. Uluslararası hukuk gereği bireyi devlete karşı korumakla yükümlü olan hakim ve savcılar, Seçim yapmak zorunda kaldığında devletten yana karar alacaklarını söylediler.

TESEV Başkanı Can Paker, "Türkiyede yargı bağımsızlığından öte yargının tarafsızlığı konusu daha önce gündeme geliyor. Hukukçular, kendilerini sadece yargıyla sınırlı görmüyor. Kendilerini, yargının ötesinde bir siyasi duruşun uygulamacısı olarak görüyorlar. Tabii halkın yargıya karşı bir güvensizliği olduğunu bunun sonucu olarak da bireylerin kendi adaletlerini sağladıklarını görüyoruz" dedi. Paker, Türkiyedeki yargı sorununun bireyi değil devleti koruyan bir sistemin varlığından kaynaklandığını söyledi."

 Evet!

Biz de zaten bu paralelde önemli konulara zaman zaman değiniyoruz.

Ve elimizde birçok önemli dayanıklı belgeler mevcut

Özellikle zaman gelir değişik süreçler içerisinde tümüyle olmasa dahi bazı ideolojik ve siyasal anlayışa yatkın hakim ve savcılarımızın uygulamalarını görüyoruz.

Ama ne yazık ki yaptıkları hukukdışı antidemokratik uygulamaların sonucunda da hak ettikleri konuma da girmekten kendilerini koruyamıyorlar.

Burada adlandırarak isim söylemeye hiç de gerek yok.

Bilen zaten bilir, bilmeyenler de bilenlerden öğrenebilir

En derin saygılarımla