SİYASETİ YOZLAŞTIRAN NEDENLER?!! (II)
Eklenme: 3/4/2015 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü sohbetimizde de ifade etmeye çalıştığım gerçek olay, "siyaseti yozlaştıran" nedenlerin bazı önemli başlıklarının dile getirilmesiydi.

Bugün de aynı tarzda dünkü tespitlerimizden daha fazlasıyla, gündeme yeni düşen önemli bazı olayları da ekleyerek sizinle paylaşmak istiyorum.

Bilindiği gibi toplumları toplum eden, ülkeleri büyüten, dünya kamuoyu nezdinde söz sahibi ettiren, diğer bir deyimle sözü geçen devletler ve milletler yapan bazı önemli özellikler söz konusudur.

Bunları taşımalı ve sahip olmalıdır.

Ki nerede olursa olsun, hangi coğrafyada bulunursa bulunulsun önemli değil.

Önemli olan; "onu güçlü ve söz sahibi" ettiren, özelliklere sahip oluşudur.

İşte bunların başında gelen de "siyasi dik" duruştur..

En önemlisi de siyaseti yozlaştırmamak için her politikacı kendi gerçek kimliğiyle halkının karşısına çıkmalıdır.

Yalan söylememek, dayanaksız laf üretmemek, makyajlı politikadan uzak durmak gerekir.

Hele hele tüm bu gerçeklerin başını çeken en önemli olay da ciddi bir devlet vasfını taşıyabilmek için gerçekleri berrak göstermek, yani iyilikleri topluma enjekte etmek, kötülükleri de kökten kaldırmak lazım.

Şeffaf olunmalı.

İyilikleri kötü olarak gösteren, kötülükleri de iyi olarak gösteren bir devlet kavramı düşünülemez.

İleri demokratik anlayışa sahip bir ülke, unutulmamalıdır ki hiçbir zaman "kötüye kötü demeden, iyiye de iyi demeden" devlet vasfını taşıyamaz, çağdaşlığa, büyümeye, gelişmeye ve oluşmaya şans bulamaz.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Son birkaç gündür Türkiye, iktidarıyla muhalefetiyle büyük bir ittifak içerisinde Yaşar Kemal’in ölümüne çok önem vermiş durumda.

Neredeyse birileri ağıt yakıyor, matem tutuyor ve tapınak durumuna getirmek istiyor.

Teşvikiye Camisinin avlusunda duranların kaçta kaçının abdestli olup olmadığını tabi bilemiyoruz?

Ama bazı siyaset ve medya grubunun zevatlarının, Yaşar Kemal’in cenazesi üzerinde namaz kılmak için saf tutmaları, imamın arkasında durmaları, gerçekten insanı düşündürmüyor değil.

Çünkü, hayatında “Allah” demeyen insanları, “Alnı secdeye değmeyen”, “Abdest suyu bile yüzüne değmeyen” insanları gördük ki abdestsiz namaza durmuşlar, saf bağlamışlar.

Gerçi o bizi ilgilendirmez!

Onlarla Allah arasında olan bir olaydır.

Amma velâkin yüce İslam dini bunu kabullenmiyor?

İslam’ın ve İslam hukukunun kural ve kaidesine terstir, abdestsiz namaz kılmak…

İslamiyet’e hakaret içeriyor..

İslamiyet’e ve Allah’a karşı büyük bir sorumluluk gerektirdiği gibi, yüce İslam dinini küçük düşürme vebaliyle karşı karşıya kalır.

İkinci bir husus; inandığımız ve bağlı bulunduğumuz yüce İslam dini hükümleri gereğince; net olarak bilemediğin ve göremediğin olaylara şahitlik yapmak, haramdır ve yasaktır.

Yalancı şahitlik yüce İslam dininin hükümlerine aykırı olduğu gibi, yasalarımızda da yeri yoktur ve bir nevi suç teşkil eder.

***

Sevgili okurlar..

Dikkat ediniz ki;

Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in “Bakara” suresinin 282. ayetinin son bölümünde yalancı şahitler için şöyle buyuruyor;

“Gördüğünüz gerçeklere net olarak şahitlik yapmanız lazım. Her kim ki bildiğini ve gördüğünü söylemezse kesinlikle onun kalbi ağır günah taşıyor. Hatta küfür bile nispet edilir”

Bir de yalan söyleyen, yalancı şahitlik yapan insanlar, Allah’ın lanet ve gazabından kendini kurtaramaz.

Bir de yalancı şahitlik, İslam hukukuna göre “Şahadet’üz-Zur” olarak adlandırılır ki manası yalancı şahit demektir.

Bu da “Mubikat’i Sab’a” denilen yedi büyük günahlardan birisidir.

* * *

Evet, Yaşar Kemal’in vefatı nedeniyle politikadan, medyadan, sanat dünyasından ağzı olan herkes konuştu.

Ama gerçek, ama yalan.

Bu da bir gerçektir ki bir insan öbür dünyaya rihlet yaptığı zaman, artık dünyadaki pozisyon şekli değişir, Allah’la baş başa kalır.

Onun yaptığı iyilikler karşısına çıkar ve onu kurtarır, kötülükler ise yine aynı şekilde karşısına çıkar ve boynuna adeta bir ferman vesikası gibi takılır.

Birkaç yıl önceydi, Kocatepe Camisinde öğle namazını müteakip bir iki cenaze getirildi, musalla taşına konuldu, İmam Efendi namaza dururken, sağına soluna dönerek, cemaate şöyle seslendi;

“Ey cemaat!

Siz bu mevtadan ne anlarsınız, ne bilirseniz söyleyin”

Tabiatıyla cemaat “İyidir, biz ondan razıyız Allah da ondan razı olsun” deme geleneğini yerine getirdiler.

Ama orada 4–5 genç aynen şu şekilde hocaya dönüp “Hocam bizi yalancı şahitliğe davet etme” diye slogan attılar.

Yani bilemediğimiz bir insan veyahut dünya hayatındaki yapmış olduğu melanet, pislikleri bilindiği halde, siz onu örtbas edip de insanları yalan söylemeye davet etmeyin ey imam efendi!

Bunu söylemek istediler.

Biz de burada Yaşar Kemal için “Allah rahmet etsin” deme yerine “Toprağı bol olsun” deme lüzumunu hissediyoruz.

Zira hayatı boyunca yazılarından hiçbirisinde Allah’a inanacak tek bir eylem ve ameli sözlü olsun, fiili olsun, herhangi bir şey görmedik ve duymadık.

Kürt kökenli olduğu halde, Kürdün inancını yaşamıyordu, Türk olmadığı halde Türkçülük, Turancılık anlayışıyla İslam’a karşı yazılar yazıyordu.

“İnce Memed” isimli kitabı zaten Yaşar Kemal’i ele veriyor.

Bize göre Yaşar Kemal’in gerçek kimliği “İnce Memed” romanıdır.

Tüm bunlara rağmen, iktidar partisine mensup bazı milletvekilleri olsun, bazı bakanlar olsun, hatta Başbakan dahi Yaşar Kemal’e deyim yerindeyse hak etmediği halde birileri tarafından yalancı şahitlik yapıldı.

İşte Türkiye’deki manzara hep bu…

İnsanlar ölmeden evvel, herhangi bir kıymet-i Harbiyeleri olmadığı halde, öldükten sonra kutsallaşıyor, büyüyor, göklere doğru yüceltiliyor.

Aslında gerçek yüzlü bir Türkiye, gerçek kimlik ne ise her platformda böylece tanışmalıdır ve tanıtmalıdır.

Yani kimliğine göre gerçek yüzünü topluma lanse etmeliyiz.

* * *

Evet, bu faslı burada sonlandırırken…

İçişleri Bakanı Sayın Efkan Ala’yı birkaç gün önce TBMM Genel Kurulunda kürsüye çıkarak dile getirdiği bazı önemli konulardan dolayı tüm kamuoyu nezdinde tebrik ediyoruz, kutluyoruz, Allah yardımcın olsun diyoruz.

Bir resmi sıfatla, yasalar çerçevesi içerisinde, düşüncesini gizli tutmadan, gerçek mahiyetini ortaya koyan Sayın Ala şöyle söyledi;

“Anayasaya yemin ediyoruz, uyuyoruz. Bu anayasanın kötü bir anayasa olduğunu söylememize engel bir durum yok, olsa da tanımıyoruz. Bu anayasa darbe anayasasıdır, kötü bir anayasadır, doğru dürüst bir anayasa değildir. Anayasada diyor ki, ‘Egemenlik milletindir, millet bu egemenliğini devletin anayasal kurumları eliyle kullanır’… Katılıyor musunuz buna Allah aşkına. Millet egemenliğini milletvekilleri eli ile kullanır, referandum yoluyla kullanır. Hiçbir anayasal kurum millet egemenliği kullanma yetkisine sahip değildir, tanımıyorum. Bu anayasa derhal değişmelidir. Milletin iradesini gasp etmiş, satır aralarına gizlemiştir, söküp çıkartıp millete teslim etmek bizim görevimizdir”

Bu tarihi kutsal ifadeleri söyleyen Sayın Ala’ya, yerden göğe kadar dua ediyoruz, Allah onunla beraber olsun diyoruz.

Keşke iktidar olsun, muhalefet olsun, parlamenter olsun, parlamenter olmasın, tüm resmi sıfatların ağzından çıkan kelimeler hep böyle gerçek olsaydı.

İnanın, sevgili okurlar.

Sayın Ala, milletimizin ruhunu okumuştur, hem de içten tespit ederek okumuştur.

Bize göre Meclisteki bu tespitleri artık slogan haline getirilip, “Bu anayasayı tanımıyoruz” kampanyasına iştirak etmelidir herkes.

Zira bu tarihi bir tespittir ve Kur’an ayeti gibi doğrudur.

Bu anayasa batıldır, yanlıştır….

“Ke’en lem yekûn”dur…

Hiç olmamış gibi bir varlıktır ve halkın referandumuyla bu anayasanın değiştirilmesi için, zaman kaybetmeden hemen referanduma geçilmeli ve derhal değiştirilmelidir.

Biz de burada Sayın İçişleri Bakanımızı destekliyor, tekrar tekrar kutluyoruz.

Ve bu söylemlerini de bir kampanya çağrısı olarak kabul ediyoruz.

Çoğulcu demokratik parlamenter sisteminin bugün yapması gereken de bu olmalıdır.

Zaman kaybetmeden halkın beynini, inancını, imanını, düşüncelerini ipotek altına alan darbelerin anayasaları; artık demokratik, hukukun üstünlüğüne inanan bir Türkiye’yi temsil etmemelidir.

En derin saygı ve sevgilerimle.