SİYASETTE, EMANETE SADAKAT VAR MI?!!
Eklenme: 2/13/2015 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü sohbetimizde ifade etmeye çalıştığım gibi, “Politikacılar ve siyaset dünyası; iktidar olsun, muhalefet olsun, ne yaparlarsa yapsınlar, toplumsal huzuru ve kamu düzenini bu gidişatla sağlayamayacaklar?”

Malumunuz üzre; Siyaset, halkın emanetine dayalı bir "milli irade" demektir.

Yani, Milli irade paralelinde gerçekleşmeyen siyaset, "milli siyaset" olamaz.

Ya kişisel rant ve çıkara dayalı olur veya da totaliter, zorba, baskıcı rejimlere dönüşür.

Bu nedenle diyoruz ki siyaset yapmak isteyen her kim olursa olsun, hangi platformda bulunursa bulunsun, hedef ve amacı ne olursa olsun, ister iktidar mensubu, ister muhalefet mensubu olsun, bir İslam ülkesi içerisinde bulunan Müslüman bir topluluğun oylarıyla demokratik parlamenter sistemi doğrultusunda TBMM’ne gitmiş bir kişi, öncelikle ve özellikle;

“Fenâ-Fil-İhvân, yani; Doğru yoldaki mümin kardeşlerinde fâni olmaktır. Onları çok sever. Her hususta onları kendine tercih eder, malını ve canını ondan esirgemez”

Yani kişisel rant ve çıkarı arka plana atar, onu oraya gönderen halkın ve seçmenlerinin emrine girer ve günlük hayatını o halkla pekiştirir, onların istek ve arzularını meşru zeminde yerine getirmeye çalışır.

Aksi takdirde kendini "emanete hıyanet" yapmaya sürükler ki telafisi hiçbir zaman mümkün olmayan kötülüklerdir.

* * *

Türkiye’deki ve hatta tüm İslam dünyasındaki mevcut sistemin varlığı nedeniyle hiçbir siyaset alanı, milletine dönük özellikle İslam gerçeğine uygun bir hizmet ortaya koyamıyor?

Neden mi?

Zira dış ülkelerden ihraç edilen İslam dışı yasaların uygulamaları buna müsait değildir.

İslam ve ahlakın gelişmesine geçit vermiyor.

Hele hele batı emperyalizmi paralelinde neşriyat yapan medya unsurlarının birer fitne ve bozgunculuk unsuru haline gelirse ve o bozguncu medyaya da düşünce özgürlüğü adı altında serbestiyet kazandırılırsa, o zaman siyaset alanı da mecrasından ve yörüngesinden çıkar, başka yönlere sapar.

Ki o zaman kendi halkıyla ters düşme zorunluluğuyla karşı karşıya kalır, yarar yerine zarar söz konusu olur.

Tıpkı yıllardan beri oluşa gelen politik uygulamaların varlığı gibi.

Bir Müslümanlık sıfatıyla yola çıkıp, kendini milletin emanetine adamış kimse; mutlaka o milletin iradesi, istek ve arzuları, tarihi kültür ve gelenekleri ile oturup kalkması gerekir.

Kendini o potada eritmesi gerekir.

Aksi takdirde toplumsal, manevi birer bozguncu ve fesat unsuruyla karşı karşıya kalır.

Yani kendi milletinden ve seçmenlerinden uzaklaşarak, batıl ve bozgunculuktan kendini kurtaramaz.

* * *

Bakınız, geçmiş tarihimiz buna şahittir ki İslam topluluğu daima din ve şeriatın hükümleri paralelinde gelişmiş, terakki etmiş, güçlenmiş.

Ne vakit ki din ve İslam hukuku dışına atılmışsa, mutlaka batı emperyalizminden ithal edilmiş kavmiyet unsuriyetinden kendini kurtaramamıştır.

Böylece olay “sen-ben” kavgasına dönüşmüştür...

Ümmet ve ülke; bölünmüşlük ve parçalanmışlık uçurumunun kenarına getirilmiştir.

Nitekim çok uzakta değil, bundan yüzyıl önce yani 20. yüzyılın başlarında Osmanlının yıkılması, Hilafet-i İslamiye’nin ilgası, bunun bir göstergesidir ve alamet-i farikasıdır.

Yahudi Hertz’lerin, Emanuel Karasu’ların yıldız sarayındaki yapmış oldukları gizli faaliyet Osmanlıyı ve tüm İslam dünyasını bu duruma getirmiş ve nihayetinde ırkçılığı, Turancılığı, ümmetin kalbine dikebilmişlerdir…

Beynine ırkçılık sevdasını enjekte edebilmişler..

Ve böylece I. Dünya Savaşı meydana gelmiş ve İslam dünyası ne yazık ki batı ve siyon emperyalizminin kucağına düşürüldü.

Nitekim Osmanlının I. Dünya Savaşı’na girmeden evvel bile sömürücü, emperyalist İngilizlerin Arap Yarımadası’ndaki aktif faaliyetleri ve Arapları Osmanlıya karşı ayaklandırmaları, tarihi bir gerçektir ve günümüzü yansıtan olayın berrak bir aynasıdır.

Hiç kimse inkâr edemez.

Zira emperyalist, sömürücü dünyanın, özellikle Britanya’nın yeryüzünde oldukça güçlenmeleri, İslam dünyasının zayıf düşme ve güçsüzleşmesine bağlıdır.

İngilizler, Arap Yarımadasına görevlendirdikleri piyon Lawrance’lar, özellikle kılık kıyafet değiştirerek, kendini pozisyondan pozisyona sokmuş gizli bir ajan olarak Müslüman Osmanlılara karşı Arapları ayaklandırabilmiştir.

Hatta İstanbul-Medine Devlet Demir Yolu hattını Şam ve Ürdün civarında havaya uçurup, Medine’nin yolunu dahi tıkatmaya çalışmışlardı.

Bunun temel nedeni de; iç içe yaşayan ve bir ümmet sıfatıyla birbirine sarılan değişik kavimler ve unsurlar olarak, tam beş yüz sene boyunca İslam bayraktarlığını yapmış olmalarıdır.

Coğrafya insanı ansızın büyük bir tehlikeyle karşı karşıya bırakılmış ve her taraf ne yazık ki yağmalanmış ve sömürücü unsurlar, böylece İslam topraklarını küfrün çizmeleri altında inim inim inletmiştir ve bugün de aynen devam ediyor.

* * *

İşte, sevgili can dostlar.

Politikanın, siyasetin can damarı millet şuuruyla şuurlanmaktır, ülkenin bütünlüğüyle bütünleşmektir, halkın diniyle, inancıyla, pekişmektir.

Böylece emanete sahip çıkmış birer gerçek emanetçi olunabilinir.

O zaman o milli güçle, ülke bütünlüğüyle, tüm İslam dünyasının düşmanlarına karşı korkutucu bir güç varlığı meydana çıkabilir.

İşte, Arap dünyasının bugünkü hali, tümüyle yüz sene evvelki aldanmışlığın, içine düştükleri hıyanetin faturasıdır.

Osmanlının yıkılması ise; yıldız sarayının gizli dönme, piyon ajanlarla dolup taşması sonucu olmuştur.

Sultan Abdülhamit alaşağı edilmiş ve Devlet-i Âliyeyi Osmaniye böylece yok etmişlerdir.

Zira daha önce de söylediğim gibi Selanik dönmelerinden tut, diğer İslam dışı unsurların ve asabiyetlerin ümmetin içindeki gizli kimliklerin varlığına kadar, hepsi söz konusu olmuştur.

Gerektiğinde söz sahibi olmuşlar.

Tıpkı bugünkü Türkiye’mizin içine düşmüş olduğu hal gibi.

Siyasetin ve politikanın karşı karşıya kaldığı nice İslamcı dönmeler var.

Onun için diyoruz ki, her nereden gelirse gelsin, ırkçılığa ve asabiyete dayalı kavmiyetçilik, İslam ümmetinin yıkılışına yönelik temel varlıklardır.

İslam ümmetini birbirine düşürüp tefrikaya sebebiyet verme ve dolayısıyla bu tefrikadan (bölünmeden) faydalanıp, devletin her kesimini yağmalama fırsatını eline geçiren zararlı siyaset, siyaset değildir.

Haydutlaşmadır, canavarlaşmadan başka bir şey düşünülemez.

Bakıyoruz ki siyasi alanlarda görünen bazı vakalar, bu söylediklerimizin birer kanıtlayıcı delildir.

İşte önceki gün İstanbul’da silahlı saldırıya uğrayan eski bir Bakanın yakının olayı, bu söylediklerimizin birer kanıtlayıcı delilidir.

İktidar partisinde nerede ise 8-10 yıl gibi bir süre Bakanlık yapan kişi ne yazık ki kendini yakınlarına ihale vermekten, rant temin etme şaibelerinden kurtaramamıştır.

Ve bugün Bakanlık koltuğunda bulunmadığı için fırsat bu fırsat dercesine yakınlarına silahlı saldırı gerçekleşiyorsa, bu çok büyük bir anlam taşıyor.

Hiç de boşuna değildir.

Acaba, verilen sözün yerine getirilmeme kavgası mıdır?

En derin saygı ve sevgilerimle.

Hayırlı cumalar.