SOMA, MUHALEFET VE MEDYA BARONLARI! (II)
Eklenme: 5/20/2014 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

Bilindiği üzre toplumların bünyesinde var olagelen iki kavram vardır.

Vazife ve mesuliyet kavramları.

Şöyle ki, herkes üstüne düşen vazifeyi yaparken, mesuliyeti de kabul etmeli.

Bu da hakkı, hukuku ve hakkaniyeti muhafaza etmekle gerçekleşir.

Aksi halde sorumsuzca vazifesini kötüye kullanmak had ve hududunu aşmak demektir.

Hakkı, hukuku, hakkaniyeti çiğneyip geçmek demektir.

Bir zamanlar, yani Osmanlının son dönemlerinde, devlet keşmekeşlik içerisinde yürürken, en çok sıkıntı çeken ahali olmuştur..

Nitekim tarihi bir devletin ansızın yok olup gitmesi de bunun kanıtlayıcı bir delilidir.

Eali ve ahali tabakaları arasında dengesizlik oluşmaya başladığı an, işte o ülkenin kıyameti o zaman kopar.

Yani ahali ile devletin üst düzeydeki zirve tabakası bir paralellik arz etmezse, ealiler (üstün tabaka) kendi ahalisine başka gözle bakarsa, işte o zaman kıyamet kopar.

Osmanlı dönemindeki devlet kavramı telaffuz edildiği zaman, devleti yönetenler: ealilerin (üstünlerin), devleti mutlaka ahalinin reyine (oyuna) dayalı olarak yönetirlerdi.

Bir diğer deyimle milli iradeyi üstlenen devlet tabakası, o milli irade paralelinde adım attığı müddetçe, tüm şaibelerden arınmış olur.

Daha doğrusu, tek kelimeyle şunu diyebiliriz; devletin uzun ömürlü olabilmesi için, çoğulcu parlamenter sisteminin tümü şaibelerden, kötülüklerden arındırılmış olması gerekir.

Ki bu şeref, bu yücelik, bu koruma gerçeği yine toplumun içinden çıkan seçkin insanların varlığıyla olabilir.

Halkın bireylerinden oluşturulan meclisler, ister muhalefet olsun, ister iktidar olsun, kişisel rant ve çıkarlarından arındırılmış olmasıyla beraber semavi gerçekler de o beraberliği koruma altına alır.

Bu misyonlar; hakkını, hakkaniyetini ve haddini, hududunu bilen insanlara tevdi edilmelidir.

Osmanlı Devleti; avam tabakası itibariyle, devlet ve hilafetin gerçek var oluş gücünü, yüce İslam şeriatından ve onun paralelinde yürüyen Hilafet-i İslamiyeden nasibini alıp, tüm siyasetini o yönde gerçekleştiriyordu.

Şimdi ise çağdaş medeni dünya olarak kendini tanımlayan sistemler, rejimler, demokrasinin duvarına belini dayıyor ise de o duvar zorlanarak arka tarafa doğru yıkılıp gidiyor veyahut eğri büğrü kalıyor.

Bu acıyı da çeken yine milletlerdir.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Soma olayı, ülkeyi derinden sarsmıştır.

Halk, ölen 301 masum insanın vefatıyla derin bir üzüntü içerisinde kıvranıp dururken, bakıyoruz ki karşımızda fesat, bozguncu medyanın birtakım keferetül fecereleri bu mühim ve derin olayı umursamayarak, edepsizce boşboğazlık yaparak, ihanet gözüyle vefat eden o insanlara bakıyor ve büyük cesaret göstererek, Onların tümü ölümü hak etmiştiler diyor.

Ve Ölenlerin hepsi AK Partinin miting meydanlarını dolduran kiralık insanlar diye salyasını akıtmış bir yaratık gibi yazılı medyanın sayfalarında kinini açığa vurmaktadır..

Diğer keferenin birisi de Ne şehittir ne gazi, kar uğruna ölen Niyazi diye hezeyanlarını dile getirmektedir.

Ama ne yazık ki ülkeyi birbirine düşüren, halkı hafife alan, milli irade ve egemenliğini hiçe sayan böylesine İngiliz piyonlarının, medyadan kovulup arındırılması gerekirken, hür bir Türkiye olarak tanımlanıyor ve bunlarda elini kolunu sallayarak serbest hareket ediyorlar.

Ne yazık ki hala da devam ediyor.

Başbakanın varlığını içine sindiremeyen bu tür ihanet tabakaları, Müslüman olamazlar.

Olsa olsa basmakalıp küfür dünyasının birer piyonu durumundadırlar..

İnsan suretindeki şeytanlardır.

Eğer Türkiye, kendini Avrupa Birliğine aday olarak gösteriyorsa, Avrupa Birliği gibi her şeyinde de ittifak içinde olması gerekir.

Hatta tüm İslam dünyasının birleşmesi gerekir ki piyon ve bazı kefere medya mensuplarına artık konuşma şansı tanınmasın.

çünkü millet; bütün gücüyle, nefretle bunları yuhalarken, ne yazık ki demokratik sistem adı altında bunlar korunuyor ve himaye altına alınıyor.

* * *

Oysaki yüce İslam dinin gereği olarak, demokratik hukuk ilkelerine bağlı kalan bir anlayış, mutlaka ulul emir yani devleti temsil eden devlet yöneticilerine her halükarda itaatkr olmak ve bir Başbakanı tezyif, tahkir etmektense, baş tacı edip üstün seviyede görmek gerekir.

Sayın Recep Tayyip Erdoğan gibi devletin tüm yetkilerini milli irade paralelinde kullanan bir Başbakana Türkiye bir daha ne derecede sahip olabilir ki?

Ama ne yazık ki bu tür İngiliz ve Siyonist teşkilatların içimizdeki piyonları, zehir kusarken, devleti yerden yere çakarken, millet arasına nifak tohumları ekerken, bunlar hakkında hiçbir yasa uygulanmıyor.

Bunları da hür düşünce olarak ileri sürerek, ucuz fetvalar veriliyor.

Ulul emir denilen muktedir bir iktidar hiçbir zaman küçük düşürülemez ve o Başbakan görmezlikten gelinemez, onun emir ve uygulamalarına itaat etmek, milletin gücüne inanmak demektir.

Milletin varlığına ve şahsiyet-i maneviyesine uymak gerekir.

Devlet, o zaman devlet olabilir, iktidarlar da muktedir duruma geçer.

çünkü en tehlikeli fitne unsurlarıyla mücadele eden bir devletin gerçek yüzü ortada görünüyor.

Yani devlet, devletliğini böylece göstermiş oluyor.

Devletin şahsiyet-i maneviyesi milletin somut gücünün, zulme ve zalimlere karşı dimdik ayakta olmasından geçer.

Eğer böylesine küfrünü, gayzını rasgele manşetlere taşıyan insanlar varsa, yasaların uygulayıcıları da bunlara karşı susarsa, o zaman vay bu milletin haline demekten başka bir şey söz konusu olamaz.

Tek kelimeyle özetlemek gerekirse, devlet artık devletliğini göstermelidir.

Zira bu millet artık tarihi ecdadının gerçek yüzünü görmek istiyor.

Yani İslamın hükümranlığını, Osmanlının hilafet gerçeğini görmek istiyor.

Aksi takdirde ülke böylesi edepsiz medyanın saçtığı fitnelerden kendini koruyamaz ve mağlup olması mukadderdir.

Haylaz çocuklar gibi ortalığı karıştırıp, bozgunculuğa çalışan her kim olursa olsun, devlet artık devletliğini göstermelidir.

Millet adına milli iradeyi uygulamalıdır.

En derin saygı ve sevgilerimle.