"SORUŞTURMA AÇILDI ARAŞTIRIYORUZ!"
Eklenme: 10/4/2010 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar! Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumunu izlemek üzere dün İstanbuldaydım. Ataköy Sinan Erdem Spor Salonunda yapılan bu Sempozyuma dünyanın birçok ülkesinden büyük ilim adamları gelmişti. Sempozyum yaklaşık 3 gün devam edecek. İzlenimlerime göre, dünya bu gün artık değişiyor ve değişmiştir bile. Salonda Bediüzzaman Hazretlerinin eserlerine karşı gösterilen ilgi takdire şayandı. Kırk dilden fazla tercüme edilen Risale-i Nur eserlerini artık dünya kucaklıyor ve okuyor. Sempozyumda; Bediüzzaman Hazretlerinin görüşlerini dile getiren siyasilerimizden tutun da, yabancı kimliklere kadar hepsi şu ifade üzerine ittifak ettiler. Sözde medeni ve çağdaş Dünya, teknolojide baş döndürücü bir şekilde ilerlerken günümüzdeki insanlara "dünya ve ahiret saadeti" açısından bir şey verememektedir. Verdikleri tek bir şey var o da ürettikleri silahlardır. Ne kadar modernini üretip bunun temelinde insanları öldürmektir, yaşatmak değildir. Bediüzzaman Hazretlerinin felsefesi ise insanlığı öldürmek değil, onları yaşatmaktır ve yaşatmak inancıdır. Risale-i Nur Külliyatı eğer bu gün Amerika'da okunuyorsa, Fransa'da, İngiltere'de elden ele dolaşıyorsa birçok ülkede resmi üniversitelerde ders kitabı olarak okutuluyorsa, bu insanlığa verilen bir ümittir ve kurtuluşa yönelik çabadır.

* * *

Bakın sevgili okurlar! Günümüzde İnsanlar İnanç ve İslamiyet arayışı içerisinde iken, ülkemiz terör belasıyla boğuşuyor. Ve bir türlü de kendini bu beladan arındırıp, kurtulamıyor. Ki bunun baş aktörü de mevcut anayasadır. Ülkeyi sorunlar yumağına getiren bir darbeci anayasanın varlığı söz konusudur. Böylesine bir anayasa dünyanın hiç bir yerinde yoktur. Ancak Totaliter yönetimlerle yönetilen ülkelerde böyle bir anayasa mevcudiyetini sürdürebilir.

* * *

İşte; Türkiyemizin hali pür melali! Her türlü; "olumsuzluk ve sorumsuzluk" vaki. Onun için de; "hadiseler" açısından çok bonkör. Hep hadiseler tazeliğini koruyor. Gün geçmiyor ki; "can alıcı" bir vukuat yaşanmasın. Velhasıl! Türkiye, Doğusuyla, Batısıyla, Kürdüyle, Türküyle, Arabıyla, Acemiyle, Lazıyla, Çerkeziyle, günlük yaşam akışını hep sorunlarla geçirmekte. Ve bunları yaşamaya zorlanıyor. Siyasal, sosyal, ekonomik, ahlaki ve kültürel gibi zorunlu olarak ülke insanlarını ilgilendiren tüm günlük gereksinmeler sorunlarla neticeleniyor. Hem de nasıl sorunlar? Öylesine sorunlar ki; hiçbir siyasi güç bunları çözemez hale geliyor? Nedenine gelince; bilimsel olarak düşünüldüğünde olayın temelinde sistemin çürümüşlüğü önümüze çıkmaktadır. O nedenle diyorum ki; Eğer bir suçlu aranıyorsa o da sitemdir, mevcut anayasadır ve antidemokratik yasalardır. Zira mevcut anayasa başlı başına sorunlar yumağı durumuna gelmiştir. Yani olayların oluşması veya oluşturulmasının olmazsa olmazı olan şudur ki insan temel hak ve özgürlüklerine dayalı bir anayasanın mevcudiyeti lazım iken; ne hazindir ki o da yoktur. Şayet toplumsal bir arayış isteniliyorsa, öncelikle milli irade mevcut anayasaya el atması gerekir.

* * *

Önemli bir etken de; Eğitim ve Öğretimdir. Ne var ki; bu yönden de ciddi bir çarpıklık söz konusudur. Toplumun bireyleri "insan temel hak ve özgürlüklerine" aykırı, yanlış eğitilmekte ve öğretilmektedir. İster kötü olsun, ister güzel olsun toplumların bünyesinde barındıkları bireyler ve o bireylerden meydana gelen aileler eğer günlük hayat normlarını sağlayamıyorsa ve hep sıkıntılarla karşılaşıyorsa, yaşamını düzgün ve dürüst bir mecraya koyamıyorsa bunun temelinde "cehalet" yatmaktadır. İnançsızlık, eğitimsizlik ve öğretimsizliktir; bu "fitne" atmosferini yaratan. Şayet o kaynak gücünü, nemasını "insan temel hak ve özgürlüklerden" almıyorsa yani "adalet hakta değil, güçlüden yana" işliyorsa o zaman suçluyu veya suçluları orada aramamak lazım. Uzağa gitmeye gerek yok.  Çünkü olayların çıkış merkezi gayri ciddi yasalardır ve yanlış uygulamalardır.

* * *

Garip olan da; Sistemin kendi bünyesinde barındırdığı hukuk dışı olan sıkıntıları hukuksal olarak göstermesidir. Ve buna da "demokrasi ve hukukun üstünlüğü" demesidir. Ki bu da aleni bir şekilde halkı kandırmaktır, yanıltmaktır ve yanlış yönlere yönlendirmektir. Daha doğrusu net bir ifade etmek istiyorum ki; devleti kendi milletine şeytanı melek olarak göstermek, meleği de şeytan olarak yutturmaktır. Diğer bir deyimle söylemek gerekirse; zehirli kocaman bir ejderha yılanını, yunus balığı olarak tanımlamak ve milletin sofrasına koymaktan başka bir şey değildir. Millet yıllardan beri sistemle oluşa gelen "karanlık odakların" karanlığında yürütülmekte, sistemin arka bahçesi durumunda olan kan emici sülükler tarafından sömürülmektedir. Ve ne hazindir ki millet kendini bu vampirlerden kurtaramamıştır.

* * *

Bakınız; Birçok kamu kurum ve kuruluşların bünyesinde gizlenip-saklanan öylesine çete vari oluşumlar var ki; dünyanın hiçbir yerinde benzeri görülmemiştir. Çete, gladyo, faşizan oluşumlar ve askeri vesayet! Yargının antidemokratik keyfi kararları. Hukukdışılık, rüşvet ve rant şaibeleri. Tabiri caizse "ne ararsan var". Ülkemizde hepsi diz boyu haline gelmiştir. Sevgili okurlar! Anlatmaya çalıştığım tüm gerçek ve uygulanan antidemokratik hukuk dışı uygulamaların temel kaynağı, ana müsebbibi veya sebebi asliyesi yakın tarihimizde bize dayatılan darbecilerin, vesayetçilerin ve sahte kurtarıcıların mevcut anayasasıdır. Bu anayasanın devletin derinliğine salmış olduğu kök maalesef millete tatlı meyve veren bir ağaç olmamıştır. Habaset üreten, zehir saçan ve toplumun karnına öldürücü sancılar veren meyve ağacı olmuştur. Zehirli meyveleri toplumun mide ve bağırsaklarını külliyen kirletmiştir. Toplumsal bir kurtuluşun çare-i, yegânesi de, devlet milletiyle el ele vererek demokratik zeminde bu karanlık sorunlar yumağı durumunda olan "zehirli yapıya" artık neşter vurmalıdır. Aksi halde toplum, yedisinden yetmişine kadar yozlaştırılmış bir ahlak çöküntüsüyle daha büyük badirelerle karşı karşıya gelebilir.

* * *

Her gün izlediğimiz görsel medyanın ekranında neleri görmüyoruz ki? Yazılı medyanın sürmanşetleri ve manşetleri, birinci sayfada büyük puntolarla neleri yazmıyor ki? İşte başta söylediğim gibi bu toplumu, bu hale sokan ana kaynak ve temel neden "hukukdışılıktır ve antidemokratik" uygulamalardır. Bunlar da devletin eliyle işletilmektedir. Ve olayların baş müsebbibi de anayasadır. Bakınız sevgili okurlar! Hiç uzağa gitmeye lüzum yok. Bir önceki gün gazeteniz Diyarbakır Söz'ün birinci sayfa sağ başköşesinde bir haber. Haberin içeriği ve yer alan resim yazdıklarımızın birebir örtüşmesidir. Yetkililerin ve toplumun dikkatini çekmek için bir ders-i ibrettir. İmansız, inançsız, Allah'ı tanımayan, ahlaken yozlaştırılmış bir gençlik potansiyelinin "getirdiği" acı faturadır. Bu vahşetin, bu dalaletin ve bu gafletin temel varlığı ve yegâne sebebi mevcut sistemdir ve bu sistemin baş müdafileridir. Anayasadır ve mevcut yasalardır. Bunca suç potansiyelinin çoğalmasının nedeni yasalarda caydırıcılığın olmayışıdır. Mevcut hukuksuzluktur ve antidemokratik yargılamanın varlığıdır. Ve tabi ki; Avrupa Evrensel İnsan Hakları Sözleşmesine aykırı nizamnamelerdir. Milli iradeyi tanımayıp, hiçe saymaktır. Bakın haberin başlığı aynen şöyle: "VAHŞETİN SIRRI ÇÖZÜLDÜ" Haber devamla şöyle! Gerçi bu haberi bir önceki gün okumuşsunuzdur. Ama tazeliğini vicdanlara taşımak için burada özetliyoruz. Etkili ve yetkililerin kulakları çınlasın diye yazıyoruz! "-Katil torun ve kızı. Diyarbakır'da önceki gün boğazı kesilip otuz bir bıçak darbesiyle öldürülen Lamia Subaşını çarşıya çıkmalarına izin vermediği kızı A. Subaşı ile onbeş yaşında torunu L. Subaşı'nın öldürdüğü ortaya çıktı. Olayın ardından kaçan iki kız polis tarafından Sümerpark bahçesi içerisinde uyurken yakalandı." Evet, on dokuz yaşındaki A. Subaşı ile kızı onbeş yaşındaki L. Subaşı'nın birlikte işledikleri bu vahşet suçunun sebebi babaannelerinin başıboş olarak yetişkin iki kızın sokağa vakitli-vakitsiz dolaşmamasını istemesi. Nasihatini dinlemeyip "vay sen misin bize engel olan" ninelerinin birlikte boğazını keserek ve otuz beş yerinden bıçaklayıp, adeta doğrarcasına katletmişlerdir. Evet, sevgili okurlar! Demişler ya "Görünen köy kılavuz istemez" misali. Cumhuriyet Dönemi boyunca bu ülkenin hep olumsuzluklarla karşı karşıya kaldığı, sorunlar yumağının gittikçe "ülkeyi ve milleti" boğar hale geldiği; hepimizin malumudur.

* * *

Bence; Bugün yaşanılan ve yaşatılanlar, acımasızlık ihtiva eden olayların sebebi "vahşiliğe" göz yumulmasıdır. Olayları "soruşturma açıldı, araştırıyoruz" gibi klasik ifadelerle, geçiştirmedir. Yazık! Binlerce kez yazık ki yazık! Sormak lazım; ülke ve millet gerçeklerine karşı kafalarını "kuma gömüp" gövdelerini dışarıda bırakanlara. Yahu! Allah Aşkına; "ülkemizde yaşanmakta olan vahşet, acımasızlık, karanlık olaylar" Ortaçağ Cahiliye Devri'nde bu kadar yaşandı mı?" Ne çare ki; bugün "dik alası" yaşanmaktadır. Bunun nedeni ve acabası nedir? Elbette ki herkesin bir merak sayikası olmalıdır; "bu iki genç kızın kendi özbe ve öz babaannelerine uyguladıkları vahşetin temel nedeni nereye dayanıyor?" Öyle inanıyoruz ki sistem buna cevap bulamaz ve bulmaya da elverişli değildir. Çünkü zülfüyâra dokunulduğunda Başsavcılık: "Hemen soruşturma açıldı ve takip ediliyor" (!?). demekten başka da bir şey yok. Peki, sormazlar mı; bu gençler acaba hangi Kur'an Kursu'nda okudular. Veya Hangi İmam Hatip Lisesinden yetiştiler. Ya da mahallenin Cumhuriyet Okulunda mı veya da Ziya Gökalp Lisesinde mi yetiştiler. Veya Milli eğitim sistemine bağlı herhangi bir okulda mı yetiştiler. Bu sorunun cevabını da Valilik ile Mili Eğitim Müdürlüğü vermelidir. Aslına bakılırsa bu vahşetin ve acımasızlığın temel kaynağı inançsızlıktır. Zira görünen odur ki; sistem kuluçka makinesi gibi suçu ve suçluları üretiyor. Burda Laik Cumhuriyetimizin ve Milli Eğitim'in yetiştirdiği bir neslin varlığı söz konusudur. Çok ağır yemin edebilirim ki; yıllar yılı dağda hayvanları güden ve hiç okula gitmeyen sürü güden çobanlarımız bu vahşeti yapmazlar. Bırakın bu vahşetin yapılması dağdaki serçe kuşlarının yavrularına dahi dokunmazlar. Çünkü o çobanların ruhi derinliklerinde Allah korkusu var da ondan. En derin saygılarımla