TAĞUTİ SİSTEMLERDEKİ MÜSAVAT (EŞİTLİK) (?!!)
Eklenme: 12/20/2010 12:00:00 AM

Evet, sevgili SÖZ okurları Bilindiği gibi yerküremiz insanlık tarihi boyunca insanlık faktörüyle süslendirilmiş tüm güzellik ve kötülüklerle beraber asırlar boyu çarpışa çarpışa gelmiştir. Hakkın bulunduğu yerde mutlaka karşısında batıl, batılın bulunduğu yerde mutlaka hakkın ve hukukun varlığı kaçınılmaz olmuştur. Tıpkı eşyanın zıtlaşan unsurları gibi Mantıksal kıyaslama yapıldığında gerçekler tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmaktadır. Örneğin; mantıklı bir kaideye dayanarak kıyaslama yapılırsa şöyle iki kaziye karşımıza çıkacaktır. Biri müspet.. Biri menfi Müspet olan şudur ki: Güneş doğmuşsa gündüz vardır, mademki güneş var şu halde beraberinde aydınlık getirmiş, gündüz olmuştur. Buna kaziye-i mucibe (kıyas-ı mucibe) denilir. Güneş yoksa gündüz de yoktur, demek karanlıktır. Güneş yoktur, gündüz de yoktur demektir. Bu da kaziye-i salibe yani menfi bir hükümdür. Tıpkı varlıklar içerisinde zemin yüzünü donatan insan faktörü gibi.. Ve beraberinde getirdiği hak ile batılın çarpışması. Bir yerde hak ve hukuk, adalet ve insan temel haklarının varlığı söz konusu ise batılın, yanlışın, pisliğin varlığı söz konusu değildir. Hakkın, hukukun, adaletin bulunmadığı yerde de karanlığın, bataklığın, edepsizliğin, batılın varlığı da kaçınılmazdır. Bu her iki zıt olan anlayışın yerleri de bir arada değil değişik zeminlerde ve sistemlerde bulunur. Yüce Allah insanları yaratırken beraberinde insan temel hak ve hukukunu koruma altına alan sistemleri de getirmiştir. Buna da lahuti sistem denir.

* * *

Lahuti sistem demek, Yüce Allahın adaletine dayalı hukukun ana ilkelerini bünyesinde yaşatan sistemin adıdır. Bunun tam tersi ise nasuti veya tağuti sistemlerdir. Bu sistem gerçek insan temel hak ve özgürlüğünü tanımayan, keyfiliğe ve zorbalığa dayalı sathi yüzeysel bir süsleme donatıdan ibarettir. Ki beraberinde mezalimi, hukuksuzluğu, antidemokratik uygulamaların getirilmesidir. Bunların varlığı tarih boyu insanlar arasında yaşaya gelmiştir. Ve kıyamete dek devam edecektir. Ancak, her iki sistemi birbirinden ayırt etmek için Cenabı Allah insanı sınava tabi tutmuştur. Bu sınavı başarıyla kazanan insanlar toplumlarına daima yarar getirmiştir. Bu gerçek sınavı kaybeden insanlar da toplumların başına bela olmuş. Birer fitne unsurları durumuna girmiştir. Tıpkı bugün yeryüzündeki yaşanan hal gibi Bugün yeryüzünde insanoğlu arasında uygulanmakta olan sistemlerin yüzde doksan dokuzu tağuti sistemlere dayanmaktadır. Yani insanoğlu çağdaş, siyasi mezalimin gölgesinde inim inim inlemekte olduğu halde üstüne mezalimin siyah şalı çekilmiş görüntü tam tersine makyajlı olarak yansıtılmaktadır. Eğer bunun tam tersine lahuti bir sistemle beni beşer insanoğlu yönetilmiş olsaydı bugünkü yaşanan hâldan çok büyük farklılık görülecekti. Zira gerçek insanın temel hak ve hürriyetine yakışır, şeref ve haysiyetini koruma altına almış bir sistemle yönetilecekti.

* * *

Görünen odur ki, bugünkü yerküremiz maalesef bundan çok uzak durumdadır. Zira mevcut hal hukuksal olarak hep güçlüden yana işlenmekte olduğunu görüyoruz. Adalet terazisi büyük çapta güçlüden yana mesleği taassuptan yana dönmekte olduğunu görüyoruz. Oysaki hukuk ve adalet güçlünün ve elit tabakanın yanında değil, kanunların gölgesinde mağdurların ve zayıfların yanında olması gerekir. Ama heyhat görünen odur ki olay tam tersinedir. Süslenme var, makyajlanma var ve kirli yaşam şekilleri vardır. Bakınız, Üstat Bediüzzaman Hazretleri "Münazarat" isimli kitabında şu gerçeği dile getirmiştir. Müsavat insan makam ve mevkiinde değil, hukuk ve adalettindedir. Gerçek hukuk ve adaletin varlığında şah ile geda birdir. Yani bugünkü deyimle cumhurbaşkanı ile normal alt tabakadaki yaşayan insanlar arasında fark yoktur. Rütbeli, üniformalı generaller ile er arasında fark söz konusu değildir. Yani bir General çamura bulaşmış ayakabısını bir er'e temizletemez. Temizlettirilmesi, insan hak ve hakukuna tecavüz edilmiş olunur. Çetin Doğan paşa bunu yapıyorsa, bu bilinmedir ki o er'in hak ve hukuna, insanlığına tecavüz etmiştir. Lahuti sisteme dayalı olan şeriat hükümleri karınca hukukunu dahi korumaktadır. "Yani karıncayı basıp ezemezsiniz" der, karıncayı incitmekten men eden bir sistem insan hukukunu hiçbir zaman ihmal etmez. Elit tabaka ile alt tabaka, yani burjuva ile proletarya arasında hukuksal olarak müsavat ve eşitliğin varlığı söz konusudur ve kaçınılmazdır. Ama tağuti sisteme dayalı sözüm ona liberal demokratik sistem veya sosyalizm gibi dayatmaya yönelik sistemler de bu tür hukukun varlığı aranmamaktadır.

* * *

Bakınız, Allahın aslanı Hz. Ali (r.a)nin dönemin mahkeme yargılama kazısı olan kazı Şureyhin huzurunda Hz. Alinin zırhını çalmış adi bir Yahudi ile beraber yargılanmasını görüyoruz. Düşünün bir İslam Halifesi Hz. Ali, zırhını çalan bir Yahudi ile birlikte hakimin huzuruna çıkıyor ve davasını şahitler marifetiyle ispatlamadığı için hakkını kaybediyor ve aleyhinde karar veriliyor. Böylece İslamın ne kadar hukuksal ve adil bir din olduğunu anlayan Yahudi kazı Şureyhe karşı hemen itirafta bulunuyor. Diyor ki ya kazı "Ben İslamın o kadar yüce bir din, insan temel hak ve hukukunu inceden inceye koruyan bir din olduğunu bilmiyordum. Senin bu adaletine karşı ben itiraf ediyorum, bu zırh Hz. Alinin zırhıdır. Evet, çalınmış bir vaziyette bana gelmiş ben de onu saklamıştım. Fakat tanıkların marifetiyle Hz. Alinin kendi zırhını ispat edemediği için sen bana karar verdin ama olayın gerçek yüzü de budur" Öbür yandan İslam dünyasının medar-ı iftiharı olan Kürt asıllı büyük kumandan Selahattin-i Eyyubinin miskin bir Hıristiyan ile murafaası İslamın hürriyet ve adalete dayalı bir din olmasının kanıtlayıcı delilidir. İşte eşitlik; makam ve mevkide, bilgi ve kültürde değil, hukukta ve adalette olmalıdır. Oysaki günümüzdeki görünen adalet ve hukukun uygulaması bırakın yalnız Türkiyeyi kıtalar arasında dahi ters uygulanmakta olduğunu görüyoruz ve deyim yerindeyse revaçta olan bir emtia haline gelmiştir ve hemen hemen herkes bugün onunla kalkıp oturmaktadır.

* * *

Evet, fazla sözümüzü uzatmamak kaydı ile yine her zaman olduğu gibi günlük yazılı medyanın haberlerine dayanarak sohbetimize devam edelim. 18 Aralık 2010 tarihli Bugün isimli Gazetenin birinci sayfasında şöyle bir haber okuyoruz. Haberin üstünde görevden alınan iki hâkimin resimleri var. Ve haber şu başlıkla görünüyor. "GİZLİ TANIKTAN ŞOK İFADELER" Haber devam ediyor. "HSYKnın oy birliğiyle görev yerini değiştirdiği Balyoz ve Dink davasının iki hâkimi hakkında yüz kızartıcı iddialar var. Müfettiş raporlarına göre son anda Balyoz davasından alınan Zafer Başkurt ile Dink davası hakimi Erkan Canak, uyuşturucu davalarında sanık ve avukatlarla uygunsuz ilişkilere girdiği yazıyor. Gizli tanık "Terazi" kirli ilişkileri anlattı. "Bir davada dört yüz bin avro peşin alındı, sanıklar tahliye edildi diğer dört yüz bin gelmeyince tutuklama kararı verildi. Para ödendi ve karar kaldırıldı" dedi. İşte Balyoz ve Dink hâkimlerini gizli tanık deşifre etti. Yeni HSYKnın kararıyla görevden alınan 10. ve 14. Ağır Cezanın Mahkeme Başkanları Başkurt ve Canakın soruşturmasına gizli tanık ifadeleri damgasını vurdu. Hâkimlerin uyuşturucu davalarından rüşvet aldığı iddia edildi."

* * *

Evet, sevgili okurlar. Bunu hemen özetleyelim. Yazımıza başlık olarak koyduğumuz "TAĞUTİ SİSTEMLERDEKİ MÜSAVAT (EŞİTLİK) (?!!)" işte bu olup bitenlerin bir göstergesi değil de nedir? Bize göre bu olaylar genellikle rant, uyuşturucunun temini için zincirleme olarak varlığını sürdürüyor. Asıl şok bilgiler adliyelerde dönen rüşvet çarkını anlatan gizli tanık "Terazi"nin Ergenekon savcısı Zekeriya Öze verdiği ifadede var. 21 Ekim 2010 tarihinde ifadesi alınan "Terazi"ye göre uyuşturucu davaları ve dönen rüşvet çarkında söz konusu iki hâkim de yer aldı. Gizli tanık özellikle yargılamayı etkilemeye teşebbüsten geçtiğimiz yılın mayıs ayında tutuklanan avukatlar Ali Hadi Emre ve Kutbettin Kayanın uyuşturucu davalarının lehlerine sonuçlanması için hâkimler Başkurt ve Canak ile ilişki içinde olduğunu belirtti. Bakınız, sevgili okurlar. İşte imamla cemaat meselesi En derin saygılarımla.