TARİH ÖNÜNDE ESKİ TÜRKİYE VE YENİ TÜRKİYE!
Eklenme: 6/20/2016 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

Siz değerli okurlarımızla her zaman bu köşede paylaşmak istediğimiz ana gerçek; "geçmişe yönelik tarihimizin gerçek yüzünü gösterme" hususudur.

Kandırmacalı yalan söyleyen tarih, fayda yerine zarar vermiştir ve vermeye de devam ediyor.

Bilindiği gibi bu toplum; tarihi derinliğinden gelen İslam’a inanmış, örf, adet, gelenek ve göreneklerini o mecrada yaşatmış bir toplum olarak, kendini her asırda İslam gerçeğiyle "zaptu rapt" altına almıştır.

İmanlı ve inançlı bir ecdadın evladı olarak, hep oluşa gelmiş güçlü bir millet olmuştur.

Bu itibarla her zaman burada ifade etmeye çalıştığım, anlatmak istediğim; eski Türkiye ile yeni Türkiye karşı karşıya getirildiğinde, özellikle Ramazan ayı gibi şerefli, kutsal bir ibadet ayında, iftar sofralarında, teravih namazlarında, akşamdan sahur zamanlarına kadar yapılan bütün ibadetler geçmiş tarihimizin gerçek yüzünün ifadeleridir, iman ve İslam rabıtalarıdır.

Hiçbir batıl inanç, yanlış ve bozguncu ideoloji, batı dünyasına bağlı kirli düşünce ve o senaryolar, hiçbir zaman bunu kabul etmemiştir ve bundan sonra da kabul etmeyeceklerdir.

Ve bu toplum da, bunlara geçit vermeyecektir.

Ama bilmiş olalım ki bugünkü Türkiye, yıllardan beri acımasız hain terör odaklarına rağmen kendini bu seviyeye kadar taşıyabilmişse, inancını hala yitirmemiş, dinini, kıblesini ve değerlerini, tarihini arka plana atmamış yeni bir Türkiye oluşmuşsa…

Hiç unutmayalım ki Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın imanı ve dürüst yaşantısı sayesinde olmuştur.

***

Hiç kuşkusuz ki, Türkiye’nin doğusuyla, batısıyla, Türküyle, Kürdüyle, Arabıyla, Acemiyle, zengin bir mozaik içerisinde karma bir ülke olmakla beraber, tek inanç, tek kitap, tek devlet, tek ülke, tek bayrakla, her şeyden üstün bağlayıcı olan inanç birliğine sahiptir.

Bu tevhit birliğidir, İttihad-ı İslam’dır.

Bundan başka da bir çaremiz yok..

Bizim için bütünlük arz eden Kur’anın etrafında saflarımızı pekiştirmekle, birbirimize sarılmaktan başka çare yok.

* * *

Bakınız, sevgili dostlar.

İki gün önce Cumhurbaşkanı Erdoğan, yeni yazılan ve 10 ciltten ibaret olan Büyük İstanbul Tarihi Eseri Tanıtım Programı’nda çok önemli tespitlerde bulunurken, Türkiye’nin yarınlarına dair büyük projeleri de müjdeledi.

Erdoğan, Türkiye’nin geçmiş yüzyıl içerisindeki çok hain plan ve senaryolarla karşı karşıya kaldığını, son olarak da o hain planların, Gezi Parkı ve 17-25 Aralık olaylarıyla daha net bir şekilde, kendini deşifre ettiğini söyledi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Cemal Reşit Bey Konser Salonu’nda düzenlenen Antik Çağdan 21. Yüzyıla Büyük İstanbul Tarihi Eseri tanıtım programında Türkiye’nin geçmişe ve geleceğe yönelik tüm çıplaklığıyla gerçekleri ortaya koyarken şunları söyledi;

“Ben Sayın Başkanıma söylüyorum, ‘Cesur olacaksın’ diyorum.

Eğer cesur olmazsan biz bu işi başaramayız.

Cesur olmamız gerekenlerden bir tanesi, bugün burada yine söylüyorum, Taksim’deki Gezi Parkı.

Oraya o tarihi eseri inşa edeceğiz.

Eğer tarihimize sahip çıkacaksak, o tarihi eseri oraya yeniden kurduracağız ve adı bunun ister tarih müzesi olur, ister şehir müzesi olur, bunu orada yapmamız lazım.

İçinde Almanlara bir köşe yaparız.

O köşede onların neler yaptığını dünyaya tanıtırız.

Fransızlara bir köşe yaparız, onları da orada tanıtırız.

Amerikalılara yaparız, onları da orada tanıtırız.

Dünya hepsini tanısın, nerede neler yapmışlar hepsini görelim.

Ama bu millete iftira atanlar, bu milleti de orada görsün.

Çünkü bizim tarihimiz kara tarih değil, ak tarihtir, bunu görsünler.

Taksimin olduğu yere de inşallah, Taksim Meydanı’nın ihtiyacı var, oraya bir salâtin cami (yani Osmanlıyı yöneten sultan ve padişahları simgeleyen bir cami) yerleşmesi lazım. Bunların projesi falan her şeyi hazır.”

* * *

Cumhurbaşkanının işaret ettiği husus ve ana gerçek;

Batı dünyasının eskiden olduğu gibi bugün de Türkiye’ye karşı, Osmanlı İslam Hilafetine karşı hazırladıkları tezgâh ve tuzakları artık yüzlerine vurmak üzere böyle bir camii yapmak gerekir.

O caminin muhteva ve bağlantılarında, haçlı batı dünyasının gerçek yüzlerini birer köşe olarak göstermeliyiz.

Bu tarihi gerçekten anlaşılan budur ki Cumhurbaşkanının öğrencilik çağındaki taşıdığı inanç ve iman meşalesi neyse, bugün devletin zirvesinde de aynı o inanç meşalesini taşımaktadır.

Bu itibarla tavsiyemiz budur ki;

Bu mübarek Ramazan ayında inanan her Müslüman, bu Cumhurbaşkanının varlığına ve gücüne dua etmesi lazım..

Allah bu memleketin başından onu eksik etmesin, uzun ve hayırlı ömürler nasip eylesin diye dua etmek gerekir.

İnanın sevgili okurlar.

Ben kendim, herhangi bir devlet büyüğüne karşı bugüne kadar herhangi bir yağdanlık yapmam söz konusu olmamıştır, olamaz da.

Ancak her şeyden evvel Ziya Paşa’nın dediği gibi;

“Âyinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz”

Bu çerçevede ben şahsen yeni Türkiye’ye inanıyorum ve ümit besliyorum.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Burada yazımızın başından sonuna kadar bünyesine yerleştirmek istediğimiz gerçek; yalan söylemeyen tarihe inanmaktır ve sahip çıkmaktır.

Yanıltıcı, bozguncu, tüm her şeye rağmen gerçeklerin yüzünü kirli şalla örten yalancı tarihe inanmamak gerekir.

İnandığımız ve bağlı bulunduğumuz yüce İslam dininin Müslümanlar arasındaki güçlü rabıtada bunu gerçekleştiriyor.

Onun için Cumhurbaşkanı tüm konuşmalarında çok değerli cümleleri vurgulayarak kullanıyor.

Evet.

İslam’ın doğduğu sabahtan kıyamete dek, köklü bir dava ortaya koymuştur.

O dava “Islahiyet-ül Kübra” “En büyük barış ve kardeşlik” davasıdır.

Irkçılığa, kavmiyetçiliğe, unsuriyete, kabileciliğe, coğrafyacılığa, dilciliğe ve renkçiliğe hiçbir zaman yer vermemiştir..

Çünkü, köklü ıslahatçı bir davadır.

Cahiliye döneminden kalıntı olarak bize intikal edip günümüze kadar yaşamakta olan kavmiyetçilik, unsuriyet, ırkçılık ve kabilecilik gibi yanlış ve batıl ideolojilere İslamiyet yer vermemiştir ve vermez de.

Onun yerine ebedi ve en güçlü, en metanetli iman rabıtasını koymuştur.

Bu iman rabıtası paralelinde günü gelmiş, hicret gerekmiş, Müslümanlar her zorluğa katlanarak hicret etmişler, memleketlerini terk etmişler.

Cihat etmişler, yardım ve yerleşmeyi sağlamışlar.

Elbette ki buna rağmen kan ve nesep yakınlığı da ortadan kalkmamıştır.

Ama kör bir taassuba dayalı değil, akrabalık ve kan bağı Kur’anda söz konusudur.

Müslümanlar, ilk İslam başlangıcında büyük düşman tehlikesine karşı dört ana unsura ayrılmışlar.

Bunlardan ilki; Mekke’den Medine’ye hicret eden muhacirler olmuştur.

Bu muhacirler Bedir Savaşı ile Hudeybiye Sulh’undan önce hicret eden İslam’ın fedakâr kahramanları olmuştur.

İkincisi; yine Bedir Savaşı ile Hudeybiye Sulh’u olmadan önce Medine’de ensarlar oluşmuştur.

Yani Medineliler Mekke’den hicret eden tüm muhacir kardeşlerine kapılarını sonuna kadar açık bırakmıştır ve yardıma koşmuşlardır.

Üçüncüsü; bir de hicret etmeyen, hicrete gitmeyen Mekke’de kalan müminler.

Elbette ki inancından zerre kadar taviz vermemiş, Mekke’de bile müşriklerle mücadele vermişlerdir.

Dördüncüsü; Hudeybiye Sulh’undan sonra hicret eden muhacirler ki bunların vasıfları yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in “Enfal” suresinin 72 ve 73. ayetlerinde açık ve net olarak bize bildirilmektedir.

Bakın bu iki ayetin yüce meali aynen şöyledir.

Bize ders-i ibret olsun ve önümüzü açan, aydınlık sağlayan parolamız ve meşalemiz olsun.

“72. Ayet;

"İman edip hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler ve (muhacirleri) barındırıp (onlara) yardım edenler var ya, işte onlar birbirlerinin velileridir.

İman edip hicret etmeyenlere gelince, hicret edinceye kadar, onların velayetleri size ait değildir.

Eğer din konusunda sizden yardım isterlerse, sizinle aralarında sözleşme bulunan bir kavme karşı olmadıkça, yardım etmek üzerinize borçtur.

Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir."

73 ayet;

"İnkâr edenler de birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunları önlemezseniz ve mücadelenizi onlara karşı gevşetirseniz, onlar ileride yeryüzünde büyük fitne ve bozgunculuk çıkaranlar olup başınıza bela olacaktır”

Ayetten anlaşılan budur ki inanlar, inanmayanlara güvenmeyecekler, taviz vermeyecekler ve hiçbir zaman bel bağlamayacaklardır.

Ve siyaset arenasında da onlara oy verip güçlendirmeyeceklerdir.

Aksi takdirde vebali çok ağırdır, o vebalin altından da çıkamayacaklardır.

En derin saygı ve sevgilerimle.