TARİHİMİZİN GERÇEK YÜZÜ?!!
Eklenme: 3/19/2015 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

Bilindiği gibi dün 18 Mart 1915 yılı Gelibolu Yarımadası Çanakkale Zaferinin yıl dönümüydü.

Yani tam 100'üncü yıl.

Dile kolay.

Nihayet, büyük bir zaferi kutluyoruz.

Yüz yıl gibi geçmiş zaman dilimi içerisinde Türkiye’de olup bitenleri yüzeysel olarak değil, kapsamlı detaylarına inerek net okumamız gerekir.

Biz bunu net okumasak, tarihin okyanus derinliğine dalıp gerçekleri çıkarmasak, Allah korusun bu netsizlik içerisinde milletçe gömülüp gitmeye mahkûm duruma düşeriz.

Bu itibarla yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim bizi uyardığı gibi, bu tarihi karanlıklara gömülüp yok olmamak için tarihimizi güzel okumamız gerektiğini de emir ediyor.

Demokratik hür düşünce paralelinde fikir ve inanç özgürlüğünün yarışma meydanında hem kendimizi hem de tüm kamuoyunu aydınlatmak üzere bunları dile getirmemiz lazım.

Çünkü kahramanlıklarla uzaktan yakından alakası olmayan nice sahte kahramanlar bu memlekete yutturuldu.

Ülke yüz yıl içerisinde bir arpa boyu kadar ilerlemezken, ansızın terörün kanlı yüzüyle karşılaştı.

Ve bugün dış mihraklara bağlı terör çeşitlerinin kirli bulanık havasıyla boğuşan bir Türkiye var…

“Neden mi?”

İşte bu soruya karşı verilecek cevabımız çok net ve kolaydır.

1- Benliğimize sahip olmadık

2- Gerçek tarihimizi irdeleyemedik, körü körüne paslı, üzerine şal çekilmiş, sahte tarihi bilgilerle yetindik. Yetişen yeni nesil araştırmadan, bayat bir maarif eğitim sistemiyle yetindi.

3- Tarihi aba ecdatlarımızın yüce ahlak seviyesine bir türlü ulaşamadık.

4- Varlığımızı, bütünlüğümüzü ittihat ve birlikteliğimizi bizi simgeleyen yüce Kur’an-ı Kerim’e sahip çıkamadık. Onun derin okyanusundan gereken mücevheratı elde edemedik.

Velhasıl; çok kirli bir sistemin, kirli siyasetiyle boğuşan bir millet olarak, kültürümüze bir türlü ulaşamadık/yaşayamadık.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Gün geçmiyor ki sabahları televizyonlarımızı açarken veya radyolarımızın düğmesini çevirirken, Türkiye’nin hemen hemen birçok önemli il ve ilçelerinde veya diğer kesimlerde öldürülüp yolun kenarına veyahut tarlalara terk edilen kadın cesetlerinin bulunduğuna ilişkin haberlerden söz ediliyor.

Her gün öldürülmüş veya işkenceye tabi tutulmuş veya evden kovulmuş veya da annesinden babasından kaçmış gencecik kız veyahut gelin çağındaki kadınların ölüm haberleri.

Ama her nedense yüzeysel olarak olaylara bakılıyor…

Olay mahalline güvenlik güçleri ulaşıyor, resmi uygulamalar gerçekleşiyor, savcılık tahkikat altına alıyor ve netice olarak katil zanlıları yakalanıyor, cezaevine konuluyor.

Sıradan işlemler.

Bunu bir bir tarihi tarihine sayarsak, adlandırarak yazmaya kalkarsak, inanın haftalar sürer ve buna ciltlerle kitap lazım.

Ama tüm kamuoyu bunu çok iyi biliyor ki "kadını kadınlık cevherinden" çıkarıp, bir emtia haline getiren ve aile terbiyesinden yoksun bırakan aile içerisindeki kadın ve erkek arasındaki diyalogun hemen hemen sıfır derecesine indirilmesiyle bu tür beklenmedik olumsuzlukların meydana gelmesinin yegâne sebebi sistemdir.

Mevcut yasalardır ve toplum arasında din ve inanç uygulamalarının arka plana alınmasıdır.

Gerçekten insanı derinden düşündüren olay şu;

Bunca kadının toplumdan dışlanıp katline neden olan olaylar ve bunca kadının hayatını kaybedip aile ahlakının çöküntüsüyle karşılaşan toplum çok büyük üzüntü ve ızdırap içerisindeyken ne yazık ki siyaset dünyamız ister iktidar olsun, ister muhalefet olsun…

Birbirini karalamaktan başka, birbirinin önünü kesmekten başka hiç bir iş yapmayan siyasetin, hiç mi vicdanı sızlamıyor, böylesine katliamlara karşı hiç mi çare bulamıyor?

Çare arayıp bulma girişiminde bile bulunmayan siyaset, bu memleketin geleceğini ne derece garanti edebilir.

Daha ne zamana kadar, bu ülke "ahlaki çöküntülerle" inim inim inleyecek?

Çünkü ülke hakikatlerini görmeyen ve görmezlikten gelen bir sistem ve o sistemin siyaset anlayışı hiç şüphesiz ki memlekete zarar veriyor.

Memleketin, milletin vergileriyle, bütçeleriyle oluşan, gelişen bir devlet, devleti ve milleti yönetip temsil edenler, ne yazık ki bir türlü geçmişimizden ders almıyorlar.

Geleceğimizi yani atiyi hep karanlık gören ve gittikçe toplumu ümitsizliğe sürükleyen batıl bir sistemin hâkimiyeti daha ne zamana kadar devam edecek ve bu memlekete kurtuluş çaresi ne zaman bulunacak?

* * *

Evet, dün hakikatten tarihimizin gerçek ruhunu bize hatırlatan Çanakkale Zaferi ve o Zaferde şehit düşen nice kefensiz yatan kahramanları bir kez daha şerefle andık.

Yazılı ve görsel medyadan gördük ve duyduk.

Herkes bildiğini okudu.

Amma velâkin hiç de bir kurtuluş çaresini arayıp da millete teselli verme ümidiyle karşılaşmadı bu halk.

Hep geçmişteki olup bitenlerle kendimizi teselli ettik.

Geleceğimizi karartan uygulamalardan söz etmediğimiz gibi, bertarafı için de, güven almadık.

Bu nedenle merhum Akif şöyle diyor;

“Atiyi karanlık görerek azmi bırakmak

Alçak bir ölüm varsa eminim budur ancak

Dünyada inanmam hani görsem de gözümle

İmanı olan kimse gebermez bu ölümle

Ey dipdiri mevt (ölü) iki el bir baş içindir

Davransana eller de senin baş da senindir

His yok, hareket yok, acı yok… Leş mi kesildin

Hayret veriyorsun bana… Sen böyle değildin

Atiyi karanlık görüvermekle apıştın

Esbabı elinden atarak ye’se (ümitsizliğe) kapıştın

Karşında ziya (aydınlık) yoksa sağından ya da solundan

Tek bir ışık olsun buluyor… Kalma yolundan”

Evet, bir de İstiklal Marşımızın o kahraman banisi bize bunları hatırlatıyor.

Gerçekten İstiklal Marşımızın sonlarında çok güzel şeyler dile getiriyor

Bakın ne diyor?

“Arkadaş yurdumu alçaklara uğratma sakın

Siper et gövdeni dursun bu hayâsızca akın

Doğacaktır sana vaat ettiği günler hakkın

Kim bilir belki yarın belki yarından da yakın

Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı!

Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı

Sen şehit oğlusun incitme yazıktır atanı

Verme dünyaları alsan da bu cennet vatanı

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda

Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda

Canı cananı bütün varımı alsın da hüda

Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda”

* * *

Evet, bakınız sevgili okurlar.

İslam’ın büyük ruhunu taşıyan o büyük ulema kesimleri Akif gibi o günlerde can hiraşane haykırarak milleti uyarmışlar, Çanakkale zaferini kazanmışlar.

Ama toprakla insanların kanını birbiriyle yoğurarak kazanmışlar.

O ecdat, o iman, o ruh, hep ila-i kelimetullah uğruna Kur’anın yüce hükümlerini yükseklerde tutma uğruna bu olay gerçekleşmiş.

İngilizler kovulmuş, defolmuş gitmiş.

Keza tüm müttefikleriyle beraber…

Ama her nedense üç yıl sonra kaşla göz arasında İngilizler tekrar geri dönerek İstanbul’u istila etmesi hem de diğer işgal kuvvetlerinin ittifakıyla bunu yaparken, İttihat Terakki Hükümeti kendini lağvediyor ve birer maşa durumundaki o günün üç Paşası vatanı terk edip kaçıyor.

Nitekim en başta olan Enver Paşa.

Onun hıyanetine dair hiçbir şüphe götürmeyen kışın ortasında Sarıkamış’ta, Allahû Ekber dağlarında 90 bin asker karların dibinde soğuktan can vererek ölmesine neden olan o günün hükümeti ve o anlayış.

Evet, 1918 ile 1923 arasındaki kahramanca çarpışan Milli Mücadele Kahramanlarının sayesinde az da olsa nihayet bu toprak küfrün çizmesinden kurtarıldı.

Peki, kimin vasıtasıyla.

Elbette ki, kahraman bir ümmetin kahraman mücahitleriyle; "Anadolu" sathında gerçekleştirildi.

İşte bu büyük zafer, "mahdut" bilinen şahıslara ait değil, tüm millete aittir.

Türk'ü, Kürdü, Laz’ı, Çerkez’i, Alevi’si sunisi.

Hem de iman meşaleleriyle; bu zafer" kazanılmıştır.

Amma velâkin bu da bir gerçektir ki yine İngilizlerin direktifleriyle, gizli ittifaklar kurularak, arkasında cumhursuz ve milletin cumhuruna aykırı bir cumhuriyet kurduruldu.

Nitekim O günden bu güne kadar bu toplum bir türlü iki yakasını bir araya getiremedi.

Kan, gözyaşları, terör, kargaşa, ahlaki çöküntüler, gittikçe hızla büyüyen kadın cinayetleri ve ekonomiksel sıkıntılar içerisinde kıvranıp duran bu ülke daha ne zamana kadar bu tür olumsuzluklara dayanacak?

Merhum Akif’in bu beytiyle de yazımızı sonlandırıyoruz.

Bakın, Akif şöyle diyor;

“Ey millet-i merhûme, güneş battı... Uyansan!

Hâlâ mı, hükûmetleri, dünyâları sarsan,

Seylâbelerin sesleri, âfakin enîni

A'sâra süren uykun için gelmede ninni?”

En derin saygı ve sevgilerimle.