TERÖR VE KOKUŞMUŞ BİR DÜZEN! (III)
Eklenme: 10/12/2016 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

Başlık olarak kullandığımız “TERÖR VE KOKUŞMUŞ BİR DÜZEN” ifadesinin bugün üçüncü günündeyiz.

Görünen ve bilinen budur ki…

Bugün ülkemizin başına kâbus gibi çöken terör odakları, ne yazık ki bir türlü yok edilemiyor.

Daha doğrusu her gün biraz daha terörle mücadele güçsüzleşiyor.r?

Ve terör de, azdıkça azıyor, gemi azıya vurmuş gibi gidiyor.

Bakın, üç gün önce Van’ın Özalp ilçesinin AK Parti İlçe Başkanı acımasızca katledildi.

Evvelki gece de Diyarbakır Dicle İlçesinin AK Parti İlçe Başkanı öldürüldü…

Hem de işyerinde.

Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde ise 1 asker şehit oldu, 6 asker yaralandı.

Tabi elbette ki sivil vatandaşlara da şehit denilmelidir.

Zira hem zulüm cihetinde, hem inanç cihetinde, hem de eşkıyaca öldürülen her masum insan şehitlik faziletindedir.

Ama ne yazık ki rejimin en önemli yanlışlarından birisi de illa ki “devlet görevlisi olunca şehittir, ama sivil olunca şehit değildir” inancı yanlış ve batıldır.

Bu da Cumhurbaşkanının görüşü dışındadır.

Cumhurbaşkanı ister sivil, ister asker, ister polis, herkese şehit diyor.

Mademki zulümle öldürülüyor, şehittir.

Fıkıh ilmi de zaten bunu kanıtlamıştır.

Ayırt etmek yanlıştır, hem de temelden yanlıştır.

Evet.

Kendi kendimize soruyoruz ve bir türlü cevap alamıyoruz.

Gerçekten, bu kokuşmuş sistemin kokuşmuşluğu daha nereye kadar sürecek?

Bize göre bu kokuşmuşluğun temelinde yatan ana unsur; cehalettir, dinsizliktir, inançsızlıktır, kitapsızlıktır…

Böyle olunca toplumun her kesiminin körpe damağlı genç nesline de dinsizlik, imansızlık, ilhat, inkârcılık, laiklik gibi olumuzluklar enjekte edilmiş durumda..

Ne derseniz deyin.

Dininden uzaklaştırılmış bir toplumun akıbeti de sonuç itibariyle, hep meçhul olmuştur..

Hakikat bu..

Başka kimesi suçlayamazsınız?

* * *

Çünkü, Yüce İslam dinimizin baş vecibeleri ve Kur’an-ı Kerim’in hükümlerini ortadan kaldırma hıyanetiliği söz konusudur..

Ki altı oklu CHP’nin köy enstitüsü zihniyetiyle Milli Eğitim Camiasına zoraki yutturduğu temelsiz anlayışla bu memleket hiçbir zaman izzet ve üstünlüğünü sağlayamaz.

Açıkça söylenmesi gerekiyorsa bu böyledir..

“Denenmiş bir daha denenmez” misaliyle, cumhuriyetin kuruluşundan bugüne dek, her ne kadar kendimize zafer başarıları etiketini kullanıyorsak da heyhat; hiç de öyle değil.

Özeleştiri olarak söylüyorum bunu.

Kamuoyu olarak içimiz yanarak söylüyoruz.

Evet, bugün 50’nci gündür…

TSK’nın askerleri Suriye’de DAEŞ’e karşı sözde koalisyon ülkeleriyle yola çıkmış..

Ama görünen odur ki hangi koalisyon, hangi ABD, hangi NATO, hangi BM?

Hiçbirisi yok.

Yapayalnız bırakılmış Türk ordusu orada kahramanca çarpışıyor, ilerliyor, hem de dev adımlarla.

Arkasında ne ABD var, ne İngiltere, ne Fransa ve ne de BM!

Öbür yandan, Kuzey Irak’ın Başika bölgesinde bulunan muhafız alayımız…

Elbette ki orada kökleşecek ve oradan artık çıkmaması gerekir.

Musul’u ve Kuzey Irak’ı Bağdat Şia mensubu olan Alevi’ye artık teslim etmeyecektir.

Türk ordusu, Suriye’de Özgür Suriye Ordusu ile iş yapıyor, başarıyor.

İnşallah bir gün gelecek, çok yakında hem Halep’i, hem Şam’ı, hem Hama’yı, hem Humus’u alacaktır.

Ve böylece Üstat Bediüzzaman Hazretlerinin tarihi sözü yerine gelecektir.

Üstat diyor ki;

“Behemehal zemin-i Asya teslim olur yakın gelecekte yed-i beyza-yı İslam’a”

Bu itibarla ümit varız.

Ama şu şartla!

İnanan ümmet bireyleri, yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in “El-Munâfikûn” suresinin 8. ayetinin ruhuna inanarak yaşadıkları müddetçe bu üstünlük sağlanabilir.

Zira bu ayetin yüce meali aynen şöyledir;

“Diyorlar ki: “Andolsun, eğer Medine'ye dönersek üstün olan, zayıf ve düşük olanı oradan çıkaracaktır.” Hâlbuki asıl (şeref ve) üstünlük ancak Allah'a, Resulü'ne ve mü'minlere mahsustur.

Fakat münafıklar bunu bilmezler”

O günün Medine Yahudileriyle işbirliği yapan sözde Müslüman münafıklar, gizliden gizliye İslam’a hücum ederek kabullenmeyen münafıklar, bu sözü söylüyorlardı.

“Medine’ye döndüğümüzde üstün seviyede olan insanlar, zayıf ve güçsüz insanları kovacaklardır” diye düşünüyorlardı.

Ama heyhat!

Tam tersine o Yahudiler ve münafıklar İslam’a inanmadıkları için, Allah’ın vasfı olan izzet ve celal onlardan çok uzak durdu ve Allahû Teâlâ dedi ki “ne kadar üstünlükler ve izzet varsa hepsi Allah’ındır”

Eğer Müslüman bir toplum kendini üstün seviyede görmek istiyorsa ve çalışan insanların üstün seviyede bulunan mana ruhunu bütün beyinlere enjekte etmişlerse, o zaman her halükarda o üstünlük ve başarı izzeti Allah’ındır, Resul’ünündür ve ona inanan ümmetindir.

Zira zirvedeki tırmanmanın ruhu çalışanlarla beraberdir.

Şeref ve üstünlüğün varlığı, Allah’ın varlığı paralelinde inanarak adım atılırsa sağlanabilir.

Ama nifak köklü insanlar ne yazık ki o başarıyı elde edemezler ve buna da sahip çıkamazlar.

Nitekim yakın tarihimizdeki sözde Lozan zaferi bundan ibaret değil midir ve onun gibi daha neler yok ki?

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Yakın tarihimizde yazılı olan gerçek dışı olay, biz Yunanlıları denize döktük…

I. Dünya Savaşında kovduk.

Ama her nedense 1923’teki Lozan muahedesi adı altında İngilizlerle masaya oturuluyor.

Halkının yüzde 80’i Türkçe konuşanların coğrafyalarını Yunan’a peşkeş etmek üzere imza atılıyor.

Hadi bakalım, gelin beraber ayıklayalım pirincin taşını.

Buna bırakın insanların inanmasını, kargalar bile güler…

Kargalar.

Sormazlar mı?

Bu ne hal?

Bir yandan düşmanı denize döküyorsun, üç sene sonra da kovduğun düşmana yine toprak veriyorsun!

Hani demişler ya; “Bunu külahıma anlat”

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Ezberden rastgele tarihi fetbaz siyaset konumları ele alan bazı yanlış insanlar, dayanak göstermeden konuşuyorlar..

Ki, üstünlük sağlanılamadığı gibi tam tersine de düşürmektedirler..

Tarihi Peygamberlerin gerçekleriyle görmemiz gerekir…

İsterseniz biraz o mucizeler âlemine bir göz gezdirelim.

Nasıl olur da Hz. İbrahim (A.S), ateşe atılır, ateş söner ve yakmaz onu.

Bu tamamıyla fıtrat ve yaradılış kanununa ters değil midir?

Ateşin yaradılış kanunu yakmaktır çünkü.

Ama Hz. İbrahim (A.S)’ı yakmadı.

Niçin yakmadı?

Allah böyle emretti de onun için yakmadı.

Zira o Hz. İbrahim, Halilullah’tı.

Allah’ın hem dostu, hem Peygamberi idi…

Çok büyük bir samimiyet ve ihlas içerisinde, babası ve yakınlarına karşı dahi diretti, dik durdu ve tevhit inancını ayakta tuttu.

Ama ihlâs ve samimiyet, onu kurtardı.

Ateşe atılırken “Allah” deyip de kendini ona bağladı da o samimiyet onu kurtardı.

Keza Hz. Musa ve İsrailoğulları, Firavun ve tabalarına karşı Kızıldeniz’in dalgalarına atılırken, o Kızıldeniz, o fedakâr Müslüman orduyu kurtardı ve emr-i ilahi ile mucize olarak o an için denizde medcezir kanunu gerçekleşti.

Hz. Musa ihlâsıyla asasını suya vurdu ve o su geri çekildi.

Ama hain olan o zihniyet de aldanarak kendini denize attı..

“Musa (A.S)’ı su boğmadıysa beni de boğmayacak” hevesinde bulunan o Firavun’u Kızıldenizin suyu suçüstü yakaladı.

Denizlerin medcezir kanunu işlemez hale geldi ve su adeta patladı…

Tüm deniz engellerini götürdü ve o Firavun’u da götürdü.

Demek ki her şeyin başında samimi ve ciddi bir Müslüman olma kaydıyla, şeytanın kölesi değil, Allah’ın kulu ve kölesi, insanların da en efendisidir.

Aksi takdirde bu siyasi politik oyunlarla, hele hele bu siyaset küfür dünyasının güdümünde yürünüyorsa, maalesef İslam dünyasının hali çok acıdır ve vahimdir.

Allah korusun!

En derin saygı ve sevgilerimle.