TOPLUMLARDA AHLAKİ ÇÖKÜNTÜ OLMADIĞI MÜDDETÇE?
Eklenme: 1/19/2015 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

İslam tarihi, dünyada olup biten tüm görüntüleri anlatıyor.

Hem de kılı kırk ederek anlatıyor ve diyor ki;

“Toplumlarda ruhi ve ahlaki çöküntü olmadığı müddetçe, o toplumlar tez be tez yıkılmaz”

Ama bir toplumda ahlaki ve ruhi çöküntüler varsa. Ve varlığını sürdürdüğü müddetçe o toplum ne siyasi alanda, ne ekonomik alanda, ne hukuki ve ahlaki alanda kendini koruyup-kollayamaz, ayakta duramaz!

Çökmeye mahkûmdur.

Zira toplumlarda en büyük iflas, ruh ve ahlak iflasıdır.

Ekonomik değildir.

Toplumlarda ruhi ve ahlaki değerler ayakta olduğu müddetçe, fakr-u zaruret, ekonomiksel çöküntü ona yanaşamaz.

Tarih buna şahittir.

Ve büyük İslam düşünürleri her zaman bunu telifatlarında dile getirmiştir.

Örneğin; Efendimiz Hazreti Muhammed (s.a.v), bir gün Medine’de hutbe okurken, ümmete şöyle sesleniyor ve uyarıyor;

“Ben sizin için fakr-u zaruret ve yoksulluğunuzdan korkmam, korktuğum tek bir şey var; dünya varlığınızda ahlaki çöküntüler sonunda yok olmanızdan korkarım.

Nasıl ki yok olup giden ve tarih haritasından silinen sizden önceki toplumlar böyle yok olup gitmeleri gibi”

* * *

Dünya topluluklarının tarihine bakıldığında, hem milletler, hem dinler tarihi buna şahittir ki iman nokta-i nazarından iflas eden toplumlar, her ne kadar mal, mülk, servet, ekonomik hayat, müreffeh bir seviyeye gelse dahi, bu servet dini inanç ve ilahi sıladan uzaklaştırır ve eskiden var olan gücünü yitirir, bir daha da kendini toparlayamaz.

Aralarında ne kadar ıslahatçı, düzenleyici siyasiler olsa bile, hiçbir zaman o toplum kendi eski benliğini yakalayamaz, yok olup gitmeye mahkûmdur.

Hele ki siyasi alanda.

Münafıklar tarafından atılan nifak tohumları var olduğu müddetçe, ahlaki ve ruhi değerlerinden kendini değiştirip, başka alanlara kendini taşırsa, o toplum geleceğinden bir ümit bekleyemez.

Zira yüce kitabımız Kur’an-ı Azimüşşan, “Ra’d” suresinin 11. ayetinde şöyle buyuruyor;

“Ardında ve önünde insanoğlunu takip edenler vardır; Allah’ın emriyle onu gözetirler. Bir millet kendini bozmadıkça Allah onların durumunu değiştirmez. Allah bir milletin fenalığını dileyince de artık onun önüne geçilmez. Onlar için Allah'tan başka hami de bulunmaz”

Kesinlikle bir toplum, kendi seviyesindeki ahlaki özellikleri değiştirmediği müddetçe, Allah onu değiştirmez.

Allah bir topluma kötülüğü de murat ederse, onu geri çevirecek herhangi bir güç de söz konusu değildir.

Ancak onu güzel yola çıkarabilecek tek güç var; o da Allah’ın gücüdür.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Bilindiği üzere, yüce İslam ümmeti arasında devrisaadetten sonra çok büyük ilim adamları, düşünürler ve mürşitlerin varlığı söz konusu olmuştur.

Bunların başlıcası “Hasan el-Basrî” denilen büyük bir İslam düşünürüdür.

“Fars anne ve babadan doğan, meşhur olmuş Sünnî Müslüman vaiz, ilahiyatçı ve İslâm âlimi.

Hazreti Muhammed (s.a.v)’in eşi Ümmü Seleme’nin evinde yetiştirilen Hasan el-Basrî, Bedir Savaşı'nda muharebe eden yetmiş sahabe dâhil, Hazreti Muhammed (s.a.v)’in birçok Sahabesi ile tanışmıştır, Sahabe değildir, tabiilerdendir.

Resulullah Efendimiz (s.a.v)’den 11 sene sonra dünyaya gelmiştir.

Hasan el-Basrî, kendi kuşağının en önde gelen şahsiyetlerinden biri olmuş, dindarlık, takvâ ve dünyayı kınaması ile ünlü olmuştur. 89 yaşında, Hicrî 5 Receb 110 Cuma gününde vefat ettiğinde Basra'nın tüm ahalisi cenazesine katılmış, Basra'nın Cami Mescidi ilk defa ikindi namazı saatinde boş kalmıştır. Hasan el-Basrî, civardaki evliyaya bir örnek teşkil etmiş, şahsiyeti çağımızdakilere de etki etmektedir”

İslam’ın böyle en sade, ihlâslı, büyük ilim ve velayet kişiliğe sahip insanların bazı örnek öğütlerinden faydalanmak gerekir.

İslam ümmeti, tarih boyu hep böyle insanların hadis, tarihi deneyim ve öğütleri gölgesinde yürüyerek büyümüştür.

Bu büyük insanların tarihi söylemlerini kulak ardı edip, eserlerini tozlu raflara kaldıran bir ümmet ne yazık ki hedefine ulaşamamıştır.

Tıpkı bugünkü gibi…

Evet, Hasan el-Basrî diyor ki;

“Heyhat, heyhat! (Ne yazık, ne yazık)

Ümmet, üç emanetini yok etmiş durumda.

Amelsiz bir söylem

Sabırsız bir marifet

Kökleşmemiş bir iman olduğu müddetçe, o toplum hilak olmaktan kendini kurtaramaz”

Hasan el-Basrî yine şöyle diyor;

“Müminin ahlakta üstünlüğü, dininde güçlü olması gerekir.

Dinde güçlü olmadığı müddetçe, ahlakta bütünlük kazanamaz.

Tahkiki bir iman olmadığı müddetçe, kişi imanlı da olamaz.

İlim sahipleri, ilmi kariyerlerinde dürüst ve halim olmadıkları müddetçe ilim adamı da olamaz”

Ve nihayet Hasan el-Basrî, hayatı boyunca devlet yönetimine karşı yalakalık yapmamıştır.

Daima uyarıcı olmuştur, şecaat ve cesaretini elden bırakmamıştır.

Devlet büyüklerinin kafalarına vururcasına daima hakkı savunmuştur.

Ve nihayet ümmetin içine nifak tohumunu eken münafıkların İslam devletleri arasında mevcudiyetlerinin portresini çizmiştir.

Şöyle devam etmiştir;

“Esefle belirteyim ki İslam ülkelerinde görünen şudur ki;

Siyasi alanda, maddi ve yetki sahibi olup İslam görüntüsünü kendine verdirerek ve toplumun nazar-ı dikkatini onun Müslümanlığına bağlatma ustalığı içinde olduklarını görüyoruz.

Fakat zerre kadar İslam’ın ahlaki değerlerini bünyesine ve kişiliğine taşıyamamış varlıklardır.

Ahlaki hal ve hareketleri kendisini ele verip, Kur’an-ı Kerim’in yüce ahlakıyla bağdaşmamakta olup, netice itibariyle her hususta kendilerini ele veriyorlar”

Her ne kadar İslamiyet’in kisvesi altında kendine görüntü veriyorlar ise de hiçbir zaman kendilerini küfrün, inançsızlığın, cahiliye hareketinin varlığından kurtaramıyorlar.

Ancak kendilerini ustaca her alanda İslamcı olarak gösterip, hiçbir zaman İslam’la yakından uzaktan alakaları olmamıştır.

En çok da kişisel rant ve çıkarını ülke ve toplumun önünde tutmaktan kendilerini ele veriyorlar.

Yine Hasan el-Basrî’nin İslam ümmeti içindeki korktuğu en büyük tehlike; nifaktır ve münafıklardır.

Zira diyor ki;

“Deneyimlerim doğrultusunda İslam toplulukları ne yazık ki içine atılan nifak tohumlarından kendini kurtaramıyor.

Daima münafıklar, İslam ümmeti ve devletleri bünyesinde siyasi ve ekonomik gücünü kullanıyorlar”

Hatta bir gün Basra’da adamın birisi soruyor;

“Ya Eba Said, senin en çok korktuğun olay nifaktır ve münafıklardır, Basra’da münafıkların varlığı söz konusu mudur?”

Gülümseyerek diyor ki

“Eğer münafıklar Basra’nın içinden yok olup giderse, Basra ehli yapayalnız kalır, adeta yalnızlığın vahşetini yaşar.

İllaki onlar varlığını milletin içinde sürdürüyorlar ve hiç de kendilerini göstermiyorlar”

“Süphanallah”

Bu ümmet hayat boyu kendini toplumun içinde ekilen nifak tohumlarının baskıcı etkisinden kurtaramaz.

İllaki ümmet var olduğu müddetçe, milletin içine adeta damarlarda cereyan eden kan hareketi gibi, münafıklar da İslam topluluğu içerisinde böyle gizlice hareket etmekte görünüyor.

İşte bize göre bugünkü İslam dünyasının, batı dünyasına karşı büyük eziklik içerisinde olmasının sebeb-i mucibesi, İslam ülkelerinin hakkıyla, İslam hukuku ve ahlaki değerleri paralelinde yönetilmemesindendir.

İlkesizlik, kuralsızlık, dayanışmadan uzak, mezalimle dopdolu, insan temel hak ve özgürlüklerinden uzak, antidemokratik yasalarla, anayasalarla yönetilmekte olduğu halde, hiç de ses çıkarmıyor ve büyük bir inkıyat ve eziklikle “Eyvallah” deyip devam ediyor.

* * *

Gerçekten “kimin eli kimin cebinde” bilinmiyor.

Kim ne yapıyor?

Kim sadık dosttur?

Kim haindir?

Toplum günümüzde dahi büyük belirsizlikler içerisindedir.

Günümüzdeki iktidar partisi olan AK Partinin 12 yıldan beri ülkeyi yönetmekte olup, halkın teveccühünü kazanmış ve defalarca seçimler yapılmış, oy oranı % 50’den aşağı düşmemekle beraber, yine de ülkeyi, toplumu, insanları hala da terörden, kargaşadan, kavgadan, ahlaki çöküntülerden kurtaramamıştır.

Dürüstçe yaşama ruhunu, halkın inancına enjekte edememiştir.

Neden mi?

Zira iktidarın etrafını saran, iktidar büyüklerine söz geçiren büyük çapta yalaka, münafık tinetli anlayışların varlığı söz konusudur.

Kişisel rant ön planda tutuluyor.

Öyle inanıyoruz ki bundandır ki Doğu ve Güneydoğu Anadolu coğrafyasında birinci parti olamayışı.

Anavatan Partisinden tut mevcut AK Parti iktidarına kadar ve günümüze kadar…

Diyarbakır’da bir türlü halkla kaynaşıp, halkın seviyesine inme şansını yakalamış bir il teşkilatına sahip olunamamıştır.

Bundan 12 veya 13 sene öncesine kadar geçen bu zaman dilimi içerisinde kaç tane İl Başkanı değiştirmişlerse de bu topluma kendilerini inandıramamışlardır.

Ancak iki gün önce parti genel merkezinin almış olduğu son bir kararla Diyarbakır İl Başkanlığı’na atadıkları Avukat Muhammed Akar, bize göre parti için bir şans olmuştur.

Ve 12 seneden bugüne kadar en isabetli kararı almışlardır.

Zira Avukat Muhammed Akar, asaletli bir ailenin çocuğu olup, halkın çok yakından tanıdığı, ailesi köklü bir aile olup merhum Şeyh Said kökeninden gelmedirler.

Kendisi de çok genç olmasına rağmen, kişisel kariyere sahip olup, aile terbiyesi içerisinde büyümüş bir kişiliğe sahiptir.

Öyle inanıyoruz ki bundan böyle Diyarbakır’da, gelecek seçimlerde birinci parti olma şansına sahip olabilir.

Aldığımız istihbari bilgilere göre bu yörede AK Partinin kazanma ibresi hep yukarılara doğru çıkmaktadır.

Her şeyin hayırlısı olması dileğiyle.

En derin saygı ve sevgilerimle.