TOPLUMSAL BİR SÜKUT-U HAYAL Mİ YAŞANIYOR?! (IV)
Eklenme: 8/5/2021 12:00:00 AM

Sevgili okurlar...

Bir ülkenin bütünlüğü, o ülkede yaşayanların refahı ve mutluluğuyla ölçülür...

Eğer ki geleceği, kültürü, tarihi inancı, kardeşliği esas ise, temel ilkeleri milli ve yerli hassasiyetle inşa edilmişse; o ülkenin birliği ve dirliği tartışılmazdır...

Şayet, herhangi birinde kırılma noktası meydana gelirse, bir zafiyet ve keyfiyetin, imtiyazın kurbanı edilmişse; o toplum huzur bulmaz, o ülke bütünlüğünü elde edemez!...

Ülke ve millet kaos cenderesinden kendini kurtaramaz..

Velev ki arıza-i durumun içerisinde olsa da, sağından-solundan tuğlası çekilmiş duvar misali, yıkılması an meselesi olur!?..

çünkü o duvarın çöküşe mahkm olduğu kaçınılmazdır..

***

Bir milletin hayatı da, inancı da, tarihi de, kültürü de, ekonomisi ve sanayisi de; o ülkenin istikrarlı yönetiminin elinde olduğu gibi, devletinin de ülkenin bölünmez bütünlüğünü koruyan ve kollayan, üç ana saç ayağına bağlıdır...

Bu üç ana sütün da;

Yasama,

Yürütme

Ve Yargı mekanizmasıdır...

Her üçü de milletin adına vardırlar...

İşleyişleri de; milletin birliği ve dirliği, bütünlüğüne ilişkindir..

Eğer ki birinde bir sapma olursa!...

Tıpkı tuğlası çekilmiş duvar gibi; sütün yıkılır...

Ki o yıkılış, domino taşı misali; diğer sütunları da tehdit eder, yıkılma potasına sokar!...

Ülkenin ve milletin hal-i durumu ne yazık ki hiç de iyi bir seyir içermiyor...

Nitekim TOPLUMSAL BİR SÜKUT-U HAYAL Mİ YAŞANIYOR?! ifadesi, işte tüm bu söylediklerimizi, bir ölçüde deşifre etmektedir...

Zira diyoruz ya;

Devleti ve kamuoyunu temsil edip ayakta tutan üç ana unsurdan herhangi birisinde yamukluk, şaibeli veya kargaşalı bir hal yaşanıyorsa, o ülkede, o memlekette, o millette, o devlette, hiçbir zaman İnsan Temel Hak ve Özgürlüğünden bahsedilemez!...

Hem de o toplum uzun yaşam şansını yakalayamaz.

Nitekim anayasanın temel ilke ve kurallarına uymayan herhangi bir kanun, geçerli olamaz.

Kanun da sayılamaz.

* * *

Bakınız, sevgili dostlar.

Söylediklerime bir örnek getirmek istiyorum...

Anayasanın 11. Maddesinin hükümlerine göre;

Yasama, Yürütme ve Yargı Organlarını, İdare Makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır. Kanunlar anayasaya aykırı olamaz...

Bu hukuk kuralları çerçevesinde olmayan hiçbir kanun adil değildir, hukuksal hiç değildir.

Hele hele keyfiyete ve siyasi bir ideolojiye paralellik arz ederse toplum apayrı bir anayasal garabetle karşı karşıya kalır.

Bu da kesinlikle suç teşkil eder.

Zira bu maddenin içeriği bize bunu gösteriyor ki;

Anayasanın üstünlüğü bir ilke halinde açıklanmakta ve devlet faaliyetlerinin anayasaya uygun olarak düzenlenmesi gerektiğini ifade etmektedir...

Anayasa sadece devlet iktidarını değil, kişileri de bağlayan temel hukuk nizamnamesidir!

Yasama, yürütme ve yargı kuvvetleri, anayasaya uymak zorundadırlar.

Yargı kuvveti, gerektiğinde anayasayı diğer kanunlar gibi uygulayabilmelidir..

Netice itibariyle, ülkenin bireylerinden tutun da ailelere kadar, aileden tutun da toplumun tüm birimlerine kadar, hatta önemli kamu kurum ve kuruluşlarına kadar

Herkes ama herkes adalete ve hukuka uygun olarak günlük yaşam tarzını biçimlendirmek zorundadır.

Kendine çekidüzen vermeyen bir toplum veya toplumu yöneten unsur her türlü kargaşaya, teröre, şiddete, açık hale gelmiş demektir...

Fitnenin, kinin, nefretin, husumetin, hasımlığın bini bir para haline gelir...

Ne milletin, ne devletin ne de siyasal iktidarların varlığı bir anlam teşkil eder; ne de uzun ömürlü olurlar?

Bu itibarla başlık olarak diyoruz ki,

TOPLUMSAL BİR SÜKUT-U HAYAL Mİ YAŞANIYOR?!

Evet.

Zira yine Anayasanın 12. Maddesi Temel hak ve hürriyetlerin niteliğini anlatıyor ve diyor ki;

Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir.

Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder.

Temel hak ve özgürlüklerin niteliğini belirleyen bu maddenin ilk fıkrasında bunları millete vermek bir devlet lütfü olmadığını, kişiliğin vazgeçilmez, dokunulmaz, devredilmez bir unsuru olduğunu dile getirmektedir..

Şu halde yukarıda da belirtildiği gibi, devlet kişiye ayrılmış bu alana ilke olarak hiçbir müdahalede bulunmamak, bu özel alan sınırları içine girmemekle yükümlüdür.

Evet, sevgili okurlar.

Bu madde, halk deyimiyle her şeyi bitiriyor...

Bakınız, cumhuriyetimizin kuruluşundan bugüne dek, hatta yakın tarihimize göz attığımızda, 1909lardan başlamak üzere devletimizin içine milli kültüre, milli tarihe, milli ahlaka, milli değerlere, milli inançlara aykırılık teşkil eden ve dış mihraklardan içimize ihraç edilen yerli ve milli olmayan her şey ne yazık ki bu millete yutturularak kabul ettirilmeye çalışılmıştır.

Tarihe bakarsın.

Eğitim camiasında okutulan tarih, nerdeyse yüzde 90ı yalandan ibarettir...

Ve milli bir yüz karasıdır.

Soruyoruz.

Allah aşkına, okullarda okutulan tarihin kaçta kaçı gerçeklere dayanıyor?

Meçhuliyetine rağmen, hala da mevcuttur.

Peki, hangi kültürle bu millet yaşıyor?

Hangi temel hak ve özgürlüklere dayalı olarak dinini, ilmini, örf adetlerini, gelenek ve göreneklerini yaşıyor?

Tarifi mümkün değil..

Ucube bir anlayış ve mekanizma var...

çünkü milli değildir.

çünkü yerli değildir.

Lakin ithal malıdır.

Ve gelen giden anayasalar ve yasalar, tümüyle olmasa da toplumun ruhuna aykırılık teşkil etmektedir!.

Zira hukuksal bir gerçeği yoktur.

Dayanaksızdır.

Bu millet, kendi gençliğine milli ahlakını enjekte edemediği müddetçe, hiç kimse temel hak ve özgürlüklerden bahsedemez!?..

Hele ki devlet idaresi, toplumun dini inançlarını, yüce kitabımız Kuran-ı Kerimin öğrenim özgürlüğünü, toplumun her kesimine ulaştırmadığı müddetçe, Millete hizmet veriyorum, koruma hamiliğini yapıyorum demesi hakikati ifade etmez..

Hele hele sekülarist inkrcı bir anlayışla yola çıkmış bir anlayış mevcutsa.

Ki mevcuttur.

Zira hal-i lem meydanda.

Her şey zaten kendini ele veriyor.

Başta söylediğimiz gibi, günümüze dek AK Partinin iktidarlarına rağmen geçmişe dayalı tek parti darbeci sisteminin yasalarıyla toplum yönetile gelmiştir.

Gelen giden ve kendine muhafazakr unvanını veren partiler, iktidarlar ve koalisyonların hiçbiri ama hiçbiri ne yazık ki Osmanlının son dönemlerinde bünyesine sızdırılmış, aslı kökeni dışarıdan ithal edilmiş bir felsefenin hükümranlığını kıramamıştır.

Toplum bin senelik kültüründen, tarihinden uzaklaştırılarak başıboş, dengesini kaybetmiş bir vücut haline getirilmiştir.

Bu itibarla diyoruz ki;

Siyasilerimiz, gerek iktidar, gerek muhalefet olsun...

Hele hele şu ana muhalefet partisi olsun, hele de onun lideri durumunda olan Kılıçdaroğlu olsun

Allah aşkına nelerin peşindeler?

Ne yapıyorlar?

Ama tüm bunlara rağmen gelen giden muhafazakr partiler de nerdeyse onların yanlış, keyfiyete dayalı ve kontrolsüz bir uygulama şekliyle, bu ana muhalefet partinin iktidarına acaba davetiye mi çıkarıyor diye düşünmemek mümkün değildir.

Şu halde Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan neleri söylüyorsa, sözünün sahibidir ve daima dik durmaktadır.

Ama çevresi, bu partinin ve Cumhurbaşkanının taşıdığı misyondan mahrumdur.

Her zaman ifade ediyoruz..

Bunlar AK Partili değiller.

Bunlar, AKPlidirler.

Menfaat ve çıkar grupları, partinin temelinde hkim olmaya başladılar.

Bölgeler arasında dengesizlik hkim.

Haksız yere kazanç sahibi olma, gayrimeşru yollarla katlamalı faize dayalı kazançlar üstün seviyede yürüyor.

Peki, soruyoruz.

Bu memleket nereye gidiyor?

Söylemlerle eylemler hiç birbirini tutmuyor ki?

Bu anayasaymış, yasalarmış, insan temel hak ve özgürlüğüymüş(!)

Tüm bunlar bize göre her gün biraz daha anlamsızlaşma halini yaşamaktadır...

En derin saygı ve sevgilerimle.