TSK’NIN SİYASETLE ÖZDEŞLEŞMESİ HAYRA ALAMET DEĞİL!
Eklenme: 1/26/2010 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar. Dünkü Taraf gazetesinde Neşe Düzelin Adil Gür ile yapmış olduğu mülakat yer aldı. Mülakatta A&G Araştırma Şirketinin yeni anketine de yer veriliyordu. Ankete göre "orduya güven" en düşük noktada görünüyor. Adil Güre göre; "Ergenekon soruşturmasından önce orduya güven % 90 civarındaydı. Halkın orduya güveni son darbe ve suikast iddialarıyla % 63,4e düştü. Bugüne dek Türkiyede orduya güven hiç % 80lerin altına düşmemişti. Üstelik biz araştırmayı yaptığımızda henüz balyoz harekâtı haberleri yoktu. AK Partinin oyu %32-33e indi. 1,5 aydır buralarda duruyor. 2009daki yerel seçimde % 38.4 oy alan AK Parti bugün o günkü oyun 4-5 puan altında bulunuyor." Bu şekilde kamuoyu karşısında görüş bildiren Araştırma Şirketinin temsilcisi Adil Gür tabii ki kendi tespitlerini anlatıyor. Neşe Düzelin "Son zamanlarda askerlerin hazırladıkları çeşitli darbe planlarıyla ilgili belgeler yayımlanıyor. Ergenekon kapsamında gönüllü silahlar ortaya çıkıyor. Subaylar tutuklanıyor. Bütün bunlar askerin halk üzerindeki imajını nasıl etkiliyor?" sorusuna karşı Adil Gür şöyle cevap veriyor: "Biz bu ayın ilk haftasında bir araştırma yaptık. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınça suikast iddiaları ve darbelerle ilgili gündeme gelen haberler sizin orduya olan güveninizi azalttı mı? diye sorduk. Böyle bir soru kamuoyu araştırmasında ilk kez soruldu. Bu soruya % 36,6 "Evet, benim orduya güvenim azaldı" dedi. Yani her yüz kişiden 37si son zamanlardaki darbe veya suikast iddiaları benim orduya olan güvenimi azalttı diyor."

* * *

Aslında ben kişisel olarak diyorum, Adil Gürün bu görüşlerine katılmıyorum. Türkiye Cumhuriyeti hudutları dâhilinde yaşayan bir halk kitlesi olarak yani milli iradeyi elinde tutan bir millet olarak, özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadoluda gördüklerim ve tespitlerim vardır. Bölgeye hitap eden medyamızın tespitleri ve aldıkları istihbari bilgiler doğrultusunda şu kanaate varmış durumdayım. Türkiye Cumhuriyeti hudutları içerisinde yaşamakta olan aklı başında büyük bir insan potansiyeli Türk Silahlı Kuvvetlerinin varlığına ve ciddiyetine karşı beslediği güven yüzde yüz değil, yüzde bir milyon defa güveni sonsuzdur. Zira bağrından çıkan bir asker varlığı bu milletin inancına göre bir peygamber ocağı olarak bilinip onun askerlerine de Mehmetçik adı vermiştir. Ve onunla övünerek kendine bir gurur kaynağı ve dayanağı olarak telakki etmiştir. Tarih boyunca bu millet TSK kurumuna karşı bu zengin inancını ruhi derinliklerinde beslemiştir. Fakat vaktaki, bu kurum bünyesinde darbeci cuntaları yaşatıp Kemalist bir anlayışla solcu CHP paralelinde hareket ederek, milli iradeye karşı kin besleyerek darbeleri gerçekleştirdikten sonra milletin değil ki yüzde yüz veya yüzde bir milyon, bana göre halkın güven ve itibarı % 35lere bile kalmamıştır. Hatta sıfıra düşmüş diyebiliriz. Çünkü Kemalistlerin Atatürkçü ve Laik Cumhuriyet adı altında halkın inancıyla uğraşıp, halkı hergün biraz daha dinden İslamiyetten Kuranın ana çizgilerinden, ezanından, ibadetinden uzaklaştırma mücadelesini yoğunlaştırmıştır. O nedenle bu kurum hiçbir zaman halkın güvenini kazanamaz.  Bu halk her şeyden evvel Müslümandır. Müslüman olduğu için beslediği ve yetiştirdiği ordu kurumuna da peygamber ocağı diyor ve Askerine de Mehmetçik adını veriyor. Ama heyhat!.. Ne çare ki, bu iyi niyet beslemesi karşısında bir bakıyor ki, yakın tarihimiz boyunca solcu Marksist sosyalist CHPnin politikası paralelinde hareketle halkın inancına irtica, halka mülteci, sermayesine ve ekonomisine yeşil sermaye ve ezanını Türkçeleştirmeye, medreselerini kapatmaya yönelik siyaset güden bir kurum durumuna girmiştir. İşte böylesine düşünce üreten bir kuruma, milletin güveni olabilir mi?

* * *

Her ne kadar Adil Gür, "Ergenekon soruşturmasından önce halkın orduya güveni % 90 civarında idi, ondan sonra % 63,4lere düştü" diyor ise de varsayımla geçici olarak bunu kabullenip bunun bu görüşüne katılıyoruz desek de, bu görüntü de gerçeği yansıtmıyor. Var olan bir güven varsa da bu da şeklidir. Samimiyetten ve inançtan gelmiyor. Zira 27 Mayıstan bugüne dek hep cuntacı darbecilerin baskıları yüzünden halkta bir korku, bir panik ve endişe yaratmıştır. "Her an için bu kurumun içinden Cemal Gürseller, Kenan Evrenler, Çevik Birler, Levent Ersözler, Cemal Temizözler, Astsubay Ali Kayalar ve Çetin Doğanlar çıkabilir." Sahte komplo teorileri hazırlayıp, başımıza bir çorap örebilir endişesiyle halk şekli ve geçici olarak güven ve sevgisini gösteriyor. Yoksa gerçeğinde durum hiç de öyle değildir.

* * *

Bakınız! Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze dek kendi halkıyla, iç kavgaya giren bir kurumun mensupları ile bu halk bu kurumun mensuplarına tümü olmasa bile, Ergenekoncularına hiç de güvenmez, sevmez ve bel bağlamaz. Kimse kusura bakmasın! Bu milletin vergisinden oluşan devlet bütçesinin en büyük parçasını alan TSK, maalesef halka kan ve gözyaşları döktürmekten başka bir arpa boyu kadar yararı olmamıştır, diyebiliriz. 27 Mayıs darbesini gerçekleştiren o günkü Milli Birlik komitesinin türü birer Ergenekon mensubu olup İsmet Paşanın politik hegemonyası doğrultusunda bu milletin Başbakanını ve iki tane Bakanını idam etmiştir. Kocaman bir TSKyı solcu ne idüğü belli olmayan İsmet Paşanın kirli oyunlarına alet etmiştir. O yaranın acıları bu halkın sinesinden bir türlü çıkmıyor. Halk bunu iç duygularına sindiremiyor. Keza 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat gibi Antidemokratik hukuk dışı mezalimlerin gerçekleştirilmesi yine bu kurumun bünyesinden üreyen Ergenekon teröristlerinin elinden olmuştur. 1993lü yıllardan 2000li yıllara kadar, bu coğrafyada yağdırılan mezalim, dökülen bunca masum insanların kanı ve faili meçhul cinayetlerin arkasında maalesef TSKnın bünyesinde üreyen, solcu CHPnin politikasına uygun faaliyet gösteren bazı yüksek rütbeli subaylar olmuştur. Bakınız birkaç ay içerisinde özellikle Deniz Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde 6-7 subayın intiharı boşuna olmamıştır. Deniz Kuvvetleri bünyesindeki genelleme olmasa bile, çoğunlukla sözde Alevi bir mezhebe mensup kişilerin varlığı söz konusudur ve Alevi olmayan mensuplarına galebe çalmaktadır. Keza Jandarma Genel Komutanlığı bünyesinde de aynı uygulama söz konusudur. Sevgili dostlar. Sözün kısası, konuyu özetlemek istiyorsak, Türk Silahlı Kuvvetlerine mensup Subay ve Astsubayların, üniformalıların bütününü kastetmiyoruz. Kurum olarak da herhangi küçük düşürücü, aşağılama gibi bir niyetimiz de yoktur. Zira her zaman söylediğimiz gibi kurum olarak mazisi ortada. Peygamber ocağı diyoruz. Ve fertlerinin geneline de Mehmetçik diyoruz. Yani Sağlam ve inançlı bir bünyeye sahip kuruluşa söylediğimiz söz yok.. Olamaz da. Bizim bahsettiğimiz ve eleştiri getirdiğimiz; böylesi kutsal kimliğe sahip kurumdan çıkan ülke ve milletine iyi niyet beslemeyen kişilerdir. Siyasetle özdeşleşenlerin tehlikesidir. Biliyoruz ki; ekseriyet ve çoğunluk bu anlayışa karşıdır. Ama velakin; 'iyi niyetli' olmayanlar da yok değil.

* * *

Bakınız burada gösterilen karikatür her şeyi anlatıyor. Emekli Orgeneral Çetin Doğanın darbeye ilişkin tasfiye planları her şeyi anlatıyor. "Din bizim için tehlikedir. Orduyu dinci Subaylardan tasfiye etmemiz lazım demesi, yeter de artar." Taraf gazetesinin dünkü manşetinde şöyle yazıyor: "Balyoz planında imzası olan Orgeneral Çetin Doğan, darbeden sonra birinci ordudan atılmasını istediği Subayları tek tek belirledi. Listede 823 muvazzaf var. Doğan, gazetenin yazdığına göre bu Subaylar, inançlarından dolayı irticacı olarak adlandırılarak bunlar irticaya bulaştılar" diyor. Doğan 5-7 Mart 2003teki plan seminerini kapatırken, "İrticaya bulaşmış insanların uslanması imkansız. Kendi içimizde savaşmak zorunda kalmamamız için evvela ordu bünyesinin sağlamlaştırılması şart" diyerek liste hazırlıyor. Namaz kılan hiç kimse ordu bünyesinde kalmayacak diyen herhalde ben değilim. Evet, sevgili okurlar. Bugünkü köşemizde solcu Marksist sosyalist CHPnin politika hegemonyası paralelinde çalışan darbeci cuntanın portresini dile getirdik. Ya bir de yargıya ne diyorsunuz? İnanın yargı da bundan hiç de geri değildir.  Yargının tümünü burada kastetmiyorum; ama fi tarihinin CHP-DOĞRUYOL koalisyonunda Adalet Bakanlığı gibi önemli bir mevkiye oturan Rafizi bir anlayışa mensup Mehmet Moğultayın atadığı 10 bin Hâkim ve Savcıların büyük potansiyel kadrosu hep aynı zihniyete sahip insanlardır. Bakınız o günün ürünü olan Anayasa Mahkemesinin bazı önemli üyeleri, HSYK Başkanı ve üyeleri, YARSAV eski başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu, Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Osman Kaçmaz. Ve hele hele tüm bunları katlayan Yargıtay eski Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlunun döktüğü inciler. Bunların tümü demokratik cumhuriyetimizi laçkalaştırıyorlar. Teru taze pırıl pırıl devletin kurum ve kuruluşlarını yıpratıyorlar. Halkın güvenini bu kurumlara karşı zedeliyorlar. Bakınız dün yine kamuoyunu bulandıran Sabih Kanadoğlunun döktüğü incilerden birisi "AK Parti Anayasayı değiştiremez" sözü oldu. Zira laik cumhuriyetin tehlikeli bir odak noktası durumunda olduğunu söylüyor. Evet, sevgili dostlar. Bakınız Türkiye'de kimlerin süzgecinden nasıl zehirler dökülüyor. 8 yıldan beri devleti idare eden bir parti Sabih Kanadoğlunun anlayışına göre çıkardığı hiçbir yasanın geçerli olmaması lazım. İktidarda olduğu halde meşruiyetini yitirmiştir. Hiçbir uygulaması geçerli değildir. Derhal cuntayı zımni olarak uyarıyor. Ve darbe yapmayı öneriyor gibi. İşte bu doğrultuda kamuoyu-halk gerçekten yara alıyor. Endişeleniyor ve üzülüyor. Milli iradeye karşı bunca saygısızlığın olmaması gerekiyor diye düşünenler çoğunlukta. Ve hükümete seslenerek kamuoyu şöyle diyor: "Lütfen uyumayın, elinizi çabuk tutun, ne yaparsanız yapın, gecenizi gündüzünüze katın, bu anayasayı hemen değiştirin, kamuoyuna başvurun, halkın teveccühünü yeniden kazanın ve referanduma gidin. Aksi takdirde Sabih Kanadoğlunun temsil ettiği bu yargı ve Çetin Doğanların temsil ettiği bu askere güvenmeyin, yoksa başınıza iş açarsınız, olan yine millete olur." En derin saygılarımla.